O (ÖYKÜ)
Evden çıkıp otobüs
durağına doğru yürümeye başladı. Caddeye çıkınca gördü ki otobüs durağa
yanaşmış ve neredeyse hareket etmek üzere. Kaçırmamak için hızlıca koştu. Biner
binmez de kapılar kapandı ve otobüs hareket etti. Elinin tersiyle kibarca
terini silip, ayakta duracağı uygun bir yere bakınırken orta kısımdaki boşluğa
doğru ilerledi. Otobüs kalabalık sayılırdı ama ayakta duran yolcular için yer
yer boşluklar da vardı.
Dışarıyı izledi sağa
sola bakmadan bir süre. Hemen önündeki koltukta oturan orta yaşlı bir kadının
kendisini süzdüğünü görünce istifini hiç bozmadan dışarıyı izlemeye devam etti.
Birkaç dakika geçti ama biliyordu ki göz seviyesinin altındaki manzara değişmemiş
kadın hâlâ onu dikkatle izlemekte hatta dikizlemekteydi.
Bir ara kafasını yana
çevirince başkalarının da kendisine baktığı hissine kapıldı. Kaçırılan bakışlar
hoşnutsuzluğunu artırmıştı. Görünüşünde dikkat çekebilecek bir şeyler var mı
diye üstüne başına baktı, eksik ya da fazla bir şey; eliyle yüzünü, çenesini
yokladı. Otobüsü beklettiği için kızmış olamazlardı, beş saniye bile
bekletmemişti ki. Yalnızca tesadüfî bakışların sevimsizce buluştuğu bir anı
yaşıyor olmalıydı.
Hafif çaprazında, çok
da uzağında olmayan kalabalığın arasında güzel bir yüzün gülümseyen, ışıl ışıl
gözleriyle karşılaştı. Sağındaki, solundaki insanlara baktı ve fark etti ki
kesinlikle yolunda gitmeyen bir şeyler var.
Hayır, hayır kuruntu
ediyordu, ara sıra böyle şeyler her insanın başına gelebilirdi, kafaya
takılacak, önemsenecek bir durum yoktu. Şimdi her şey düzelecek, ortam olması
gerektiği gibi birbirine mesafeli ve sıradan akışında herkes kendi dünyasına
dönecekti.
Ortadaki boşluğa
doğru bir kaç adım atmıştı ki, gözlüklü yaşlıca bir kadın, "Nerede kaldın,
nihayet gelebildin," dedi sitemkâr ama yumuşacık tonlamasıyla.
Bazıları kendi
aralarında fısıldaşırken bazıları da hafif tebessüm ve bir cevap beklentisi ile
gözlerini adama çevirdiler. "Ben mi? diye karşılık verdi kısık sesiyle.
Kadın, "Hiç
gelmeyeceksin diye endişelenmeye başlamıştık," dedi.
Adam, kadını tanıyıp
tanımadığı ve ona bir karşılığını verip vermemeyi düşündü. Sonunda, "Affedersiniz,
sizi tanıyor muyum acaba?" diye çekingen bir sesle sordu.
Kadın samimi bir
edayla, "Hayır," dedi.
Adam kafa
karışıklığına rağmen yine de sakinliğini muhafaza ediyordu. Herhangi bir
zamanda, yüzlerce kişi arasından aklı başında olmayan bir kadın kurban olarak
kendisini seçmişti. Şehir büyük, insanlar çeşitliydi ama yaşlı kadın, "endişelenmeye
başlamıştık," demişti. Demek ki onun düşüncelerini paylaşan başkaları da
vardı. Bir otobüs dolusu insanın kendisini bekler olduğunu düşünmek tabii ki
hem saçma hem de çok komik durumdu.
Tam bu esnada tıknaz,
yaşlı bir adam orta sıralardan kadının söylediklerini tekrarlar gibi samimi bir
edayla atıldı, "Merak ettik efendim, elimizde değil," diyerek.
