23 Mayıs 2023 Salı

KULLAR TOPLULUĞUNDA LİDER FAKTÖRÜ VE CEHALET KÜLTÜRÜ

Dayatılan hayal dünyasına sıkıştırılmış, gerçeklerle ilgilenmeyen bir toplumun içinde rasyonel birey olmanın ağırlığını yaşayanlardan mısınız?

“Kul” kelimesi köle, hizmetkâr, emre itaat eden anlamına gelir.

Her çağda kullar kendi efendilerini yaratırlar. Efendileri onları korusun, doyursun, umut versin ve arzu ettikleri cenneti hatırlatsın, cennetin kapılarına götürsün diye.

Başlarken bazı bilgiler: Türkiye 2022’de yolsuzluk ve rüşvet algı endeksinde dünyada 101’nci, 2022’de Türkiye dünya enflasyon birincisi, Türk Lirası 2022’de dolar karşısında dünyada en çok değer kaybeden üçüncü para birimi, Dünya Demokrasi Endeksi'nde 2022’de 167 ülke arasında 103'üncü, Freedom House (Siyasi özgürlük ve insan hakları konusunda araştırma ve savunuculuk yapan kuruluş) 2023 verilerine göre Türkiye özgür olmayan ülkeler listesinde, Dünya Adalet Projesi (WJP-World Justice Project) Küresel hukukun üstünlüğü sıralamasında 140 ülke arasında 116’ncı, Avrupa’da 2022’de trafik kazası sonucu ölüm sayısı en fazla olan ülke, Avrupa’da 2022’de işçi ölümlerinin en fazla olduğu ülke, OECD ülkeleri arasında 2022’de en fazla şiddete maruz kalan kadınlar sıralamasında birinci, Mali Eylem Görev Gücü (FATF) tarafından 2021 yılında kara paranın aklanması ve terörizmin finansmanını engellemede eksikleri olduğu için gri listeye alınan ülke, dünyanın en mutlu ülkeleri sıralaması listesinde Türkiye 137 ülke arasında 106’ncı, 2023 Küresel Barış Endeksi'nde 163 ülke arasında 147’nci (The Institute for Economics & Peace IEP), dünyanın en iyi üniversiteleri sıralamasında ilk 400’de yer almayan ülke...

Demokrasi, özgürlük, laikliğin yanında, işsizlik, eğitim, enflasyon, terör, yolsuzluk, insan hakları, ifade özgürlüğü, adalet, güvenlik, çevre, tarım, sosyal, ahlaki alanlarda yaşanılan büyük buhranlara rağmen halkın büyük bir kesimi neden hala sorunları yaratan, yanlışlarına devam eden, ayırımcılık yapan bir hükümeti desteklemeye devam eder? Toplumun her kesiminden ister fakir, ister sistemin yarattığı zengin çıkarcılara kadar otoriteden maddi beklentisi olanların bağlılığını ve desteğini bir kenara bırakırsak dogmatik bağlılığı nasıl açıklarız? Gerçeklerle yüzleşmek yerine neden mutlu cehaleti tercih ederler?

“Kullar topluluğu” olarak adlandırdığım toplum kesimi sorunları neden göremiyor ve sorunları yaratanlar  “ötekilerdir” fikrine niçin hala körü körüne bağlı ve ısrarında devam ediyor? Ötekiler ki onlar adil, özgür, gelişmiş, laik, demokratik, eşit, huzurlu bir ülkede kardeşçe yaşamak isteyen, içinde bulunulan gerçekleri gören ve çözüm arayan bireyler olmalarına rağmen neden düşman gibi görülüyorlar? Bir kitlenin inandıklarının dışındaki gerçekleri söylemek, vurgulamak, önemsemek, ideal edinmek neden suç olarak görülüyor?

