10 Ocak 2023 Salı

SEMİZ BEY VE DÂN (ÖYKÜ)

Derdini dinletebilmek için ağzından çıkacak kelimelerin şiddetine karşı koyamayacak bir ruh haliyle konuşuyordu. Besbelli çok bunalmıştı ve bu davranışı patronu karşısında şimdiye değin hiç yapmadığı bir şeydi.

"Evet, evet ama hiç dinlenmeden gece yarılarına kadar çalışmak akıllıca görünmüyor artık Sayın Patronum!" diye kendisine de ilginç gelen bir ses tonuyla çıkıştı.

"Dur, dur... Sen benim sağ kolumsun Dânâ, sağ kolum. Böyle sözler senin kariyerine yakışmıyor, rica ederim." İhtişamlı masanın gerisinde oturan adam umursamazca kırmızı yanaklarını titreterek purosundan derin bir nefes çekti, "hem karına ilgi göstermeyi ihmal etme derdim her zaman sana, sonunda çekti gitti bak. Ben de çok çalışıyorum ama karıma ayıracak zaman bulabiliyorum." Bu sözlerden sonra Semiz Bey gerçekten karısıyla ilgilenip ilgilenmediğini düşündü. Henüz bir hafta önce aldığı pırlanta kolyenin kutusunu açarken karısının mutlu yüz ifadesini düşününce tereddütsüz onunla ilgilendiğine bir kez daha inandı. Sırıtırken saygıyı elden bırakmayan kızgın adamı kışkırttığının farkında değildi. "Zaman ayırmalıydın dostum," dedi yine ilgisiz sesiyle ve sinir bozucu hareketleriyle.

"Ama..."

"Bizim işimiz bu, işimiz bu, sen bir profesyonelsin değil mi? Bu imparatorluğu çalışarak yarattık ve şimdi dünyanın en büyük inşaat şirketlerinden biriyiz," diye araya girdi Semiz Bey.

Dânâ asıl konuya dönüş yaptı ve "Yemek molam hiçbir zaman on beş dakikayı geçmedi; eve vardığımda ne karıma ne de çocuklarıma beş dakikadan fazla zaman ayıramadan yorgunluktan sızıp kaldım, hiç tatil yapmadım, hiç senelik izin kullanmadım!" Nefeslendikten sonra, "Evim merkeze öyle uzak ki, itiş kakış arasında tam iki saatte işe gelebiliyorum, iki saatte dönüşü var bunun, kırk dört durak geçmekteyim Sayın Semiz, daha öncede söylemiştim; yirmi sekiz durak batı metrosu, yedi durak otobüs, dokuz durak merkez metrosu..."

"Araba kullanmaktan korkuyorsan ben yapabilirim!"

"Konumuz o değil efendim. Merkez'de meselâ A7SUN gökdeleninde bomboş duran yirmi daire var; gerçi yerin otuz metre altında ama... Birini bana ayırsanız küçük taksitlerle maaşımdan öderim." Sesi denetimsizdi ve gizli öfke belirtileri gösteriyordu.

İstifini hiç bozmadan Semiz Bey, "Dostum sana az para verdiğimi söyleyemezsin! Merkeze yakın bir yerde oturmanı kaç kere söyledim. Her şeyi benden nasıl beklersin."

"Merkez'de bir daire alacak kadar da kazanmıyorum Sayın Semiz. Zaten aldıklarımın çoğu da karımın nafakasına, çocukların okul taksitlerine gidiyor. Merkez'deki evler çok pahalı, yani… çoğu sizin olan şu binalar. 'Sıradan insanlar Merkez'de oturmamalı' sözü benim için de geçerli anlaşılan. İmparatorluğunuzun o görkemli gökdelenleri benim tasarımlarım, benim sayemde ülkenin en çok tanınan adamı değil misiniz?"

Semiz Bey purosunun külünü kocaman bir kül tablasına beceriksizce serpiştirdi. "Hı... Doğru." Dânâ'nın tavırlarından artık rahatsızlık ve sıkkınlık duymaya başlamış, bu adam haddini fazlasıyla aşmıştı. Çünkü böylesi konuşmalar arada olsa da hiç uzun sürmez, birkaç dakika içerisinde Semiz Bey'in belirsiz tavırları sonrasında kendiliğinden kapanıverirdi. Ama bugün durum farklıydı, onu ilk defa böyle ısrarcı, kararlı ve hatta kavgacı görmekteydi.

"Bana oturacağım küçük bir daire verin lütfen, elli metrekare bile bana yeter."

Koltuğuna yayıldı, kendini toparladı ve pişkin ve hükümran bir tavırla tam bir patron gibi konuştu: "Yıllardır yanımda çalışıyorsun Dânâ, ülkenin en büyük inşaat şirketinden sebepsiz yere bırakıp gidersen kimse sana güvenmez… hem kolayca iş de bulamazsın."