"Neyi merak
ettiniz efendim?" diye karşılık verirken yine de nezaketi elden
bırakmamıştı.
"Gelmeyeceksiniz
diye tabii ki..." dedi yaşlı adam. "Umutsuzluğa asla kapılmadım, bizi
bırakmayacağınızı biliyorduk."
Yaklaşan panik
havasını içten içe hissediyordu. Sinirli bir sesle gözlerini kısıp kaşlarını
çatarak, "Siz kimi bekliyordunuz, kimden, neden bahsediyorsunuz?"
Yolcular hep bir
ağızdan bozuk koroyla, "Tabii ki
sizi!.." diye karşılık verdiler.
Puflayarak derin bir
nefes bıraktı. "Manyak bunlar..." diye mırıldandı. Bunların bir
açıklaması olmalıydı ama kendisi bir açıklama yapmak zorunda hissetti. Kelimelerin
üzerine basa basa, tane tane: "Bakınız, zannedersem yanlışınız var... Özür
dilerim ama... ben hiçbirinizi tanımıyorum... Üstelik bu otobüs her zaman
bindiğim bir hat bile değil ve az sonra da inip başka bir otobüsle devam
edeceğim. Lütfen, rahatsız hissediyorum kendimi!"
Hafif bir rahatlama
hissetse de sıkıntısı geçmemişti. Açıklamaları bu aptal ve yersiz durumu düzeltmeye
yeterde artardı herhalde.
Kısa bir süre
sessizlikten sonra arka taraflardan kelli felli bir adam, "Hayır efendim!
Hayır!" diyerek atıldı. "Sizi beklediğimizi pekâlâ biliyorsunuz!"
"Yeter"
diye bağırdı. İyice afallamıştı. "Yeter şakanın da bir ölçüsü olmalı!"
Mosmor suratı ve öfkeli sesiyle, "Beklediğiniz ben değilim, eğer birini
bekliyorsanız o ben değilim. Hayır! Beni
bekliyor olamazsınız... Topluca şaka mı yapıyorsunuz? Kamera şakası filan mı?
Kamera nerede?" Çevresine şaşkın şaşkın bir şeyler arar gibi bakındı.
Kimse ona karşılık
vermedi; aynı ifadeler, aynı bakışlar, aynı göz süzmeler devam ederken kendisi
de aynı yılgınlık sarmalındaydı. Topluluk içinde hiç bu kadar öfkelendiğini
hatırlamıyordu.
Birkaç dakika böyle
geçti. Birileri bir şeyler söylemeliydi hem de derhal. Otobüse bindiği ilk anda
dikkatini çeken o güzel kız gözlerini kırpıştırarak, dudağına yerleşmiş
gülümsemesiyle adama işveyle yaklaştı. Sanki onu duymuş; rahatlatmak,
endişelerini gidermek, sorularını cevaplamak istemişti: "Hayır, şaka
yapmıyoruz! Bize kızmayın! Ben de diğerlerini tanımıyorum ama onlarla aynı
şeyleri hissediyorum; hem başkasını değil sizi bekliyorduk, saatlerce, günlerce
sizi bekleyebilirdik!" Kız cümlesini masum mimiklerle tamamlarken çok ikna
edici, davetkâr ve de çok çekiciydi.
"Günlerce mi, peki
neden?" diye sordu hemencecik olan biteni anlatacak bir şeyleri ondan
umarak.
"Sizi tatmin
eder mi bilmem ama bizim için vazgeçilmez bir duygu bu... İçimizden geliyor, tarifsiz
bir beklenti aslında. Bunu kabullenmek sizin için zor olmasa gerek..." derken
derin derin adamın gözlerini süzdü.
"Ama!.."
Kekeleyerek devam etti: "Ne, neyi? Ne zor olmasa gerek!"
Kız gözlerini 'sen
anlarsın,' der gibi kırptı.
"Benden...