Bu kitle, ihtişamlı algı operasyonları ile eğitim ve refah seviyesine bakılmaksızın tüm açık ve acı gerçeklere rağmen yalanların değilmiş gibi sunulduğu ve algılarının kontrol edildiği halk kesimidir. Topluluk, sunulan algı ihtişamını inandıklarının kanıtı sayıyor, kendine sunulanı onaylamakla kalmıyor yüceltiyor, sorgusuzca her şeyin muhteşem ve her şeyin yolunda olduğunu düşünüyor. İşte bu durum temel ve büyük bir toplumsal sorunun varlığı anlamına geliyor.  Üstelik yaşadıkları sıkıntıların kaynağının destekledikleri liderin ve fikirlerinin olduğunu sorgulamayacak kadar kapalı, dar, şüphe duymayan bir bakış açısına sahip olmaları ise çok acı verici. Onlara göre tüm sıkıntıların kaynağı “diğerleri” yani doğru yolda olmayanlardır. Kendi topluluğundan, kendi dininden ve inandıklarından, hatta kendi mezhebinden olmayan, kişiler, topluluklar, ülkeler yalnızca çıkarlar dışında yüz çevrilmesi ve mücadele edilmesi gereken unsurlar olarak görülüyor. Bunu da liderlerinin kendileri adına başarıyla, cesaretle yaptığına inanıyorlar.

Topluluğa sunulan coşkulu inandırma yöntemleri, kandırılmayı sağlayan duygusal değerleri canlı tutar. Onların dünyasında nesnel olgular ötelendiği için yalanlar gerçeğin yerine geçer. Analitik düşünme yeteneği çok gelişmemiş, okuma alışkanlığı olmayan kitlede “gerçekler,” yönlendirmelerle “istenilen” ile değiştirilir ve zihinler kurmaca bir dünyayı gerçek zannetmeye başlar. Yalanlar gerçeğe dönüştükçe gerçek önemsizleşir ve değerini yitirir. Bireyler ve toplum gerçeklere karşı körleşir ve duyarsızlaşır. Dünyayı ve nesnel gerçeklerini inandıkları zihniyete teslim edenler, yalanla başlayan ve yalanla kurguladıkları hayatlarını elbette yalanlarla sürdürürler. Kitle, yalanın yalan olduğunu fark edemeyecek kadar tek boyutlu ve gerçeklere ilgisiz yapay bir dünya yarattığını anlayamazken aynı zamanda hem otoriteden beklentileri hem de kendi arzuları doğrultusunda nasıl olmasını istiyorsa ona da inanmaya devam eder.

Kullar topluluğu biat etmeyi doğru ve üstün meziyet sanan, liderlerini aşırı yücelten bir yaklaşıma sahiptir. Liderin "şeytani dünyaya" karşı daima savunulduklarını ve kendilerini ezmeye çalışan dış dünyaya karşı onun tarafından kahramanca korunduklarını düşünüyorlar ve lideri bu uğurda mücadele eden adil bir figür olarak algılıyorlar. Bu süreçte onun yaptıklarının ve gelecekte yapacaklarının doğru ve vazgeçilmez olduğuna koşulsuz kabullenmenin katılığını dürüstlük ve sadakat olarak kabul ediyorlar ve ona, uygulamalarına, yaptıklarına, söylediklerine karşı hiç şüphe duymuyorlar. En saçma vaatlerde bulunsa bile lider kişi, kullar topluluğu söylemin içeriğine, doğru olup olmadığına bakmadan, sırf o söyledi diye irrasyonel bir motivasyonla ve duygusal coşkuyla inanacak ya da kendini inandırmaya zorlayacaktır. Hatta “mümkün mü” diye sorgulamak ve “kandırılıyoruz mu” diye kanıt aramak yerine, bu vaadi ancak onun mümkün kılacağına, mucizevî icraatı sadece onun gerçekleştireceğine inanacakların sayısı azımsanmayacak seviyede olacaktır. Söyleneni değil, söyleyeni önemseyen, duyulara ve duygulara önem veren, gerçeği dışlayan, aklı öteleyen bir toplumun “biat” kültürünün tam bir yansımasını örnekleyecektir.