"Haklısınız ama!" derken tehdit vurgusunu hissetti.

"Haklıyım tabii... Yeteneklerini kullanmak seni mutlu etmiyor mu yoksa? Senin gibi bir dâhi mimar ve mühendisin bunları bilmesi gerekir değil mi? Bilmesi gerekir." Gerdanın şişirerek, "Şimdi bunları bırakalım da, şu muhteşem binamızın taslaklarına bakalım."

Semiz Bey atikçe doğruldu ve bina maketlerinin ve planlarının bulunduğu geniş odanın ortasındaki geniş masaya doğru ilerledi. Bir taraftan da "Muhteşem, muhteşem!" diye söyleniyordu, yanakları al al, gözleri pas parlaktı. Masanın üzerinde duran kocaman şehir maketi ve tam ortasında da diğerlerinden ilk bakışta hemen ayrılan, çok dikkat çekici bir yükselti vardı. Bu yükselti yakında inşaatına başlayacağı, onun tutkuyla önemsediği ve hayatının projesi olarak nitelendirdiği dev gökdelendi. Bir kez daha kutsal bir nesnenin karşısındaymış gibi hayranlıkla maketin seyrine daldı. Bir süre sessizlikten sonra, "Özel odamı düşünmek bile beni çıldırtıyor; aynaları, cam duvarları, mimari zevklerimi biliyorsun, yüzme havuzu... Biraz anlatsana! Şimdiye değin yapılan en muhteşem bina olacak ve tepesinde o muhteşem oda!" Binasının ve özel odasının hayaliyle keyifle oynaşırken kendinden geçmiş, suratı zevkten o anları yaşıyor gibi başkalaşmıştı.

Dânâ'da oflayarak masanın başına geldi. "Biliyorum tabii Sayın Semiz, biliyorum!"

"Bak Dânâ sana güveniyorum. Bu binayı bitirince maaşına zam yapacağım kesinlikle. Kesinlikle sana sürpriz yapacağım!"

"Gerçekten sürpriz olacak!" diye mırıldandı Dânâ.

*

İki ay sonra inşaat yerinde:

"Ne muhteşem bir temel değil mi Dânâ? Beni dünyanın en mutlu insanı edeceksin."

"Orasını bilemem," diye geçirdi içinden. "Ama beni her zaman hatırlayacağınıza eminim!"

"Kesinlikle dâhi dostum, kesinlikle!" derken adeta kırıtıyordu.

Onbir ay sonra:

"Dânâ, buradan bile binamızı görebiliyorum. Dur tahmin edeyim kaçıncı kata kadar çıktığınızı; Yüz kırk dört mü?" 

Çelik kule, camdan elbisesini giymemişti henüz ama diğer gökdelenlerin arasından ayrıcalıklı ve abidevi duruşuyla şimdiden fark edilmeye başlamıştı bile.

"Yaklaştınız, yüz kırk sekizinci kattayız."

Ellerini ovuşturarak, "Özel odamı görmek için sabırsızlanıyorum. Tanrım ne hoş, ne yücelik..."

Dört ay sonra:

Ofisin penceresinden hayran gözlerle binasına bakarken, purosunu daha keyifle üfledi. Savrulan duman cama çarparak Semiz Bey'in yüzünde okşarca dağıldı. "Mükemmel oldu, muhteşem! Tepesinde, kendimi şehrin hâkimi hissedeceğim." Heyecanla sordu, "Açılışı ne zaman yapıyoruz?"

"İki hafta sonra efendim," diye cevapladı Dânâ.

Bina, iki yüz yirmi katlı, altın renginde, camdan dev bir Brancusi٭ heykelini andırıyordu. Giderek incelen, uzayın derinliklerine fırlamayı bekleyen bir kuş, bir füze gibi harekete hazır bekler gibiydi. 

Ve iki hafta sonra:

"Büroları, evleri hepsini sattım biliyor musun? Harika!"  diyerek ellerini ovuştururken kendi kendine keyiflendi Semiz Bey. "Kim oturmak istemez böylesi bir anıt binada ha! Söyle kim!"

"E... Evet, harika." diyebildi Dânâ. Kendisine küçük bir daire ayırmayışına hiç şaşırmamıştı. Sonra söze girdi: "Asansörleri çok geniş tuttum. İnsanların metrodaki gibi sıkışarak inip çıkmalarını istemiyorum. Metrodaki kalabalığın balık konservesi hallerini iyi bilirim."