Benden ne bekleyebilirsiniz ki! Gerçekten hiçbirşey anlamıyorum, aklımın da
başında olduğumu düşünüyorum, niçin böyle davranıyorsunuz bana!" Arkasındakilere
de dönerek: "Beni hiç tanımayan kimselerin bulunduğu, herhangi bir otobüse
bindim. İnsanların böyle davranmasının… Garip ve sıkıcı bir rastlantı mı, şaka
mı, yoksa toplu bir halüsinasyon mu... ne bileyim, bir oyun mu olduğunu
düşüneyim? Anlam veremiyorum!"
"Rastlantı
değil, kesinlikle, zannettiğiniz gibi değil," dedi kız. Adamın yanına
iyice sokularak kısık ve iç gıcıklayıcı bir sesle: "Biz sizin için
buradayız... Siz de bizim için... Ne isterseniz yapmaya hazırız!.. Siz bizi
tanımıyor olabilirsiniz ama bizden sizi tanımıyormuşuz gibi davranmamızı
istemeyin lütfen! Bu kadar mütevazılık..." Kız abartılı hayranlığıyla
adamın gözlerinin içine bakıyor, göğüslerinin mütecaviz kabartılarını hafiften
ona dokunduruyordu.
İçi bir tuhaf olmuştu
adamın. Mahcup bir ifadeyle sesini kısarak, "Bir şey istemiyorum ki, asıl
siz benden ne istiyorsunuz..." Cevap gelmediğini görünce, dişlerini
sıkarak dudağını büktü. "Rahat bırakın beni, rica ediyorum."
Çaresizce söylenmişti. Bir süre sessizlik oldu ama kız hâlâ gözleri gözlerinde
aynı etkileyici ifadeyle önünde duruyor, baldırlarını adamın bacaklarına
sürtmekten geri kalmıyordu. Kızın dikkatli bakışları adamın göz kırpışlarını
bile kaçırmıyordu.
Adam aniden
toparlandı ve aklına gelen şeyi hemen söyledi: "Hımm... Hayır, bir şey
istiyorum!" dedi. Kızın yüzü bu sözle anlamlandı. Adam kararlı ve sert, "Peki,
bluzunuzu çıkarın,” dedi ve söylediklerine karşı kızın sövüp, sayacağını
düşündüğünden hareketsizce tepkisini bekledi.
Kız tatlı bir
gülümsemeyle başını hafifçe indirip kaldırarak onayladı. Memnun edasıyla
montunu çıkarıp adamın omzuna attı. Tam bluzunu çıkarmak için kollarını
birleştirmişti ki, "Dur," dedi adam. Kızı belinden kavrayarak kendine
çekti ve dudağına bir öpücük kondurdu. Kafasını kaldırıp çevresine göz
gezdirdi. Kimseden hiçbir nahoş tepki hissetmedi. Kızın yanaklarına avuçlarının
arasına aldı ve bu kez daha sert ve uzun öptü. Kızın gözlerinin içine bakarken,
" Şu anda neler olduğunun farkında mısın acaba?" diye sordu.
Kız, "Elbette,
devam etmemi istiyor musun?" diye sorarken bluzunu işaret ediyordu.
"Ben bunu
yaptığıma inanamıyorum... Dur, yeter! Yeter! Deliriyorum galiba ya da deli olan
sizlersiniz." Kontrolsüz bağırtısı otobüsün içini çınlattı.
Kız mahzun
ifadesiyle, "Sizi ikna edemiyoruz, ne üzücü," diye söylendi.
Bir-iki dakika motor
hırıltısıyla dolu sessizlikte geçti. Bu arada kız koridorun arka tarafına doğru
ilerlemişti ama hala göz ucuyla da adamı izlemeyi sürdürüyordu.
Onu böyle görmek daha
da öfkelendirdi. Aniden, "Ha ha, aptalca! Neler yaşıyorum!" diye mırıldandı.