Dinsel ve siyasi otorite tarihsel süreçte menfaat gereği ve kasıtlı olarak cehaleti muhafaza edip yaygınlaştırmayı amaç edinmiştir. “Cahil” dendiğinde akla gelen eğitimsizlik ve bilgisizlik olgusu yalnız başına cehaleti yaratmaz.  Cehalet, eğitim seviyesine bakmaksızın insanlık, yaşam, toplum, ülke, dünyayı anlama ve katkı konusunda “düşünce, idrak ve muhakeme sıçraması” yapamayan tüm kişi ve kesimleri kapsar. Düşünce, idrak ve muhakeme sıçraması kendinin ve olguların farkında olmayı, bilgiye ve öğrenmeye değer vermeyi, kavramayı, sorumluluğu, uzlaşı kültürünü, birlikte yaşama azmini, tahammülü, duygudaşlığı, gayret içinde ve gelişime açık olmayı, yetkin düşünebilmeyi, toplumsal ve bireysel huzuru önemsemeyi, yozlaşmaktan uzak durmayı, zihinsel ve kişisel değerler üretmeyi öngören, sadece duygularla hareket etmekten kaçınmayı, önyargısız düşünmeyi ve davranmayı içeren aktif bir kavramdır.

Toplumun karakteri daima kendine uygun dini bir zihniyet yaratır. Bilgisizlik ve itaat, toplumda yaygın ise din anlayışı da bilgisizlik ve itaat ile şekillenir. İrrasyonalite, düşünce tembelliği, ötekileştirme, ilkesizlik, bilginin önemsenmemesi, merak eksikliği, faydacılık, kolaycılık, gerçeklere yüz çevirme, samimiyetsizlik, tutuculuk, uyumsuzluk, şekilcilik, ön yargıların baskınlığı, analiz-sentez yeteneği yoksunluğu, olguları anlamlandıramama gibi özelliklere sahip toplum bu özelliklerine uygun bir dini zihniyet oluşturacaktır. Oysa ilerlemeyi arzulayan bir toplum eninde sonunda mücadele ile yıllar ve yüzyıllar sürse de dinin, aklı, bilimi, fikirleri, insan haklarını, özgürlüğü, insanca yaşamayı, demokrasiyi kısıtlamasına, yaratıcılığı engellemesine izin vermez ve dini kısıtlayıcı bir sistem olarak yaşam biçimine adapte etmez. Atılım yapamayan, yenilikçi olmayan, yaratıcı olmayan, geri kalmış, sorgulamayan bir toplum kendine benzeyen, kendine uygun dini bir zihniyeti eninde sonunda yaratır ve bu anlayış yaşam biçimi ve kural haline gelerek benimsenir, sahiplenilir ve nesillere aktarılarak sürdürülür.

Yani toplumsal zekâ, toplumun temel yapısı, kültür, gelenek, davranış, sosyal, psikolojik, düşünme alışkanlıkları ve dünya algısı yaşam biçimlerine adapte olacak dini zihniyeti oluşturur. Toplumun genel karakterine ve değerlerine göre şekillenen dini zihniyet, sonrasın da toplumun isteklerini karşılayacak seviyede meşrulaşıp temel özellikler, düşünme ve davranış biçimleri olarak yerleşir. Toplum kendini meşrulaştırmak için dini kullanır ve kendine göre yorumlayarak kendine benzer dini bir anlayışı yapısına adapte eder.

Örneğin düşünme eylemini sevmeyen kullar topluluğu bireyleri Kuran’ı okunacak bir kitap değil tapılacak ilahi bir nesne olarak tanımlamıştır. Kuran, Arapça bilmedikleri halde Arapça harflerin okunuşu ile avunan ve sevap kazanılacağını düşünen bir davranışı kendi varoluş amaçlarına aykırı bulurdu kesinlikle. Bir insan, anlamadığı ses dizisi ile nasıl bir anlamlı bir mesaj çıkartılabilir ve diğer insanlara ve kendi iç dünyasına seslenebilir? Anadili Türkçe olan birisi nasıl olur da kendi diliyle Allah ile iletişim kurmakta zorlanır? Evet, ne yazık ki Arapça dilini ve harflerini ikonlaştıran, aracı amaç yerine koyan, tılsımlı, gizemli olduğuna inanan bir zihniyet içeriğe ulaşmayı amaç edinmez. Bu yerleşik dinsel argüman, bilgilenmeyi ve araştırmayı ilke edinmemiş, soyutlama yeteneği eksik olan toplum tarafından, somutun algı kolaylığı nedeniyle benimsenmiş ayrıca toplumu etkilemek, yönetmek, yönlendirmek isteyen liderler, şeyhler, politikacılar, yöneticiler tarafından da kendi amaçları ve ideolojileri doğrultusunda kullanılmıştır. Din gibi karmaşık konuları olan bir olguda halkın kendilerine söylenen ve öğretilen kadar az şey bilmeleri ve sunulan ile yetinerek bilgi sahibi olmaktan kaçınması daima otoritenin işine gelmiştir. Karşılıklı yarar ilişkisinde otorite din dâhil her türlü bilgiyi kısıtlamak, sınırlandırmak, toplumun bir kesimi de kısıtlanmış bilginin memnuniyeti ile sınırlarını zorlamamayı, bilgiyi aramamayı, kendine ve önce ailesine ve sonra çevresine, kendi yöneticilerine ya da ileri gelenlere soru sormamayı tercih etmiştir.