"Çok düşüncelisin. Tabii o kadar para sayıyorlar adamlar. Metroda balık konservesi gibi mi gidiyorsunuz?  Ah, dostum alışmışsındır ama! Ben balık konservesini hiç sevmem biliyor musun? Heh, heh. Hem ben öyle kapalı yerlerden korkarım. Heh, heh! Alışmışsınızdır canım."

Semiz Bey tarifi güç itici bir mahlûk gibi göründü gülerken. Dânâ iğrentisini dudaklarını büzüp, kafasını sallayarak savuşturdu.

Açılış günü:

Şehre uzaktan hangi açıdan, nereden bakarsanız bakın uzaydan gelmiş bir nesne gibi göze çarpıyordu dev gökdelen. Daha şimdiden dünyanın yeni harikaları arasına girdiği bile söylenmekteydi.

Camdan kulenin içi de dışı gibi muhteşemdi. Ortadaki holün muazzam boşluğundan yukarıya bakıldığında, ışıklı helezon adeta fışkırarak insanın aklını, bedenini, ruhunu da çalarak yükseklere tırmandırıyor, gözler ışığın, mekânın, neyin nerede başladığını ve sonlandığını anlayamıyordu. Manzara bir kuyrukluyıldızın kuyruğundaymış gibi sarı ve beyaz ışıltılar içerisinde sonsuzluk hissiyle uçuşuyor, baş döndürüyordu. Bina gerçekten de çok ihtişamlıydı ve inanılmazdı. Böylesi bir harikaya sahip olduğu için Semiz Bey'in gururuna ve keyfine hak vermemek mümkün değildi.

Semiz Bey arkasındaki Dânâ'ya dönerek,  "Bak bütün ülke başkanları açılışa gelmişler, ne kadar da kalabalık." Önünden geçmekte olan konuklara, büyük bir nezaketle hoş geldiniz derken zevkten çatlamak üzereydi. Yanındaki bir Devlet Başkanına dönerek: "Sayın Başkanım, şu ortada duran iki sütuna bakınız, onları görmek bile binamın ihtişamını anlatmaya yetiyor değil mi?" Başkan gülümseyerek, başını salladı. Arkasına yine dönerek Dana'ya fısıltıyla, "Misafirler gitse de özel odamı tamamlanmış haliyle bir görsem! Sürpriz olsun diye oraya hiç çıkmadım. Bu sana olan güvenimin bir göstergesidir Dânâ, beni anlıyor musun? Tanrım dayanılacak gibi değil." Sinsice kıkırdamaya devam etti.

Bütün televizyonlar açılış törenini canlı yayınlamaktaydılar. Konuşmak için Semiz Bey kürsüye geldi. "Binanın planlarını bizzat ben tasarladım, yardımcılarım da vardı tabii..." Binanın özelliklerinden övgüyle, uzun uzun coşkuyla bahsetti. Yalnızca bir kez Dânâ'nın adı bile geçmeden tüm çalışanlarına teşekkür etti. Konuşmasının sonuna doğru neredeyse şişen egosunu ağlatacaktı, "Çok çalıştım, çok yoruldum," diyerek sözlerini bitirdi.

Gazetecilerden biri sordu: "Karınızla tatile çıkacağınızı duyduk."

"Karım (bu sırada genç ve güzel karısının görüntüleri ekrana geldi), çok yorulduğumu, iyi bir tatile ihtiyacım olduğunu söyledi. Onu nasıl kırabilirim  (eliyle ona öpücük gönderdi, kadın da ona gülümsedi). Yarın dünya turuna çıkacağız. Karım uçaktan çok korkuyor ama ne yapalım o da gemiyle peşimden gelsin," derken kendisiyle birlikte herkes güldü.

Akşamüzeri:

Nihayet büyük an gelmişti: Semiz Bey özel odasının tamamlanmış halini nihayet görecekti. Dânâ ile birlikte en üst kata çıktılar.

Semiz Bey, adımını içeriye atar atmaz ellerini göğsünde birleştirdi. Gördüğü manzara karşısında bir şeyler söylemek, kendini inandırmak istiyordu. Pencerelerinden şehrin tüm manzarası ayaklar altındaydı. Modern tarzın klasik çizgileriyle harmanlanmış pastel tonların hâkim olduğu, ışıltılı çok geniş bir mekâna girdiler. Oda, merkez holünün tam üzerindeydi ve tabanı yer yer camla kaplanmıştı. Gezinirken insana âdeta ışıltılı bir bulutun üstündeymiş izlenimini uyandırıyordu. Tam ortadaki kocaman havuz ise odaya bambaşka bir hava katıyordu.

"Harika... Harika bir yer,  kalbim duracak sanki. Çok güzel olacağını bekliyordum ama bu kadarını da değil. Muhteşem, muhteşem!" Hayranlıkla etrafına bakınırken söylendi, "Şu tatilde nereden çıktı anlamadım, durup dururken. Kadınları bilirsin işte, şu odanın keyfini çıkarmak varken!" Yüzünü bir an için buruştursa da keyfine diyecek yoktu.