"Niye anlamak istemiyorsunuz, bunlar normal şeyler değil! "
Otobüsün arka
tarafına doğru ilerlerken tanıdık bildik birisi olup olmadığını bakınmaya
başladı. Yaşlı bir kadına bir şey söyleyecekmiş gibi tam eğilmişken vazgeçti,
onun yanındaki genç adama, "Bunlar ne yapıyor, bir fikrin var mı, benimle
niye oynuyorlar?"
"Sizinle
oynamıyoruz siz O'sunuz," diye cevap verdi.
Yüzü daha da soldu ve
kendinden geçer gibi oldu. Bütün vücudu gerilmişti bu sözleri duyunca. "Niçin
bekliyorsunuz? Ben kimim?" diye sıkıştırdı. Ama diğerleri gibi o da sakin,
memnun ifadesiyle duruyor, beklediği cevapların hiçbirini hiç kimseden alamıyordu.
"Bunu açıklayamam,"
dedi genç adam.
Bu sırada otobüs
durağa yanaşıp bir kaç kişiyi aldı. Binenlerden birisi yanındakinin koluna
çakıştırarak kafasıyla adamın bulunduğu tarafı daha doğrusu adamı işaret etti.
Zaman geçtikçe,
söyleyecek bir söz, durumunu açıklayacak bir şey bulmakta zorlanıyor, içindeki
sıkıntı ürkütüyor, sıkıştırıyor, âdeta boğuyordu. Bitkin düşmüştü, "Daha
fazla dayanamayacağım! İnmek istiyorum!" diye bağırarak, kapıya doğru
hamle yaptı ve düğmeye bastı.
Yolcular hep bir anda
dürtülmüş gibi hareketlendiler: "Hayır gitmeyin, bize bunu yapmayın,
olamaz!" sesleri uğultularla birbirine karışıyordu.
Güzel kız birden
ağlamaya başladı: "Bizi terk etmeyin," diye seslendi kalabalığın
arasından dikkat çeken muhtaç ve teselli bekleyen sesiyle.
Gözlüklü kadın, "Bunu
yapmayın bize!"
Kelli felli adam
kendinden emin pozuyla, "Bizi bırakacağınıza inanmıyorum!" derken
herkes pürtelâş içerisinde birbirlerinden yardım umarak razı etmeye, tutmaya,
ikna etmeye çabalıyorlardı.
Terden sırılsıklam
olmuştu ve ne yapacağını bilmez, perişan haldeydi adam. Bacakları bükülüyor,
kolları dökülüyor, canı çekiliyordu. Bezgin ve ağlamaklı bir hırıltıyla, "Benden ne istiyorsunuz, benden ne
yapmamı bekliyorsunuz!" diye sordu.
Kelli felli adam yine
kendinden emin, "Bizimle kal yeter! Siz O'sunuz." Sonra kurnazca
alttan bakarak, "Hem bizi denediğinizin de farkındayız," dedi
gülümseyerek.
"Denemek mi, ne
denemesi," diye söylendi. Onları ikna edecek gücü tükenmişti, "Tamam!"
dedi. Başı öne düştü ve mırıltıyla bir kez dah "Tamam" dedi. Kendisini
azıcık toparlayarak daha anlaşılır bir sesle ve hatta kendinden emin.: "Beklediğiniz
adamım ben! Size geldim! İşte buradayım! Ne yapacaksanız yapın! Ne olacaksa
olsun!" Derin derin solurken göz kapaklarının yarı aralığından da bir
sonraki anı bekliyordu.
İtiraf sözlerinin
kendisine hiç inandırıcı gelmediğini biliyordu. Ne istediklerini, ne
yaptıklarını bilemediği insanların beklentilerinin odağı olmak tabii ki
inandırıcı olmaktan uzak, saçma ve anlamsızdı.