Kullar topluluğu sosyal bir kimlik ve aidiyet sağlar. Bu gruba ait olmak için biat kültürünü kabullenmek, düşünceleri, gelenekleri, davranışları değiştirmemek ve direnmek, mevcut durumu sürdürecek seviyeyi yakalamak ve korumak, bu amaç doğrultusunda söylenen her şeye inanmak yeterlidir. Topluluğu; gelir, eğitim, yaş seviyesine bakmaksızın bir arada olmayı sağlayan benzerliği, beraberliğe dönüştüren faktör “inançtır”. Dinsel aidiyet duygusunun baskınlığıdır.

Topluluk kendi düşüncelerine hitap edebilen başkalarına, kandırıldıklarına bile aldırmadan daha çok güvenirler ve onların yorumlarını kabullenirler ve onların yarattıkları dünyayı gerçek olarak algılarlar. Bu onların zihin yapıları için kolay ve zahmetsiz, dünyayı anlama, açıklama, yaşama şeklidir ve bu anlayış ne şimdinin ne de yüzyıl öncesinin de meselesidir. Başkalarını yüceltirken kendilerini de açıkça yüceltme eğilimi vardır. Olayların izahında ve durumların anlamlandırılmasında etkilendikleri ve etkilenmek istedikleri kişilerin ve yöntemlerin doğruluğuna inanırlarken, kendi deneyimlerini göz ardı ederler.

İnanç dünyalarındaki soyut boşlukları, bilinen kişilikler ile dolduran toplumlara dünyanın farklı ülkelerinde de rastlanmaktadır. Üstün olarak nitelenen kişi ya da lider üstelik aynı çağda yaşayan somut bir figür ise duyusal olarak yüceltilmesi, bağlanılması ve ikonlaştırılması daha kolaydır.

Otorite, ideolojilerini uygulamak, sağlamlaştırmak ve en önemlisi topluluğun kendilerine bağımlılığını sürdürmesi adına kitlenin bilgisizliğini kaynak olarak kullanır. Bilgilenme konusunda alanları daraltarak, kasıtlı olarak zihin bulanıklığı yaratıp, cehaleti “toplumun yapısı ve kültürün kendisi” olarak tasarlamayı başlıca amaç edinir. Toplum, tarihsel ve sosyolojik olarak da gelişmemiş, tutucu, bilim ve aklı dışlayan yapıya sahipse bilgiye ulaşmayı engellemek daha da kolaylaşır. Aydınlanma istenmiyorsa, insanların bilgi havuzuna ulaşmaması için kitlenin tepkisiz kalacağı, kabulleneceği ve savunacağı inanç ve din ağırlıklı eğitim yöntemleri temel amaç edinilir. Eğitim onların belirlediği alanlarda yapıldığından çağdaş dünyanın eğitim seviyesinin çok gerisinde kalan kullar topluluğu, temel dünya, temel ülke sorunlarının farkına varamaz hale gelir. Kitle, dış dünyayı, gelişen, değişen hayatın dinamiklerini anlamaya gayret etmek yerine bir reddetme çılgınlığı içindedir. Böylesi bir toplumda düşünebilme kabiliyeti gelişmiyorsa/gelişmesine, aydınlanmaya izin verilmiyorsa yaşam, din, medeniyet ve ahlak algıları o kalıplar içinde şekillenecek ve yerleşik, sorgulanamaz düşünce, inanç ve değerleri biricik ve değişmez olarak yerleşecektir.