Dânâ araya girdi. "Her şey sesle kumanda edilebilir efendim. Monitörlerden binanın her tarafını izleyebilirsiniz. Her tarafa görüntülü mesajlar iletebilirsiniz, bazı duvarların yerlerini değiştirebilirsiniz. Havuzun tabanı da camdan, yani iki yüz yirmi kat ışıklı derinlik, yüzerken bile ayaklarınızın altında. Yakın katları görebilirsiniz ama onlar sizi asla göremezler. Ayrıca hoşunuza gidecek sürpriz mekânlarda yaptım size," dedi Dânâ.

"Camlı mı?

"Evet bakın." Eliyle beyazımsı, parlak duvarı işaret ederek, "Siz bile fark etmediniz değil mi orada bir kapı olabileceğini?"

"Nee, kapı mı var orada?" Tombul yanakları daha da kızardı, göğsü gurur ve sonsuz sevinçle daha da kabardı.

"Sürprizleri sevdiğinizi düşündüm. Bütün binayı gizlenerek dolaşabileceğiniz merkezin girişidir efendim. Bu kapının şifresi iki yüz yirmi kelimelik yani binanın kat sayısı kadar bir metin. Ama sürprizimi görünce, bu kadar uzun bir şifreye neden ihtiyaç olduğunu anlayacaksınız."

"Dâhisin sen, ne kadar şanslı bir adamım ben!"

Bu arada Dânâ metni okumaya başladı: "Semiz Bey binaları kadar muhteşem bir insandır. Güçlüdür, zengindir, zekidir vs, vs..." Şifrenin gelişigüzel hazırlanmış zoraki bir metin olduğu çok açıktı ama yine de Semiz Beyi her kelimesiyle memnun edecek bir metindi.

"Şifreyi dinlerken bile kalbim duracak gibi oluyor. Beni nasıl da güzel tarif etmişsin!" dedi terini silerek, "Daha fazla dayanamayacağım! Hadi bitir şunu okumayı da sürprizlerini göster."

Dânâ okumayı bitirir bitirmez, kalın duvar yukarıya doğru sessizce açıldı. "Önden buyurun!" derken sonsuz bir itaat ve nezaketle şifrenin yazılı olduğu kâğıdı uzattı.

Kapıdan geçerken coşkunluğu hayranlık boyutunu aşmış, büyülenmiş bakışlarla Dânâ'nın ağzından çıkacak kelimelere odaklanmıştı. "Ne tatlı bir oda, sürprizin bu değil değil mi?" Televizyon, mikrodalga, soğutucu ve çeşitli eşyalarla döşenmiş elli metrekarelik, penceresiz ve köşede bir kapının bulunduğu odanın girişinde duruyorlardı.

"Hayır, tabii ki değil! Şu kapının ardında,"  diyerek kafasıyla işaret etti.  Oraya doğru ilerlediler. "Dedim ya bütün binayı gizlice dolaşacağınız gizli tünellerin giriş kapısı." Semiz Bey, açmak için yeltenince, "Durun hemen açmayın!" "Gözlerinizi kapatın! O kapıyı açma şerefini size vereceğim! Orası tamamı ile size ait."

"Tamam, tamam ne heyecanlı!"

Dânâ iki adım geriye çekildi ve duvar kapandı. İç odadan büyük ana mekâna geçti. Duvardan kumanda masasına benzeyen bir düzenek çıktı ve başına oturdu; monitörlerden izlemeye başladı.

"Aman Tanrım bu çocuk eşsiz biri!" diye kendi kendine söylenmekteydi bu arada Semiz.

İçeride Dânâ'nın sesi duyuldu. "Teşekkür ederim iltifatınız için, sizi duyabiliyorum. Kapıyı açınca gözlerinizi de açabilirsiniz Sayın Semiz."

Tam kapatmadığı gözlerini, kapıyla birlikte açtı. Yüzündeki gurur ve heyecan kapının açılmasıyla müthiş bir beklentiye dönüştü. "Sürprizim orada, biraz ilerleyin," dedi hoparlördeki ses.

Semiz Bey iç kapıyı ve gözlerini açtı.

Karşısında duran koridor, çok ince, onar metre aralıklarla yanan küçük lambalarla zar zor aydınlanan duvar arası  bir yerdi.

Semiz Bey biraz şaşkın: "Ama... Ama burası çok dar değil mi?"

"Girin Sayın Semiz! Biraz loştur ama bu kat hariç diğer katlarda yaşayan bütün insanları görebileceksiniz. Özel koridorlar sayesinde, hiç kimsenin haberi olmadan adeta aralarında dolaşabileceksiniz, hatta yatak odalarını bile gözleyebileceksiniz. Biliyorsunuz ki zevklerinize göre binayı tasarladım."

