SEMİZ BEY VE DÂNÂ (ÖYKÜ)
Derdini dinletebilmek
için ağzından çıkacak kelimelerin şiddetine karşı koyamayacak bir ruh haliyle
konuşuyordu. Besbelli çok bunalmıştı ve bu davranışı patronu karşısında şimdiye
değin hiç yapmadığı bir şeydi.
"Evet, evet ama
hiç dinlenmeden gece yarılarına kadar çalışmak akıllıca görünmüyor artık Sayın
Patronum!" diye kendisine de ilginç gelen bir ses tonuyla çıkıştı.
"Dur, dur... Sen
benim sağ kolumsun Dânâ, sağ kolum. Böyle sözler senin kariyerine yakışmıyor,
rica ederim." İhtişamlı masanın gerisinde oturan adam umursamazca kırmızı
yanaklarını titreterek purosundan derin bir nefes çekti, "hem karına ilgi
göstermeyi ihmal etme derdim her zaman sana, sonunda çekti gitti bak. Ben de
çok çalışıyorum ama karıma ayıracak zaman bulabiliyorum." Bu sözlerden
sonra Semiz Bey gerçekten karısıyla ilgilenip ilgilenmediğini düşündü. Henüz
bir hafta önce aldığı pırlanta kolyenin kutusunu açarken karısının mutlu yüz
ifadesini düşününce tereddütsüz onunla ilgilendiğine bir kez daha inandı. Sırıtırken
saygıyı elden bırakmayan kızgın adamı kışkırttığının farkında değildi. "Zaman
ayırmalıydın dostum," dedi yine ilgisiz sesiyle ve sinir bozucu hareketleriyle.
"Ama..."
"Bizim işimiz
bu, işimiz bu, sen bir profesyonelsin değil mi? Bu imparatorluğu çalışarak
yarattık ve şimdi dünyanın en büyük inşaat şirketlerinden biriyiz," diye
araya girdi Semiz Bey.
Dânâ asıl konuya
dönüş yaptı ve "Yemek molam hiçbir zaman on beş dakikayı geçmedi; eve
vardığımda ne karıma ne de çocuklarıma beş dakikadan fazla zaman ayıramadan
yorgunluktan sızıp kaldım, hiç tatil yapmadım, hiç senelik izin kullanmadım!"
Nefeslendikten sonra, "Evim merkeze öyle uzak ki, itiş kakış arasında tam
iki saatte işe gelebiliyorum, iki saatte dönüşü var bunun, kırk dört durak
geçmekteyim Sayın Semiz, daha öncede söylemiştim; yirmi sekiz durak batı
metrosu, yedi durak otobüs, dokuz durak merkez metrosu..."
"Araba kullanmaktan
korkuyorsan ben yapabilirim!"
"Konumuz o değil
efendim. Merkez'de meselâ A7SUN gökdeleninde bomboş duran yirmi daire var;
gerçi yerin otuz metre altında ama... Birini bana ayırsanız küçük taksitlerle
maaşımdan öderim." Sesi denetimsizdi ve gizli öfke belirtileri
gösteriyordu.
İstifini hiç bozmadan
Semiz Bey, "Dostum sana az para verdiğimi söyleyemezsin! Merkeze yakın bir
yerde oturmanı kaç kere söyledim. Her şeyi benden nasıl beklersin."
"Merkez'de bir
daire alacak kadar da kazanmıyorum Sayın Semiz. Zaten aldıklarımın çoğu da
karımın nafakasına, çocukların okul taksitlerine gidiyor. Merkez'deki evler çok
pahalı, yani… çoğu sizin olan şu binalar. 'Sıradan insanlar Merkez'de
oturmamalı' sözü benim için de geçerli anlaşılan. İmparatorluğunuzun o görkemli
gökdelenleri benim tasarımlarım, benim sayemde ülkenin en çok tanınan adamı
değil misiniz?"
Semiz Bey purosunun
külünü kocaman bir kül tablasına beceriksizce serpiştirdi. "Hı... Doğru."
Dânâ'nın tavırlarından artık rahatsızlık ve sıkkınlık duymaya başlamış, bu adam
haddini fazlasıyla aşmıştı. Çünkü böylesi konuşmalar arada olsa da hiç uzun
sürmez, birkaç dakika içerisinde Semiz Bey'in belirsiz tavırları sonrasında
kendiliğinden kapanıverirdi. Ama bugün durum farklıydı, onu ilk defa böyle ısrarcı,
kararlı ve hatta kavgacı görmekteydi.
