6 Ocak 2023 Cuma

(ÖYKÜ)

Evden çıkıp otobüs durağına doğru yürümeye başladı. Caddeye çıkınca gördü ki otobüs durağa yanaşmış ve neredeyse hareket etmek üzere. Kaçırmamak için hızlıca koştu. Biner binmez de kapılar kapandı ve otobüs hareket etti. Elinin tersiyle kibarca terini silip, ayakta duracağı uygun bir yere bakınırken orta kısımdaki boşluğa doğru ilerledi. Otobüs kalabalık sayılırdı ama ayakta duran yolcular için yer yer boşluklar da vardı.

Dışarıyı izledi sağa sola bakmadan bir süre. Hemen önündeki koltukta oturan orta yaşlı bir kadının kendisini süzdüğünü görünce istifini hiç bozmadan dışarıyı izlemeye devam etti. Birkaç dakika geçti ama biliyordu ki göz seviyesinin altındaki manzara değişmemiş kadın hâlâ onu dikkatle izlemekte hatta dikizlemekteydi.

Bir ara kafasını yana çevirince başkalarının da kendisine baktığı hissine kapıldı. Kaçırılan bakışlar hoşnutsuzluğunu artırmıştı. Görünüşünde dikkat çekebilecek bir şeyler var mı diye üstüne başına baktı, eksik ya da fazla bir şey; eliyle yüzünü, çenesini yokladı. Otobüsü beklettiği için kızmış olamazlardı, beş saniye bile bekletmemişti ki. Yalnızca tesadüfî bakışların sevimsizce buluştuğu bir anı yaşıyor olmalıydı.

Hafif çaprazında, çok da uzağında olmayan kalabalığın arasında güzel bir yüzün gülümseyen, ışıl ışıl gözleriyle karşılaştı. Sağındaki, solundaki insanlara baktı ve fark etti ki kesinlikle yolunda gitmeyen bir şeyler var.

Hayır, hayır kuruntu ediyordu, ara sıra böyle şeyler her insanın başına gelebilirdi, kafaya takılacak, önemsenecek bir durum yoktu. Şimdi her şey düzelecek, ortam olması gerektiği gibi birbirine mesafeli ve sıradan akışında herkes kendi dünyasına dönecekti.

Ortadaki boşluğa doğru bir kaç adım atmıştı ki, gözlüklü yaşlıca bir kadın, "Nerede kaldın, nihayet gelebildin," dedi sitemkâr ama yumuşacık tonlamasıyla.

Bazıları kendi aralarında fısıldaşırken bazıları da hafif tebessüm ve bir cevap beklentisi ile gözlerini adama çevirdiler. "Ben mi? diye karşılık verdi kısık sesiyle.

Kadın, "Hiç gelmeyeceksin diye endişelenmeye başlamıştık," dedi.

Adam, kadını tanıyıp tanımadığı ve ona bir karşılığını verip vermemeyi düşündü. Sonunda, "Affedersiniz, sizi tanıyor muyum acaba?" diye çekingen bir sesle sordu.

Kadın samimi bir edayla, "Hayır," dedi.

Adam kafa karışıklığına rağmen yine de sakinliğini muhafaza ediyordu. Herhangi bir zamanda, yüzlerce kişi arasından aklı başında olmayan bir kadın kurban olarak kendisini seçmişti. Şehir büyük, insanlar çeşitliydi ama yaşlı kadın, "endişelenmeye başlamıştık," demişti. Demek ki onun düşüncelerini paylaşan başkaları da vardı. Bir otobüs dolusu insanın kendisini bekler olduğunu düşünmek tabii ki hem saçma hem de çok komik durumdu.

Tam bu esnada tıknaz, yaşlı bir adam orta sıralardan kadının söylediklerini tekrarlar gibi samimi bir edayla atıldı, "Merak ettik efendim, elimizde değil," diyerek.

"Neyi merak ettiniz efendim?" diye karşılık verirken yine de nezaketi elden bırakmamıştı.

"Gelmeyeceksiniz diye tabii ki..." dedi yaşlı adam. "Umutsuzluğa asla kapılmadım, bizi bırakmayacağınızı biliyorduk."

Yaklaşan panik havasını içten içe hissediyordu. Sinirli bir sesle gözlerini kısıp kaşlarını çatarak, "Siz kimi bekliyordunuz, kimden, neden bahsediyorsunuz?"

Yolcular hep bir ağızdan bozuk koroyla,  "Tabii ki sizi!.." diye karşılık verdiler.

Puflayarak derin bir nefes bıraktı. "Manyak bunlar..." diye mırıldandı. Bunların bir açıklaması olmalıydı ama kendisi bir açıklama yapmak zorunda hissetti. Kelimelerin üzerine basa basa, tane tane: "Bakınız, zannedersem yanlışınız var... Özür dilerim ama... ben hiçbirinizi tanımıyorum... Üstelik bu otobüs her zaman bindiğim bir hat bile değil ve az sonra da inip başka bir otobüsle devam edeceğim. Lütfen, rahatsız hissediyorum kendimi!"