"Tanrım ne heyecanlı! Bu çocuk beni zevkten gebertecek. Heh, heh..."

Koridorun genişliği, kapıdan bir metre sonra elli santime düşünce, "Dânâ ne oluyor burada! Benim biraz göbekli olduğumu bilmiyor musun?" diye yakınarak sordu. "Bu koridordan bir çocuk bile zor geçer!"

"Yana dönün Semiz Bey, yana dönün, balık konservesindeki diziliş gibi!"

"Yana mı döneyim? Göbeğini içine çekerek üç-dört metre gitti. "Nefesim daralıyor, geçemeyeceğim. Ben oradan nasıl geçerim!"

"Geçersiniz efendim, geçersiniz..."

Biraz daha iteledi kendini ama kurtulma isteğinin telaş ve hamlesiyle başladığı yerdeki küçük odaya geri döndü. "Kapalı... Kapalı oda," diye mırıldandı. Duvarın önüne gelerek nefesini toplamaya, ne olduğunu anlamaya çalıştı. Soğuk ter damlacıklarından biri ensesine damlayınca, "Nasıl bir sürpriz bu! Açar mısın lütfen kapıyı!" Sesinde bir an önce sona ermesini dilediği bu tatsız olayın belirgin baskısı seziliyordu. Elinde terinden ıslanan kâğıdı hatırlayınca, "Seni gidi seni," diye söylenerek okumaya başladı. Büyük, farklı, gizemli, akıllıca bir keşif yapmışçasına şifre metni okumaya başladı: "Semiz Bey, binaları kadar muhteşem bir insandır... vs, vs…" Okuması bitince gözlerini duvara dikip bekledi. "Dânâ açılmıyor... Açılmıyor bu kapı!" diyerek bağırdı.

"Tekrar okuyun, Sayın Semiz ! Tekrar okuyun!"

Metni tekrar okumaya başladı. "Semiz Bey, binaları kadar... vs... vs..." Duvarda hiçbir hareketin olmadığını görünce, "Dânâ kapı bozuldu mu yoksa?"

"Yoo..."

Öyle küçümser, karşısındakini hiçe sayan, kendinden emin öfkesi ve nefreti vurgulanmış bir ses işitmişti ki Semiz Bey. "Açsana be adam! Aç diyorum sana!" diye ürküntüyle bağırdı. Tükürükleri burnunu dayadığı cam duvara sıçradı.

"Açıl susam açıl deyin," dedi yankılanan ses.

"Açıl susam açıl! Açıl susam açıl!" diye hemen tekrarladı. Gözleri duvarın üzerinde umutla bir kez daha gezindi.

"Kendinizi yormayın, sadece bir şakaydı. Odanızı beğendiniz mi?" dedi yine sakin ve kararlı sesiyle Dânâ.

"Odadan bana ne! Ne! Ne diyorsun? Odam olduğunu da nereden çıkarıyorsun!  Aç, alçak herif! Bunlar bir şaka da olsa hesabını soracağım senden!" Dânâ'nın hiç bu kadar rahat ve cesur konuştuğunu işitmemişti. Kesinlikle ters giden, kötü bir his vardı içinde. Karşısında daima süklüm püklüm duran adamının şu anki kararlılığı karşısında, aklına kötümser düşünceler geldi. Kırmızı suratı baygınlık hissiyle bembeyaz olmuştu ve ne yapacağını bilemez haldeydi.

"Bakın orada mikrodalga, konserve açacağı ve büyük bir soğutucu var, içi size bir ömür yetecek kadar balık konservesiyle dolu. Elbette takviye de yapılacak."

"Sen neler diyorsun, geri zekâlı! Burada kalacağımı kim söyledi. Çıkar beni çabuk!  Kapalı yerde kalmaktan nefret ederim ben!" Her yanı tere batmış, yanakları sinirden seğirmeye başlamıştı. Semiz Bey hiç mi hiç inanmak istemese de kendinden emin bir adamın sesiydi hoparlörden yankılanan. Onu oradan kurtarabilecek tek ses, tek kişi...

"Semiz Bey."

"Evet!" Kendisini toparlamaya çalışarak: "Evet, benim güzel arkadaşım. Sen benim dostumsun biliyorsun. Maaşına zam yapacağım, kocaman birde daire vereceğim, hatta iki, yemin ederim! Sana haksızlık ettiğimi fark etmemişim. Sen kesinlikle daha iyisini hak ediyorsun!"

"On,"

"Tamam, on tane daire, hatta sen seç, ne dersin..."

"Neyse pazarlığı bırakalım, zaten şaka yapmıştım."