Eğitim sistemimiz ile gerçek dünya arasında büyük bir uyumsuzluk var. Aileden başlayan bilgisizlik korundukça safsatalar, boş inançlar ve liderlerin her söylediği, her yaptığı maalesef eğitimsiz kitleye hoş görünecektir. Otorite sürekli eğitimsizliğe yatırım yaparak pozitif bilimi değil, niteliksiz, ezberci, yanlı eğitimi yaygınlaştırmak, temel zihinsel ve mesleki beceri kazandırmaktan uzak, dinsel eğitimleri ve eğilimleri ön plana çıkararak, çağdaş eğitimi sığlaştırmak, geçiştirmek ve zihinsel uyku halinin devamı için yöntem ve politikaları geliştirmeye ve uygulamaya devam edecektir.

Otorite, irrasyonel, gayri ahlaki ve hukuk dışı uygulamalarının meşru olduğunu, kutsal saydıkları ideallerini gerçekleştirme yolunda yapılması gerektiğinin meşruiyetine inanmış ve kitleyi de inandırmış bir ideale sahiptir. Kendilerini affettirmek ve kendilerine karşı güveni sarsacak olayların gerçek nedenlerini gizlemek ya da değiştirmek, aynı şekilde başarılarını abartmak için “kader, fıtrat, helallik, teslimiyet, cennet, cehennem, şükür etmek, emir, kutsallık, din, iman, şahadet, milliyetçilik” gibi dini sembol söylemleri kullanırlar. Böylesi söylemler otoriteye hem mazeret hem de motivasyon sağlar.

Telkin mekanizmasının sürekli ve etkin kullanılmasıyla gerçeklerden kopuk, tüketici, bilgiç, kafa yormayan, şiddete eğilimli, kibirli, bilgiyi ve gelişmeyi hor gören bireylerden oluşan, körü körüne bağlanmış, tek sesli bir toplum oluşur. Günümüzün yaygın medya araçları ise “gerçeklerin” göz ardı edilmesi yoğun kara propaganda ile kolaylaşır. Yanlış, yanlı, değiştirilmiş "gerçekleri", cehaleti ve aptallığı yayma çabaları, hiçbir zaman şimdi ki kadar kolay olmamıştı.

Düşünce fakiri ve cahil insanlar dünyayı/hayatı kendileri kadar, algıları kadar zannederler. Kendi düşünce ve algı sınırlarıyla dünyanın/hayatın sınırlarını da çizerler. Algıların kontrol edilerek yönlendirmesi, dayatılması, sınırlandırma ve inandırma eylemleri pasif ve duygularıyla hareket eden insanlarda çok kolaydır. Yani bireysel ve toplumsal “pasif" (zekâdan bahsetmiyorum) zihin yapısı varsa manipüle edilmiş algı sınırları içinde yaşandığını veya yaşatıldıklarını bir anlamda da bu sınırlara mahkûm edildiklerini fark edemezler. Bu durum bir toplumun başına gelebilecek en büyük kötülüklerden biridir, bunu da günümüzdeki siyasi güç bizlere ziyadesiyle yaşatmıştır.

Cehalet kültürü dini ve siyasi liderlerin, şirketlerin, yöneticilerin, algı operatörlerinin, söylevcilerin, reklamcıların, çıkarcıların çok ama çok işine gelmektedir.