"Bana oturacağım
küçük bir daire verin lütfen, elli metrekare bile bana yeter."
Koltuğuna yayıldı,
kendini toparladı ve pişkin ve hükümran bir tavırla tam bir patron gibi
konuştu: "Yıllardır yanımda çalışıyorsun Dânâ, ülkenin en büyük inşaat
şirketinden sebepsiz yere bırakıp gidersen kimse sana güvenmez… hem kolayca iş
de bulamazsın."
"Haklısınız ama!"
derken tehdit vurgusunu hissetti.
"Haklıyım
tabii... Yeteneklerini kullanmak seni mutlu etmiyor mu yoksa? Senin gibi bir
dâhi mimar ve mühendisin bunları bilmesi gerekir değil mi? Bilmesi gerekir."
Gerdanın şişirerek, "Şimdi bunları bırakalım da, şu muhteşem binamızın
taslaklarına bakalım."
Semiz Bey atikçe
doğruldu ve bina maketlerinin ve planlarının bulunduğu geniş odanın ortasındaki
geniş masaya doğru ilerledi. Bir taraftan da "Muhteşem, muhteşem!"
diye söyleniyordu, yanakları al al, gözleri pas parlaktı. Masanın üzerinde
duran kocaman şehir maketi ve tam ortasında da diğerlerinden ilk bakışta hemen
ayrılan, çok dikkat çekici bir yükselti vardı. Bu yükselti yakında inşaatına
başlayacağı, onun tutkuyla önemsediği ve hayatının projesi olarak
nitelendirdiği dev gökdelendi. Bir kez daha kutsal bir nesnenin karşısındaymış
gibi hayranlıkla maketin seyrine daldı. Bir süre sessizlikten sonra, "Özel
odamı düşünmek bile beni çıldırtıyor; aynaları, cam duvarları, mimari
zevklerimi biliyorsun, yüzme havuzu... Biraz anlatsana! Şimdiye değin yapılan
en muhteşem bina olacak ve tepesinde o muhteşem oda!" Binasının ve özel
odasının hayaliyle keyifle oynaşırken kendinden geçmiş, suratı zevkten o anları
yaşıyor gibi başkalaşmıştı.
Dânâ'da oflayarak
masanın başına geldi. "Biliyorum tabii Sayın Semiz, biliyorum!"
"Bak Dânâ sana
güveniyorum. Bu binayı bitirince maaşına zam yapacağım kesinlikle. Kesinlikle sana
sürpriz yapacağım!"
"Gerçekten
sürpriz olacak!" diye mırıldandı Dânâ.
*
İki ay sonra inşaat
yerinde:
"Ne muhteşem bir
temel değil mi Dânâ? Beni dünyanın en mutlu insanı edeceksin."
"Orasını
bilemem," diye geçirdi içinden. "Ama beni her zaman hatırlayacağınıza
eminim!"
"Kesinlikle dâhi
dostum, kesinlikle!" derken adeta kırıtıyordu.
Onbir ay sonra:
"Dânâ, buradan
bile binamızı görebiliyorum. Dur tahmin edeyim kaçıncı kata kadar çıktığınızı; Yüz
kırk dört mü?"
Çelik kule, camdan
elbisesini giymemişti henüz ama diğer gökdelenlerin arasından ayrıcalıklı ve
abidevi duruşuyla şimdiden fark edilmeye başlamıştı bile.
"Yaklaştınız,
yüz kırk sekizinci kattayız."
Ellerini ovuşturarak,
"Özel odamı görmek için sabırsızlanıyorum. Tanrım ne hoş, ne yücelik..."
Dört ay sonra:
Ofisin penceresinden
hayran gözlerle binasına bakarken, purosunu daha keyifle üfledi. Savrulan duman
cama çarparak Semiz Bey'in yüzünde okşarca dağıldı. "Mükemmel oldu,
muhteşem! Tepesinde, kendimi şehrin hâkimi hissedeceğim." Heyecanla sordu,
"Açılışı ne zaman yapıyoruz?"
"İki hafta sonra
efendim," diye cevapladı Dânâ.