"Biliyordum, şaka olduğunu biliyordum," derken ayağa fırladı.

"Yanlış anladınız." Bir süre bekledi, "Size kötü bir haberim var." Gözleri bunu duyunca daha da korkuyla açıldı Semiz Bey'in. "Şifreyi kendi sesime programlamıştım. Bir daha bu kelimeler ağzımdan çıkmayacağına göre... Hah, hah, ha..."

Hain ama gevrek sesine kahkahası da eklenince Semiz Bey'in yüreği yarılır gibi oldu. Sakınmaya gerek duymadan, "Ne! Ne dedin sen,  pislik herif! Seni piç kurusu, seni o... çocuğu!"

"Sakin olun. Sakin olamazsanız oranın keyfini çıkartamazsınız! Hem size başka sürprizlerim de olacak."

"Yeter! Yeter, dayanamayacağım artık! Bak sana on bir daire vereceğim, hem de bu binada, ne dersin... Olanları unutalım ha!"

"Pazarlığa mı başladın, seni adi pislik! Bir böcek gibi kısılmışken bile benimle pazarlık edebiliyorsun ha!" Dânâ'nın sesi intikam ateşiyle yanıyordu.

Gücü yettiğince bağırdı Semiz Bey: "Beni öldürmek mi istiyorsun?"

Dânâ daha sakince, "Hayır" dedi. "Metroya hiç binmediğinizi söylediniz. Önceleri size biraz zor gelse de alışırsınız. Benim de alıştığım gibi. Size binanızı gezme şansı da tanıdım. Ama bir metroda işe giderken size verilen yer kadar; dar, sıkışık, loş koridorlardan geçmek zorundasınız. Neyse, biraz önce girdiğiniz koridorun sonunda küçük bir asansörle karşılaşacaksınız. Asansör sizi beş kat aşağıya, başka bir koridora indirecek, benzer bir koridora. O koridorun sonunda yine bir asansör var, onunla da beş kat aşağıya inebileceksiniz. Her asansör sizi beş kat aşağıya, her koridor sizi beş kat aşağıya indirecek asansöre götürecektir. Kimsenin sizden haberi olmayacağı için üzgünüm... Planlarıma gerçekten hayran kalacaksınız." Dânâ sözlerini tamamladıktan sonra Semiz Bey tepki vermeyince : "Evet, aşağıya inmeyi deneyelim mi?"

Gözleri faltaşı gibi açılmış, ne yapacağını bilmez halde, "Tamam, tamam deneyelim." Hâlâ şansı olabileceğini düşündüğünden söylediklerine hiç itiraz etmedi içinden lanetler yağdırsa da. Göbeğini tutup yan dönerek dar koridora girdi. Sırtını, göbeğini duvara yapıştırıp, söylene söylene korkuyla ilerlemeye daha doğrusu kendini iteklemeye başladı. İki dakika sonra karşısına çıkan asansörle beş kat aşağıya indi. Tekrar koridora girdi ve camdan duvarların arkasında gördüğü insanlara bağırarak, duvara vurarak seslenmeye çalıştı ama nafile.

"Daha çok yolunuz var, gücünüzü harcamayın!" diye uyardı Dânâ, onun her hareketini izlerken.

Küfürler savurarak, her koridordan sonra tekrar tekrar asansör bindi. İki saat sonra nihayet binanın zemin katına gelebilmişti. Her taraf çok kalabalıktı, kutlama henüz tam bitmemişti. "Adi pislik buradan çıkınca sana göstereceğim!" dedi tüm gücünü toplayarak. "Duydun mu beni!"

Hâlâ kendine güveninden bir şey kaybetmediğini göstermeye çalışan Semiz Bey'in bu halleri Dânâ'ya daha büyük ve ayrıcalıklı keyif verdi. "Duydum Semiz Bey."

Her tarafı camdan genişçe bir borunun içine inmişti sanki. Kurtulma havliyle hızlı adımlarla, camdan yuvarlağın etrafında bir kaç tur attı. "Kapısı nerede bu lanetin! Söylesene!" Eliyle yoklaya yoklaya bir daha dolandı.

"Kapısı yok!" dedi hoparlördeki ses.

“Kapısı yok mu? Bir fare gibi beni buraya mı tıktın? Allah Kahretsin seni! Kahretsin!" Cam duvara olanca gücüyle vurmaya başladı. İki adam gelip cama sırtını dayayınca, ayakkabısını çıkarıp bütün gücüyle vurmaya başladı. "Duysanıza, duysanıza sağır adamlar!"  Ayakkabısının topuğu kırılıncaya kadar vurmaya devam etti.

"Sayın Semiz !"