Hafif bir rahatlama hissetse de sıkıntısı geçmemişti. Açıklamaları bu aptal ve yersiz durumu düzeltmeye yeterde artardı herhalde.

Kısa bir süre sessizlikten sonra arka taraflardan kelli felli bir adam, "Hayır efendim! Hayır!" diyerek atıldı. "Sizi beklediğimizi pekâlâ biliyorsunuz!"

"Yeter" diye bağırdı. İyice afallamıştı. "Yeter şakanın da bir ölçüsü olmalı!" Mosmor suratı ve öfkeli sesiyle, "Beklediğiniz ben değilim, eğer birini bekliyorsanız o ben değilim. Hayır!  Beni bekliyor olamazsınız... Topluca şaka mı yapıyorsunuz? Kamera şakası filan mı? Kamera nerede?" Çevresine şaşkın şaşkın bir şeyler arar gibi bakındı.

Kimse ona karşılık vermedi; aynı ifadeler, aynı bakışlar, aynı göz süzmeler devam ederken kendisi de aynı yılgınlık sarmalındaydı. Topluluk içinde hiç bu kadar öfkelendiğini hatırlamıyordu.

Birkaç dakika böyle geçti. Birileri bir şeyler söylemeliydi hem de derhal. Otobüse bindiği ilk anda dikkatini çeken o güzel kız gözlerini kırpıştırarak, dudağına yerleşmiş gülümsemesiyle adama işveyle yaklaştı. Sanki onu duymuş; rahatlatmak, endişelerini gidermek, sorularını cevaplamak istemişti: "Hayır, şaka yapmıyoruz! Bize kızmayın! Ben de diğerlerini tanımıyorum ama onlarla aynı şeyleri hissediyorum; hem başkasını değil sizi bekliyorduk, saatlerce, günlerce sizi bekleyebilirdik!" Kız cümlesini masum mimiklerle tamamlarken çok ikna edici, davetkâr ve de çok çekiciydi.

"Günlerce mi, peki neden?" diye sordu hemencecik olan biteni anlatacak bir şeyleri ondan umarak.

"Sizi tatmin eder mi bilmem ama bizim için vazgeçilmez bir duygu bu... İçimizden geliyor, tarifsiz bir beklenti aslında. Bunu kabullenmek sizin için zor olmasa gerek..." derken derin derin adamın gözlerini süzdü.

"Ama!.." Kekeleyerek devam etti: "Ne, neyi? Ne zor olmasa gerek!"

Kız gözlerini 'sen anlarsın,' der gibi kırptı.

"Benden... Benden ne bekleyebilirsiniz ki! Gerçekten hiçbirşey anlamıyorum, aklımın da başında olduğumu düşünüyorum, niçin böyle davranıyorsunuz bana!" Arkasındakilere de dönerek: "Beni hiç tanımayan kimselerin bulunduğu, herhangi bir otobüse bindim. İnsanların böyle davranmasının… Garip ve sıkıcı bir rastlantı mı, şaka mı, yoksa toplu bir halüsinasyon mu... ne bileyim, bir oyun mu olduğunu düşüneyim? Anlam veremiyorum!"

"Rastlantı değil, kesinlikle, zannettiğiniz gibi değil," dedi kız. Adamın yanına iyice sokularak kısık ve iç gıcıklayıcı bir sesle: "Biz sizin için buradayız... Siz de bizim için... Ne isterseniz yapmaya hazırız!.. Siz bizi tanımıyor olabilirsiniz ama bizden sizi tanımıyormuşuz gibi davranmamızı istemeyin lütfen! Bu kadar mütevazılık..." Kız abartılı hayranlığıyla adamın gözlerinin içine bakıyor, göğüslerinin mütecaviz kabartılarını hafiften ona dokunduruyordu.

İçi bir tuhaf olmuştu adamın. Mahcup bir ifadeyle sesini kısarak, "Bir şey istemiyorum ki, asıl siz benden ne istiyorsunuz..." Cevap gelmediğini görünce, dişlerini sıkarak dudağını büktü. "Rahat bırakın beni, rica ediyorum." Çaresizce söylenmişti. Bir süre sessizlik oldu ama kız hâlâ gözleri gözlerinde aynı etkileyici ifadeyle önünde duruyor, baldırlarını adamın bacaklarına sürtmekten geri kalmıyordu. Kızın dikkatli bakışları adamın göz kırpışlarını bile kaçırmıyordu.