Bina, iki yüz yirmi
katlı, altın renginde, camdan dev bir Brancusi٭
heykelini andırıyordu. Giderek incelen, uzayın derinliklerine fırlamayı
bekleyen bir kuş, bir füze gibi harekete hazır bekler gibiydi.
Ve iki hafta sonra:
"Büroları,
evleri hepsini sattım biliyor musun? Harika!" diyerek ellerini ovuştururken kendi kendine
keyiflendi Semiz Bey. "Kim oturmak istemez böylesi bir anıt binada ha!
Söyle kim!"
"E... Evet,
harika." diyebildi Dânâ. Kendisine küçük bir daire ayırmayışına hiç
şaşırmamıştı. Sonra söze girdi: "Asansörleri çok geniş tuttum. İnsanların
metrodaki gibi sıkışarak inip çıkmalarını istemiyorum. Metrodaki kalabalığın
balık konservesi hallerini iyi bilirim."
"Çok
düşüncelisin. Tabii o kadar para sayıyorlar adamlar. Metroda balık konservesi
gibi mi gidiyorsunuz? Ah, dostum
alışmışsındır ama! Ben balık konservesini hiç sevmem biliyor musun? Heh, heh.
Hem ben öyle kapalı yerlerden korkarım. Heh, heh! Alışmışsınızdır canım."
Semiz Bey tarifi güç
itici bir mahlûk gibi göründü gülerken. Dânâ iğrentisini dudaklarını büzüp,
kafasını sallayarak savuşturdu.
Açılış günü:
Şehre uzaktan hangi
açıdan, nereden bakarsanız bakın uzaydan gelmiş bir nesne gibi göze çarpıyordu
dev gökdelen. Daha şimdiden dünyanın yeni harikaları arasına girdiği bile
söylenmekteydi.
Camdan kulenin içi de
dışı gibi muhteşemdi. Ortadaki holün muazzam boşluğundan yukarıya bakıldığında,
ışıklı helezon adeta fışkırarak insanın aklını, bedenini, ruhunu da çalarak
yükseklere tırmandırıyor, gözler ışığın, mekânın, neyin nerede başladığını ve
sonlandığını anlayamıyordu. Manzara bir kuyrukluyıldızın kuyruğundaymış gibi
sarı ve beyaz ışıltılar içerisinde sonsuzluk hissiyle uçuşuyor, baş
döndürüyordu. Bina gerçekten de çok ihtişamlıydı ve inanılmazdı. Böylesi bir
harikaya sahip olduğu için Semiz Bey'in gururuna ve keyfine hak vermemek mümkün
değildi.
Semiz Bey arkasındaki
Dânâ'ya dönerek, "Bak bütün ülke
başkanları açılışa gelmişler, ne kadar da kalabalık." Önünden geçmekte
olan konuklara, büyük bir nezaketle hoş geldiniz derken zevkten çatlamak
üzereydi. Yanındaki bir Devlet Başkanına dönerek: "Sayın Başkanım, şu ortada
duran iki sütuna bakınız, onları görmek bile binamın ihtişamını anlatmaya
yetiyor değil mi?" Başkan gülümseyerek, başını salladı. Arkasına yine
dönerek Dana'ya fısıltıyla, "Misafirler gitse de özel odamı tamamlanmış
haliyle bir görsem! Sürpriz olsun diye oraya hiç çıkmadım. Bu sana olan
güvenimin bir göstergesidir Dânâ, beni anlıyor musun? Tanrım dayanılacak gibi
değil." Sinsice kıkırdamaya devam etti.
Bütün televizyonlar
açılış törenini canlı yayınlamaktaydılar. Konuşmak için Semiz Bey kürsüye
geldi. "Binanın planlarını bizzat ben tasarladım, yardımcılarım da vardı
tabii..." Binanın özelliklerinden övgüyle, uzun uzun coşkuyla bahsetti.
Yalnızca bir kez Dânâ'nın adı bile geçmeden tüm çalışanlarına teşekkür etti.
Konuşmasının sonuna doğru neredeyse şişen egosunu ağlatacaktı, "Çok
çalıştım, çok yoruldum," diyerek sözlerini bitirdi.
Gazetecilerden biri
sordu: "Karınızla tatile çıkacağınızı duyduk."