"Evet, evet ne var, ne istiyorsun? "

"Nerede olduğunuzu biliyorsunuz değil mi? Hani başkana gösterdiğiniz büyük sütun vardı ya. Oradan nasıl görünüyor? Sizi duyamazlar, sizi göremezler ama siz onları görebilirsiniz. Pis röntgenci seni! Hani zevklerinizi bilirdim ya. Sesi, ışığı ve ısıyı geçirmeyen bir yerdesiniz. Kimse sizin orada olduğunuzu bilemeyecek. Yukarıdaki çöp öğütücüsünden mesaj göndermeyi düşünüyorsanız unutun onu. Çünkü öğütücü, attıklarınızı bir kum tanesi kadar küçük öğütüyor. Zaten binanın genel bir öğütücüsü daha var, muhteşem değil mi?"

Semiz Bey yerlerinden fırlayacakmış gibi gözleriyle sesin geldiği hoparlörü arıyor ama onu da bulamıyordu.

"Kaç asansöre bindiniz, sayabildiniz mi?" Semiz Bey kafasını oradan oraya çevirdi.

"Ne bileyim ben, çıkar beni buradan lütfen! Yalvarıyorum sana! Lütfen."

Onun duymamış gibi, "Ben size söyleyeyim. Tam kırk dört kez asansöre bindiniz. Yani benim her gün işe gelip gittiğim durak sayısı kadar. Aşağıya kaç saatte indiğinizi de söylememi ister misiniz? Tam iki saatte, benim işe gelirken harcadığım süre kadar. İniş ve çıkışı dört saat eder. Her gün işe gelip giderken harcadığım dört saat kadar." Büyük monitörü Semiz Bey’in yüzüne ayarlayıp: "Anladınız mı?" diye öfkeyle bağırdı.

"Anladım, anladım..."

"Çok terlediniz Semiz Bey, odanıza gelip soğuk bir şeyler içmek istemez misiniz?  Oradaki ısı, sizin gelişinizle birlikte otomatik olarak artmaya başladı. Elli derecede kavrulmak istemezsiniz her hâlde. Yani dayanabileceğiniz süre en fazla beş dakika bir saniyedir. Benim eski karıma bile ayıramadığım süre kadar. Her gün aşağıya inip insanları beş dakika görmek sizin için yeterli zannediyorum. Zira her gün buraya inmek zorundasınız, inmediğiniz takdirde düzenekler size daha zor anlar yaşatabilir. Önünüzde iki saatlik bir yolculuk var,  hem başka sürprizlerim de olacak. Yukarıya bekliyorum..."

"Bu bir kâbus, uyandırın beni, uyandırın beni!" Aklı gidip geliyordu. "Lanet herif nereden çıktın karşıma! Nereden! İşe aldığım güne lanet... lanet olsun!" İniltili mırıldanmaları arasında nefesini zor toplayabildi. Şimdi monitörde nasıl görünüyordu kim bilir. Kendi halini göz önüne getirince midesi bulandı, başı döndü, ağzı çarpıldı. Bir zamanlar kölesi olan o silik adam şimdi efendisi, cellâdı olmuştu. Ağlamaklı, bitkin acayip hırıltılı sesiyle, "En muhteşem binama hapsoldum ha! Onları görebileceğim ama sonsuza kadar burada mı kalacağım? İnsanlar kırk santim uzağımda olacak ama benim farkımda olmayacaklar.  Tanrım,  Tanrım..."  Gözlerine artık hiç silinmeyecek derin bir korku yerleşmişti. Perişan haliyle tekrar yukarıya çıkmaya başladı.

Bir, iki, üç... ve kırk dört durak yani iki saat sonra, "Geldiniz sonunda... Havuz çok güzel Semiz Bey."

Soluk soluğa, dili dışarıda, bitkin bir halde elli metre karelik odaya girdi. "Biraz toparlanın, soğuk bir şeyler için," dedi Dânâ.

Sürünerek soğutucunun kapağını açtı. Gördükleri karşısında gözkapakları iyice düştü. "Doğru söylüyormuş, ağzına kadar balık konservesi doluymuş. Seni o... çocuğu!" Kesik kesik nefes alıyor ve karşısındaki manzaranın yılgınlığını atlatmaya çabalıyordu. Bir gazoz açtı, hemen tepesine dikip bir nefeste bitirdi. Elindeki şişeye şöyle bir baktı; "Soğuk içiniz" yazısı amaçsızca dikkatini çekti. Sanki hiçbir şey olmamış, tüm bunlar yaşanmamış, sıradan bir anmış gibi… "Soğuk içiniz."

Bir kaç dakika sonra Dânâ'nın sesi duyuldu: "Kendinize geldiniz değil mi? Şimdi solunuzdaki duvara bakın."