İnsanın irrasyonelliği tüm kararları etkilerken, cehaletin yaygın olduğu kesimlerde ise farkında olmadan toplumu, ülkeyi çok sarsıcı şekilde etkiler; ülke gelişmez, barış gelmez, ekonomi ilerlemez, toplum ayrışır…

Kitle, çoğunlukla liderin kullandığı kutuplaştırmacı, ötekileştirici dili benimseyen bireylerden oluştuğunda, kendi yandaşlarının dışındakilere yani ötekilere gizli ya da açık bir mesafe oluşturur. Kutuplaştırılan toplumda muhalifler istenilmeyen, asla içlerine sindiremedikleri hatta varlıklarından nefret ettikleri, tahammül edemedikleri kimseler olur ve olmaya da devam ederler. Kendisi gibi düşünmeyenlere iktidarın kötü, kaba, hatta acımasız davranışları topluluk tarafından kolayca göz ardı edebilir, umursamazlar ve hatta yaşatılan zorbalıkları onaylarlar. Çünkü onların bunu hak ettiklerini ve daima hak edecekleri önyargısıyla karşı tarafı suçlarlar. “Öteki” insanların lidere kendileri gibi biat etmemelerinden, yanlış tutum, inanç ve yaşam biçimlerinden hatta günahkarlıklarından dolayı oluşan kaos ortamının gereği olarak otoritenin baskılarının haklı nedenlere dayandığına inanırlar. Kendi düşünceleri, dini inançları, alışkanlıkları dışındaki hiçbir şey anlaşılabilir, uzlaşılabilir hatta saygı duyulabilir değildir. Kendileri gibi düşünmeyenler onların nezdinde bütünlüklerine göz dikmiş, tehditkâr, potansiyel zararlılardır ve hatta dinsel söylemle "münafıklardır". Amaç, gerçeklere ulaşmak ve doğruyu bulmak değil, lidere sadakati göstererek karşı saftakiler olarak tanımladıkları fikirleri, kişileri, toplulukları ve olguları dışlamak ve bertaraf etmektir.

Otorite, dinsel kimlik üzerinden tabanını dar ve statik düşünce dünyalarına sıkıştırarak söz dinleyen, bağımlı, edindiği kısıtlı ve bilimsel olmayan eğitim, kültür, düşünce yetisiyle, fikir yoksunu bu topluluğu gerçeklerden kopartarak kitlenin sadakatini sürmeyi amaçlar. Muhaliflerin kötü insanlar olduğunu propagandasıyla, kendilerinin ve destek verenlerin yüceltilmeye layık dindar, iyi ve değerli insanlar olduğunu fikrini aşılamaya gayret gösterirler.

Toplumun benimsediği sosyal ve hatta dinsel anlayış, kendi gibi düşünmeyenin değersiz, uzak durulması gerekenler olduğudur. Bu anlayışın görünmeyen duvarlar arasında güçlü önyargıları vardır ve idealize edilen ahlakın ve dinin öngördüğü "hoşgörü", başkalarına karşı gösterilecek yerleşik bir davranış olmamıştır. Böylesi insanlar birbirlerine karşı korumacı ve adilmiş gibi davranırken diğer birey ve topluluklara açıkça düşmanca ve merhametsiz davranma eğilimi taşırlar. Adalet algıları ve duyguları kesinlikle evrensel nitelikte değildir. Liderler de bu durumu körükleyerek rakip olarak gördüklerine karşı baskı ve hukuksuzluk ile sindirme fırsatı yaratırlar.

Kullar topluluğu liderlerinin fikirlerine, davranışlarına, politikalarına itiraz edilmesi ve eleştirilmesini bir hakaret, kabul edilemez bir gaflet olarak değerlendirir, çünkü lider onların nazarında tartışılması asla düşünülmeyen üstün bir kişilik konumundadır.