"Karım (bu
sırada genç ve güzel karısının görüntüleri ekrana geldi), çok yorulduğumu, iyi
bir tatile ihtiyacım olduğunu söyledi. Onu nasıl kırabilirim (eliyle ona öpücük gönderdi, kadın da ona
gülümsedi). Yarın dünya turuna çıkacağız. Karım uçaktan çok korkuyor ama ne
yapalım o da gemiyle peşimden gelsin," derken kendisiyle birlikte herkes
güldü.
Akşamüzeri:
Nihayet büyük an
gelmişti: Semiz Bey özel odasının tamamlanmış halini nihayet görecekti. Dânâ ile
birlikte en üst kata çıktılar.
Semiz Bey, adımını
içeriye atar atmaz ellerini göğsünde birleştirdi. Gördüğü manzara karşısında
bir şeyler söylemek, kendini inandırmak istiyordu. Pencerelerinden şehrin tüm
manzarası ayaklar altındaydı. Modern tarzın klasik çizgileriyle harmanlanmış
pastel tonların hâkim olduğu, ışıltılı çok geniş bir mekâna girdiler. Oda,
merkez holünün tam üzerindeydi ve tabanı yer yer camla kaplanmıştı. Gezinirken
insana âdeta ışıltılı bir bulutun üstündeymiş izlenimini uyandırıyordu. Tam
ortadaki kocaman havuz ise odaya bambaşka bir hava katıyordu.
"Harika...
Harika bir yer, kalbim duracak sanki.
Çok güzel olacağını bekliyordum ama bu kadarını da değil. Muhteşem, muhteşem!"
Hayranlıkla etrafına bakınırken söylendi, "Şu tatilde nereden çıktı
anlamadım, durup dururken. Kadınları bilirsin işte, şu odanın keyfini çıkarmak
varken!" Yüzünü bir an için buruştursa da keyfine diyecek yoktu.
Dânâ araya girdi. "Her
şey sesle kumanda edilebilir efendim. Monitörlerden binanın her tarafını
izleyebilirsiniz. Her tarafa görüntülü mesajlar iletebilirsiniz, bazı
duvarların yerlerini değiştirebilirsiniz. Havuzun tabanı da camdan, yani iki
yüz yirmi kat ışıklı derinlik, yüzerken bile ayaklarınızın altında. Yakın
katları görebilirsiniz ama onlar sizi asla göremezler. Ayrıca hoşunuza gidecek
sürpriz mekânlarda yaptım size," dedi Dânâ.
"Camlı mı?
"Evet bakın."
Eliyle beyazımsı, parlak duvarı işaret ederek, "Siz bile fark etmediniz
değil mi orada bir kapı olabileceğini?"
"Nee, kapı mı
var orada?" Tombul yanakları daha da kızardı, göğsü gurur ve sonsuz
sevinçle daha da kabardı.
"Sürprizleri
sevdiğinizi düşündüm. Bütün binayı gizlenerek dolaşabileceğiniz merkezin
girişidir efendim. Bu kapının şifresi iki yüz yirmi kelimelik yani binanın kat
sayısı kadar bir metin. Ama sürprizimi görünce, bu kadar uzun bir şifreye neden
ihtiyaç olduğunu anlayacaksınız."
"Dâhisin sen, ne
kadar şanslı bir adamım ben!"
Bu arada Dânâ metni
okumaya başladı: "Semiz Bey binaları kadar muhteşem bir insandır.
Güçlüdür, zengindir, zekidir vs, vs..." Şifrenin gelişigüzel hazırlanmış
zoraki bir metin olduğu çok açıktı ama yine de Semiz Beyi her kelimesiyle
memnun edecek bir metindi.
"Şifreyi
dinlerken bile kalbim duracak gibi oluyor. Beni nasıl da güzel tarif etmişsin!"
dedi terini silerek, "Daha fazla dayanamayacağım! Hadi bitir şunu okumayı
da sürprizlerini göster."
Dânâ okumayı bitirir
bitirmez, kalın duvar yukarıya doğru sessizce açıldı. "Önden buyurun!"
derken sonsuz bir itaat ve nezaketle şifrenin yazılı olduğu kâğıdı uzattı.
Kapıdan geçerken coşkunluğu
hayranlık boyutunu aşmış, büyülenmiş bakışlarla Dânâ'nın ağzından çıkacak
kelimelere odaklanmıştı. "Ne tatlı bir oda, sürprizin bu değil değil mi?"