Beyaz duvar gitgide şeffaflaşmaya başladı. Bir-iki saniye sonra camın arkasında Dânâ'nın her şey yolundaymış gibi gülümseyen yüzüyle karşı karşıyaydı. Onu görünce, cama vurmaya, küfürler ederek saldırmaya, çıldırmış gibi debelenmeye başladı. Duvarı, dermanı kesilip yığılıncaya kadar ağlayarak yumrukladı.

Dânâ durgun ama alaycı gülümsemesini kesmeden, "Hayatım havuzdan çıkabilirsin, bak kim geldi," dedi arkasına dönerek.

"Ama... Benim karım! Hayatım kurtar beni!" Kadın Dânâ'nın yanına gelerek ıslak dudaklarıyla yanağından öpünce: "Vay kaltak!" benzeri bir ses çıktı Semiz Bey'in sarkık dudaklarından.

Kadın, Semiz Beye dönerek, "Demek karısına her gün zaman ayırıyormuş." Alaycı ve aşağılayıcı edasıyla çok sefil görünen kocasına, "Hıh, güleyim bari," dedi.

"Sen, Sen..." diyerek toparlanmaya çalıştı. "Beni hiç kimsenin aramayacağını mı zannediyorsunuz? Kimse yokluğumu fark etmeyecek mi?"

Kadın gözlerini kısarak, "Oo, çok safsın Semiz pisliği! Unuttun mu, biz yarın tatile çıkıyoruz. Sen özel uçağınla, ben de gemiyle. Uçak korkumun olduğunu kendi ağzınla bütün dünyaya söyledin. Ben gemiyle giderken senin uçağın okyanusun dibini boylamış olacak."  Kadının bakışı, yürüyüşü, duruşu öyle baştan çıkarıcı idi ki. Semiz Bey karısına hayalindeki her türlü fiziksel, cinsel işkenceyi bir anda uyguladı. Kadın, kendinden emin tavırlarıyla devam etti: "Oraya vardığımızda da ben bu üzücü haberi almış olacağım ve geri döneceğim. Merak etme uçakta başka kimse olmayacak, merak ettiğinde yok ya zaten, kumandayla havalanacak ve fırtınanın içine girecek sonra da... Ah ne acı!"

Semiz Bey karısını dinlerken enerjisinin geri kalan kısmını da böylelikle harcamış oldu. Sonra başını öne eğip kendi haline acıyarak, sarkmış dudaklarından güç bela kelimeler birkaç kelime döküldü: "Her şeyi birlikte planladınız... Baştan beri..." Bu Semiz Beyin kabulleneceği, katlanacağı bir durum kesinlikle değildi ama kelimeleri artık teslimiyet doluydu.  Gözlerini kapadı...

"Semizciğim her şeyi bana bıraktığın için üzüldün mü yoksa" dedi kadın dudaklarını büzerek. "Bu sabah vasiyetnameni imzalarken nasılda neşeli görünüyordun."

Semiz Bey irkilerek, yerden kalkmaya çabaladı. Tombul yüzü bembeyaz, dudakları mosmor olmuştu ve titriyor, tuhaf sesler çıkarıyordu. Zar zor anlaşılan mırıltıyla, "Allah... Kahretsin! Binanın projesini bile... beraber yaptınız değil mi?"

"Unuttun mu, o çok zeki biri. Hem de çok anlayışlı." Kadın Dânâ'nın elinden tutarak gözlerinin içine baktı. "Gel hayatım," dedi.

Duvardan çıkan kocaman bir yatak, odanın ortasına doğru süzüldü. Dânâ, belinden kavradığı kadını kucağına aldı ve yatağa götürüp nazikçe bıraktı. Yanına uzandı ve Semiz'e aldırış etmeden kadınla öpüşmeye başladı.

Dânâ bir ara kafasını kaldırdı, "Semiz Bey, binanızın keyfini çıkarın, biz çıkarmaya başladık bile. Hem sen sıradan bir insan değilsin, bu şaheser binanın daima merkezinde kalacağın için aslında bana teşekkür bile etmelisin," dedi alayını sakınmayarak. "Ha unutmadan, yatak odalarını gözleyeceğin bir yalandı."

Duvara sesle bir komut gönderdi: "Semiz Bey yağlı bir domuzdur!"

         Onları ayıran camdan duvar bu komutla birden şeffaflığını yitirip beyaz rengine döndü ve Semiz Bey içeridekilerin ateşli sevişmelerini artık göremez oldu.


٭Uzun ve ince formlarıyla tanınan ünlü heykeltıraş.

  BLOG İÇERİĞİ / LIST OF CONTENTS YAZILAR / ARTICLES -UZAKTAN (Deneme) -YAPAY ZEKÂ, PHOTOSHOP, MS WORD… (Makale) -SORULAR (Makale)   - K...