Adam aniden toparlandı ve aklına gelen şeyi hemen söyledi: "Hımm... Hayır, bir şey istiyorum!" dedi. Kızın yüzü bu sözle anlamlandı. Adam kararlı ve sert, "Peki, bluzunuzu çıkarın,” dedi ve söylediklerine karşı kızın sövüp, sayacağını düşündüğünden hareketsizce tepkisini bekledi.

Kız tatlı bir gülümsemeyle başını hafifçe indirip kaldırarak onayladı. Memnun edasıyla montunu çıkarıp adamın omzuna attı. Tam bluzunu çıkarmak için kollarını birleştirmişti ki, "Dur," dedi adam. Kızı belinden kavrayarak kendine çekti ve dudağına bir öpücük kondurdu. Kafasını kaldırıp çevresine göz gezdirdi. Kimseden hiçbir nahoş tepki hissetmedi. Kızın yanaklarına avuçlarının arasına aldı ve bu kez daha sert ve uzun öptü. Kızın gözlerinin içine bakarken, " Şu anda neler olduğunun farkında mısın acaba?" diye sordu.

Kız, "Elbette, devam etmemi istiyor musun?" diye sorarken bluzunu işaret ediyordu.

"Ben bunu yaptığıma inanamıyorum... Dur, yeter! Yeter!  Deliriyorum galiba ya da deli olan sizlersiniz." Kontrolsüz bağırtısı otobüsün içini çınlattı.

Kız mahzun ifadesiyle, "Sizi ikna edemiyoruz, ne üzücü," diye söylendi.

Bir-iki dakika motor hırıltısıyla dolu sessizlikte geçti. Bu arada kız koridorun arka tarafına doğru ilerlemişti ama hala göz ucuyla da adamı izlemeyi sürdürüyordu.

Onu böyle görmek daha da öfkelendirdi. Aniden, "Ha ha, aptalca! Neler yaşıyorum!" diye mırıldandı. "Niye anlamak istemiyorsunuz, bunlar normal şeyler değil! "

Otobüsün arka tarafına doğru ilerlerken tanıdık bildik birisi olup olmadığını bakınmaya başladı. Yaşlı bir kadına bir şey söyleyecekmiş gibi tam eğilmişken vazgeçti, onun yanındaki genç adama, "Bunlar ne yapıyor, bir fikrin var mı, benimle niye oynuyorlar?"

"Sizinle oynamıyoruz siz O'sunuz," diye cevap verdi.

Yüzü daha da soldu ve kendinden geçer gibi oldu. Bütün vücudu gerilmişti bu sözleri duyunca. "Niçin bekliyorsunuz? Ben kimim?" diye sıkıştırdı. Ama diğerleri gibi o da sakin, memnun ifadesiyle duruyor, beklediği cevapların hiçbirini hiç kimseden alamıyordu.

"Bunu açıklayamam," dedi genç adam.

Bu sırada otobüs durağa yanaşıp bir kaç kişiyi aldı. Binenlerden birisi yanındakinin koluna çakıştırarak kafasıyla adamın bulunduğu tarafı daha doğrusu adamı işaret etti.

Zaman geçtikçe, söyleyecek bir söz, durumunu açıklayacak bir şey bulmakta zorlanıyor, içindeki sıkıntı ürkütüyor, sıkıştırıyor, âdeta boğuyordu. Bitkin düşmüştü, "Daha fazla dayanamayacağım! İnmek istiyorum!" diye bağırarak, kapıya doğru hamle yaptı ve düğmeye bastı.

Yolcular hep bir anda dürtülmüş gibi hareketlendiler: "Hayır gitmeyin, bize bunu yapmayın, olamaz!" sesleri uğultularla birbirine karışıyordu.

Güzel kız birden ağlamaya başladı: "Bizi terk etmeyin," diye seslendi kalabalığın arasından dikkat çeken muhtaç ve teselli bekleyen sesiyle.

Gözlüklü kadın, "Bunu yapmayın bize!"

Kelli felli adam kendinden emin pozuyla, "Bizi bırakacağınıza inanmıyorum!" derken herkes pürtelâş içerisinde birbirlerinden yardım umarak razı etmeye, tutmaya, ikna etmeye çabalıyorlardı.

Terden sırılsıklam olmuştu ve ne yapacağını bilmez, perişan haldeydi adam. Bacakları bükülüyor, kolları dökülüyor, canı çekiliyordu. Bezgin ve ağlamaklı bir hırıltıyla,  "Benden ne istiyorsunuz, benden ne yapmamı bekliyorsunuz!" diye sordu.

Kelli felli adam yine kendinden emin, "Bizimle kal yeter! Siz O'sunuz." Sonra kurnazca alttan bakarak, "Hem bizi denediğinizin de farkındayız," dedi gülümseyerek.