Televizyon, mikrodalga, soğutucu ve çeşitli eşyalarla döşenmiş elli
metrekarelik, penceresiz ve köşede bir kapının bulunduğu odanın girişinde
duruyorlardı.
"Hayır, tabii ki
değil! Şu kapının ardında," diyerek
kafasıyla işaret etti. Oraya doğru
ilerlediler. "Dedim ya bütün binayı gizlice dolaşacağınız gizli tünellerin
giriş kapısı." Semiz Bey, açmak için yeltenince, "Durun hemen
açmayın!" "Gözlerinizi kapatın! O kapıyı açma şerefini size
vereceğim! Orası tamamı ile size ait."
"Tamam, tamam ne
heyecanlı!"
Dânâ iki adım geriye
çekildi ve duvar kapandı. İç odadan büyük ana mekâna geçti. Duvardan kumanda
masasına benzeyen bir düzenek çıktı ve başına oturdu; monitörlerden izlemeye
başladı.
"Aman Tanrım bu
çocuk eşsiz biri!" diye kendi kendine söylenmekteydi bu arada Semiz.
İçeride Dânâ'nın sesi
duyuldu. "Teşekkür ederim iltifatınız için, sizi duyabiliyorum. Kapıyı
açınca gözlerinizi de açabilirsiniz Sayın Semiz."
Tam kapatmadığı
gözlerini, kapıyla birlikte açtı. Yüzündeki gurur ve heyecan kapının
açılmasıyla müthiş bir beklentiye dönüştü. "Sürprizim orada, biraz
ilerleyin," dedi hoparlördeki ses.
Semiz Bey iç kapıyı
ve gözlerini açtı.
Karşısında duran
koridor, çok ince, onar metre aralıklarla yanan küçük lambalarla zar zor
aydınlanan duvar arası bir yerdi.
Semiz Bey biraz
şaşkın: "Ama... Ama burası çok dar değil mi?"
"Girin Sayın Semiz!
Biraz loştur ama bu kat hariç diğer katlarda yaşayan bütün insanları görebileceksiniz.
Özel koridorlar sayesinde, hiç kimsenin haberi olmadan adeta aralarında dolaşabileceksiniz,
hatta yatak odalarını bile gözleyebileceksiniz. Biliyorsunuz ki zevklerinize
göre binayı tasarladım."
"Tanrım ne
heyecanlı! Bu çocuk beni zevkten gebertecek. Heh, heh..."
Koridorun genişliği,
kapıdan bir metre sonra elli santime düşünce, "Dânâ ne oluyor burada!
Benim biraz göbekli olduğumu bilmiyor musun?" diye yakınarak sordu. "Bu
koridordan bir çocuk bile zor geçer!"
"Yana dönün Semiz
Bey, yana dönün, balık konservesindeki diziliş gibi!"
"Yana mı
döneyim? Göbeğini içine çekerek üç-dört metre gitti. "Nefesim daralıyor,
geçemeyeceğim. Ben oradan nasıl geçerim!"
"Geçersiniz
efendim, geçersiniz..."
Biraz daha iteledi
kendini ama kurtulma isteğinin telaş ve hamlesiyle başladığı yerdeki küçük
odaya geri döndü. "Kapalı... Kapalı oda," diye mırıldandı. Duvarın
önüne gelerek nefesini toplamaya, ne olduğunu anlamaya çalıştı. Soğuk ter
damlacıklarından biri ensesine damlayınca, "Nasıl bir sürpriz bu! Açar
mısın lütfen kapıyı!" Sesinde bir an önce sona ermesini dilediği bu tatsız
olayın belirgin baskısı seziliyordu. Elinde terinden ıslanan kâğıdı
hatırlayınca, "Seni gidi seni," diye söylenerek okumaya başladı.
Büyük, farklı, gizemli, akıllıca bir keşif yapmışçasına şifre metni okumaya
başladı: "Semiz Bey, binaları kadar muhteşem bir insandır... vs, vs…"
Okuması bitince gözlerini duvara dikip bekledi. "Dânâ açılmıyor...
Açılmıyor bu kapı!" diyerek bağırdı.
"Tekrar okuyun,
Sayın Semiz ! Tekrar okuyun!"