Algı mühendisliği, beyin yıkama ve propaganda sayesinde devletin asli görevi olan imar işleri büyük başarının bir ispatı olarak gösterilmeye çabalanmaktadır. Kitle, perde arkası detayları, yanlış işletme mantığının devlete getirdiği yükün onların torunlarının bile hayatlarından çalacağını düşünemeyecek kadar gerçeklerden uzak, algı tuzaklarında yaşadıklarını maalesef fark edemiyor. Siz hiç Kanada, Norveç, Japonya, İsveç gibi ülkelerin inşaat projeleri ile övündüğünü duydunuz mu? Onlar da çok büyük ve parmak ısırtan ulaşım ağları ve dev projeler yapıyorlar. Bu ülkeler demokrasi, bilim, özgürlük, mutluluk, sağlık, insanlığa katkı, eğitim, sanat, refah seviyesi, gelişmişlik, uzay, tıp, yaratıcılık, güven endekslerinde her zaman üst seviyelerde olmaları, teknolojiye katkıda bulunmaları ve buluşları ile övünüyorlar. Yani inşaat faaliyetlerini dünya başarısı olarak gösterip, şımarık iç politika malzemesi yaparak dünyaya nam salamayacaklarını kavrayalı uzun yıllar olmuş. Siz demokrasiyi, eğitimi, bilimi ve sanatı önemsemeden istediğiniz kadar inşaat yapın, bu sizi dünyanın iyileri arasına asla yükseltmez (üstelik devleti yani halkı yıllarca borçlandırarak). Kullar topluluğundan alınan iltifat ile yetinmek ancak iç politika malzemesine ve kandırmacasına yetecek sahte bir ihtişam anlamına gelir.

Nesillerin zihinsel, kültürel ve sosyal içeriklerini bir sonraki nesle aktarırken aklı ve bilimi, insanlığı, iyi bir ülke ve dünya vatandaşı olmayı ön planda tutmaması halinde nasıl bir toplum, nasıl bir ülke, nasıl bir hukuk, nasıl bir ekonomi oluşacağının resmini çizebilir misiniz, deseler son çeyrek yüzyıla bakın derim.

Demokrasi bilinç gerektiren bir yönetim biçimiyse, halkın bu bilince sahip olmaması için açıkgöz ve totaliter liderlerin dini söylemleri kullanması, inançları siyasete dönüştürmesi maalesef tarih boyunca ve halihazırda çok kolay ve etkileyici bir yöntem olmuştur. Sonuçta otorite gerçekleri daima gizleyerek, değiştirerek, dinsel hassasiyetleri kullanarak, güdümleme ve yoğun propaganda ile ancak yaşamalarına yetecek kadar ekonomik koşullar yaratarak kullar topluluğunda ve etkilenmeye hazır insanlar üzerinde adeta bir hipnoz etkisi yaratmıştır.

Oysa cehalettir bu yalan ihtişamı yaratan. Öylesi bir topluluk iktidarın baskısını hissetmez çünkü akılcı duyarlılığını kapatmıştır/kaybetmiştir ve gerçeklikten kopmuştur. Gerçeklikten kopan topluluk/halk özgürleştirilecek, geliştirilecek, daha adil, daha eşit, bilime, felsefeye, ahlaka ve sanata önem veren başka bir dünyayı hayal edemez. Algılarının doğruluğuna olan inancın katılığını erdem olarak kabul ederler.

Cehalet sonuçta milyonlarca hoşgörülü, zeki beynin istemediği, onaylamadığı bir gerici bir medeniyetin gelişmesine olanak verirken, iktidar seven otoriter beyinler tasarlanan bir dünya düzeni kurmanın zeminini oluşturmaktadır. Böyle bir mühendislik toplumu çatıştırır, zayıflatır, yobazlaştırır ve asla ilerletmez.

Rasyonel, halkını ve halkının geleceğini düşünen dürüst bir lider önce laik ve demokratik bir temelin değerini anlamalı ve sonra adil ve gerekli adımları cesaretle atacak kararlığı göstermelidir. Doğruyu ve gerçeği aramaya yönelik eylemlerde bulunmayan, gelişme ve gelişememe sorunlarını irdelemeyen, özgür düşünemeyen toplumlarda asla istikrar olmayacağını bilmelidir.

1997 yılında BM Genel Sekreter Kofi Annan bir konferansta yaptığı konuşmada şöyle demiştir: İnsanları düşman yapan şeyin bilgi değil cehalet olduğuna inanıyoruz. Çocukları savaşçı yapan bilgi değil cehalettir. Bazılarını demokrasi yerine tiranlığı savunmaya iten bilgi değil, cehalettir.

Akil Alparslan

23 Mayıs 2023

  BLOG İÇERİĞİ / LIST OF CONTENTS YAZILAR / ARTICLES -UZAKTAN (Deneme) -YAPAY ZEKÂ, PHOTOSHOP, MS WORD… (Makale) -SORULAR (Makale)   - K...