"Denemek mi, ne denemesi," diye söylendi. Onları ikna edecek gücü tükenmişti, "Tamam!" dedi. Başı öne düştü ve mırıltıyla bir kez dah "Tamam" dedi. Kendisini azıcık toparlayarak daha anlaşılır bir sesle ve hatta kendinden emin.: "Beklediğiniz adamım ben! Size geldim! İşte buradayım! Ne yapacaksanız yapın! Ne olacaksa olsun!" Derin derin solurken göz kapaklarının yarı aralığından da bir sonraki anı bekliyordu.

İtiraf sözlerinin kendisine hiç inandırıcı gelmediğini biliyordu. Ne istediklerini, ne yaptıklarını bilemediği insanların beklentilerinin odağı olmak tabii ki inandırıcı olmaktan uzak, saçma ve anlamsızdı.

Bir süre sonra fark etti ki kendi kendine konuşmakta. Kafasındaki karmaşanın bir anki suskunluğunda otobüsün içinden çıt çıkmadığını fark etti. Bütün yüzler ona çevrilmişti ama ifadeleri farklıydı biraz önceki gibi değildi her nedense.

İnsanların durgun suratlarına sözlerini tekrarladı, "Ben O'yum."

Otobüse binerken söze ilk karışan gözlüklü kadın, sert ve azarlayan üslubuyla "Kimsin?" diye sordu ilk cesareti gibi.

"Kim miyim ben? Beklediğiniz, bahsettiğiniz kişiyim. Beni beklemiyor muydunuz?"

"Beklediğimiz mi?" diye kısık ama diğerlerinin duyabileceği bir sesle, "Deli midir nedir?" dedi kıkırdayarak hatta alayla. "Kendisini bekliyormuşuz," diye söylendi.

Adam duyduklarını kendi kendine tekrarladı. "Deli mi?"

Hemen herkesin küçümseyen bakışlarıyla karşılaşmıştı. Birkaçı adamın yakınından iki adım öteye uzaklaştı. İki genç, itici bakışlarıyla sanki her zaman karşılaştıkları bir olaymış gibi aptal ve ukala üsluplarıyla gülümsedi.

Kelli felli adam pek ilgilenmez duruyordu. Adama, "Bana niye öyle bakıyorsun?" diye sordu.

"Sizce ben kimim?" diye sordu.

"Şey... Sizi tanımıyorum, bilmiyorum! Siz..."

"Evet siz..." diye tekrarlayarak öykündü.

"Sizi tanımıyorum!" dedi. Son kelimeyi söylerken daha fazla konuşmak istemediğini belirtir gibi bitirdi ve kafasını çevirdi.

Kızın yanına doğru ilerleyip bir şeylerin aniden değiştiğini ispatlamak istercesine, saçlarına dokunmak için elini uzattı. Tam dokunmuştu ki kız, tiz bir çığlıkla herkesin tepkisini daha da yoğunlaştırarak dikkati üzerinde topladı.

"Ne yaptığını zannediyorsun terbiyesiz adam!" diye bağırtıyla sert bir tokat patlattı suratının ortasına.

Otobüsün içinde öfkeli bir dalgalanma oldu. Adamı itekleyip, hırpalamalar arasında, "Atın şunu dışarıya!" diye bağrışmalar yükseliyordu.  "Defedin,  kim bu!"  "Vah!  Vah!"   "Atın da aklı başına gelsin!"   "Irz düşmanı!"  "Zavallı... Bu genç yaşında..."

Bütün sesleri, konuşulanları o da işitiyordu. Kulağında bir çınlama, baygınlık, hiçlik içerisinde, girdabın güçlü çekimine kapılan bir kağıt parçası gibi çaresizce, "Durun! Ben deli değilim! Ne yapıyorsunuz, ne yapıyorsunuz!" diye tepki verebildi sadece.

Bu sırada araç yavaşladı ve adamı iteleyerek dışarıya savurdular. Niçin benimsendiğini bilmediği gibi neden kaba biçimde dışlandığını da bilmiyordu. Otobüsün yoğun egzoz kokusu ciğerlerine dolarken, yere yapışmış yüzündeki sırığın acısı motorun titreşimleri ile daha arttı. Ayağa kalkınca fark etti ki dizi de kanıyordu. Hangi tarafa yürüyeceğini bilemedi ilk anda. Şehirden uzaklaştıklarını ve ıssız bir bölgesine geldiklerini içerideki hengâme sırasında hiç anlamamıştı. Neler yaşıyordu böyle!

Aynı otobüs iki saat sonra şehrin çok başka bir köşesinde durakta tek başına bekleyen başka bir yolcuya yanaştı. İçindekiler ne bir eksik, ne bir fazlaydı.

  BLOG İÇERİĞİ / LIST OF CONTENTS YAZILAR / ARTICLES -UZAKTAN (Deneme) -YAPAY ZEKÂ, PHOTOSHOP, MS WORD… (Makale) -SORULAR (Makale)   - K...