Metni tekrar okumaya
başladı. "Semiz Bey, binaları kadar... vs... vs..." Duvarda hiçbir
hareketin olmadığını görünce, "Dânâ kapı bozuldu mu yoksa?"
"Yoo..."
Öyle küçümser,
karşısındakini hiçe sayan, kendinden emin öfkesi ve nefreti vurgulanmış bir ses
işitmişti ki Semiz Bey. "Açsana be adam! Aç diyorum sana!" diye
ürküntüyle bağırdı. Tükürükleri burnunu dayadığı cam duvara sıçradı.
"Açıl susam açıl
deyin," dedi yankılanan ses.
"Açıl susam
açıl! Açıl susam açıl!" diye hemen tekrarladı. Gözleri duvarın üzerinde
umutla bir kez daha gezindi.
"Kendinizi
yormayın, sadece bir şakaydı. Odanızı beğendiniz mi?" dedi yine sakin ve
kararlı sesiyle Dânâ.
"Odadan bana ne!
Ne! Ne diyorsun? Odam olduğunu da nereden çıkarıyorsun! Aç, alçak herif! Bunlar bir şaka da olsa
hesabını soracağım senden!" Dânâ'nın hiç bu kadar rahat ve cesur
konuştuğunu işitmemişti. Kesinlikle ters giden, kötü bir his vardı içinde. Karşısında
daima süklüm püklüm duran adamının şu anki kararlılığı karşısında, aklına kötümser
düşünceler geldi. Kırmızı suratı baygınlık hissiyle bembeyaz olmuştu ve ne yapacağını
bilemez haldeydi.
"Bakın orada
mikrodalga, konserve açacağı ve büyük bir soğutucu var, içi size bir ömür
yetecek kadar balık konservesiyle dolu. Elbette takviye de yapılacak."
"Sen neler
diyorsun, geri zekâlı! Burada kalacağımı kim söyledi. Çıkar beni çabuk! Kapalı yerde kalmaktan nefret ederim ben!"
Her yanı tere batmış, yanakları sinirden seğirmeye başlamıştı. Semiz Bey hiç mi
hiç inanmak istemese de kendinden emin bir adamın sesiydi hoparlörden
yankılanan. Onu oradan kurtarabilecek tek ses, tek kişi...
"Semiz Bey."
"Evet!"
Kendisini toparlamaya çalışarak: "Evet, benim güzel arkadaşım. Sen benim
dostumsun biliyorsun. Maaşına zam yapacağım, kocaman birde daire vereceğim,
hatta iki, yemin ederim! Sana haksızlık ettiğimi fark etmemişim. Sen kesinlikle
daha iyisini hak ediyorsun!"
"On,"
"Tamam, on tane
daire, hatta sen seç, ne dersin..."
"Neyse pazarlığı
bırakalım, zaten şaka yapmıştım."
"Biliyordum,
şaka olduğunu biliyordum," derken ayağa fırladı.
"Yanlış
anladınız." Bir süre bekledi, "Size kötü bir haberim var."
Gözleri bunu duyunca daha da korkuyla açıldı Semiz Bey'in. "Şifreyi kendi
sesime programlamıştım. Bir daha bu kelimeler ağzımdan çıkmayacağına göre...
Hah, hah, ha..."
Hain ama gevrek
sesine kahkahası da eklenince Semiz Bey'in yüreği yarılır gibi oldu. Sakınmaya
gerek duymadan, "Ne! Ne dedin sen,
pislik herif! Seni piç kurusu, seni o... çocuğu!"
"Sakin olun.
Sakin olamazsanız oranın keyfini çıkartamazsınız! Hem size başka sürprizlerim
de olacak."
"Yeter! Yeter,
dayanamayacağım artık! Bak sana on bir daire vereceğim, hem de bu binada, ne dersin...
Olanları unutalım ha!"
"Pazarlığa mı
başladın, seni adi pislik! Bir böcek gibi kısılmışken bile benimle pazarlık
edebiliyorsun ha!" Dânâ'nın sesi intikam ateşiyle yanıyordu.
Gücü yettiğince
bağırdı Semiz Bey: "Beni öldürmek mi istiyorsun?"
Dânâ daha sakince, "Hayır"
dedi. "Metroya hiç binmediğinizi söylediniz. Önceleri size biraz zor gelse
de alışırsınız. Benim de alıştığım gibi. Size binanızı gezme şansı da tanıdım.