Bir süre sonra fark etti ki kendi kendine
konuşmakta. Kafasındaki karmaşanın bir anki suskunluğunda otobüsün içinden çıt
çıkmadığını fark etti. Bütün yüzler ona çevrilmişti ama ifadeleri farklıydı
biraz önceki gibi değildi her nedense.
İnsanların durgun
suratlarına sözlerini tekrarladı, "Ben O'yum."
Otobüse binerken söze
ilk karışan gözlüklü kadın, sert ve azarlayan üslubuyla "Kimsin?"
diye sordu ilk cesareti gibi.
"Kim miyim ben?
Beklediğiniz, bahsettiğiniz kişiyim. Beni beklemiyor muydunuz?"
"Beklediğimiz
mi?" diye kısık ama diğerlerinin duyabileceği bir sesle, "Deli midir
nedir?" dedi kıkırdayarak hatta alayla. "Kendisini bekliyormuşuz,"
diye söylendi.
Adam duyduklarını
kendi kendine tekrarladı. "Deli mi?"
Hemen herkesin
küçümseyen bakışlarıyla karşılaşmıştı. Birkaçı adamın yakınından iki adım öteye
uzaklaştı. İki genç, itici bakışlarıyla sanki her zaman karşılaştıkları bir
olaymış gibi aptal ve ukala üsluplarıyla gülümsedi.
Kelli felli adam pek
ilgilenmez duruyordu. Adama, "Bana niye öyle bakıyorsun?" diye sordu.
"Sizce ben
kimim?" diye sordu.
"Şey... Sizi
tanımıyorum, bilmiyorum! Siz..."
"Evet siz..."
diye tekrarlayarak öykündü.
"Sizi
tanımıyorum!" dedi. Son kelimeyi söylerken daha fazla konuşmak
istemediğini belirtir gibi bitirdi ve kafasını çevirdi.
Kızın yanına doğru
ilerleyip bir şeylerin aniden değiştiğini ispatlamak istercesine, saçlarına
dokunmak için elini uzattı. Tam dokunmuştu ki kız, tiz bir çığlıkla herkesin
tepkisini daha da yoğunlaştırarak dikkati üzerinde topladı.
"Ne yaptığını
zannediyorsun terbiyesiz adam!" diye bağırtıyla sert bir tokat patlattı
suratının ortasına.
Otobüsün içinde
öfkeli bir dalgalanma oldu. Adamı itekleyip, hırpalamalar arasında, "Atın
şunu dışarıya!" diye bağrışmalar yükseliyordu. "Defedin, kim bu!"
"Vah! Vah!" "Atın da aklı başına gelsin!" "Irz düşmanı!" "Zavallı... Bu genç yaşında..."
Bütün sesleri,
konuşulanları o da işitiyordu. Kulağında bir çınlama, baygınlık, hiçlik
içerisinde, girdabın güçlü çekimine kapılan bir kağıt parçası gibi çaresizce, "Durun!
Ben deli değilim! Ne yapıyorsunuz, ne yapıyorsunuz!" diye tepki verebildi sadece.
Bu sırada araç
yavaşladı ve adamı iteleyerek dışarıya savurdular. Niçin benimsendiğini
bilmediği gibi neden kaba biçimde dışlandığını da bilmiyordu. Otobüsün yoğun egzoz
kokusu ciğerlerine dolarken, yere yapışmış yüzündeki sırığın acısı motorun
titreşimleri ile daha arttı. Ayağa kalkınca fark etti ki dizi de kanıyordu. Hangi
tarafa yürüyeceğini bilemedi ilk anda. Şehirden uzaklaştıklarını ve ıssız bir
bölgesine geldiklerini içerideki hengâme sırasında hiç anlamamıştı. Neler
yaşıyordu böyle!
Aynı otobüs iki saat
sonra şehrin çok başka bir köşesinde durakta tek başına bekleyen başka bir
yolcuya yanaştı. İçindekiler ne bir
eksik, ne bir fazlaydı.
Yorumlar
Yorum Gönder