Ama bir metroda işe giderken size verilen yer kadar; dar, sıkışık, loş
koridorlardan geçmek zorundasınız. Neyse, biraz önce girdiğiniz koridorun
sonunda küçük bir asansörle karşılaşacaksınız. Asansör sizi beş kat aşağıya,
başka bir koridora indirecek, benzer bir koridora. O koridorun sonunda yine bir
asansör var, onunla da beş kat aşağıya inebileceksiniz. Her asansör sizi beş
kat aşağıya, her koridor sizi beş kat aşağıya indirecek asansöre götürecektir. Kimsenin
sizden haberi olmayacağı için üzgünüm... Planlarıma gerçekten hayran
kalacaksınız." Dânâ sözlerini tamamladıktan sonra Semiz Bey tepki
vermeyince : "Evet, aşağıya inmeyi deneyelim mi?"
Gözleri faltaşı gibi
açılmış, ne yapacağını bilmez halde, "Tamam, tamam deneyelim." Hâlâ
şansı olabileceğini düşündüğünden söylediklerine hiç itiraz etmedi içinden
lanetler yağdırsa da. Göbeğini tutup yan dönerek dar koridora girdi. Sırtını,
göbeğini duvara yapıştırıp, söylene söylene korkuyla ilerlemeye daha doğrusu
kendini iteklemeye başladı. İki dakika sonra karşısına çıkan asansörle beş kat
aşağıya indi. Tekrar koridora girdi ve camdan duvarların arkasında gördüğü
insanlara bağırarak, duvara vurarak seslenmeye çalıştı ama nafile.
"Daha çok
yolunuz var, gücünüzü harcamayın!" diye uyardı Dânâ, onun her hareketini
izlerken.
Küfürler savurarak, her
koridordan sonra tekrar tekrar asansör bindi. İki saat sonra nihayet binanın
zemin katına gelebilmişti. Her taraf çok kalabalıktı, kutlama henüz tam bitmemişti.
"Adi pislik buradan çıkınca sana göstereceğim!" dedi tüm gücünü toplayarak.
"Duydun mu beni!"
Hâlâ kendine
güveninden bir şey kaybetmediğini göstermeye çalışan Semiz Bey'in bu halleri
Dânâ'ya daha büyük ve ayrıcalıklı keyif verdi. "Duydum Semiz Bey."
Her tarafı camdan
genişçe bir borunun içine inmişti sanki. Kurtulma havliyle hızlı adımlarla,
camdan yuvarlağın etrafında bir kaç tur attı. "Kapısı nerede bu lanetin!
Söylesene!" Eliyle yoklaya yoklaya bir daha dolandı.
"Kapısı yok!"
dedi hoparlördeki ses.
“Kapısı yok mu? Bir
fare gibi beni buraya mı tıktın? Allah Kahretsin seni! Kahretsin!" Cam
duvara olanca gücüyle vurmaya başladı. İki adam gelip cama sırtını dayayınca,
ayakkabısını çıkarıp bütün gücüyle vurmaya başladı. "Duysanıza, duysanıza
sağır adamlar!" Ayakkabısının
topuğu kırılıncaya kadar vurmaya devam etti.
"Sayın Semiz !"
"Evet, evet ne
var, ne istiyorsun? "
"Nerede
olduğunuzu biliyorsunuz değil mi? Hani başkana gösterdiğiniz büyük sütun vardı
ya. Oradan nasıl görünüyor? Sizi duyamazlar, sizi göremezler ama siz onları
görebilirsiniz. Pis röntgenci seni! Hani zevklerinizi bilirdim ya. Sesi, ışığı
ve ısıyı geçirmeyen bir yerdesiniz. Kimse sizin orada olduğunuzu bilemeyecek.
Yukarıdaki çöp öğütücüsünden mesaj göndermeyi düşünüyorsanız unutun onu. Çünkü öğütücü,
attıklarınızı bir kum tanesi kadar küçük öğütüyor. Zaten binanın genel bir
öğütücüsü daha var, muhteşem değil mi?"
Semiz Bey yerlerinden
fırlayacakmış gibi gözleriyle sesin geldiği hoparlörü arıyor ama onu da
bulamıyordu.
"Kaç asansöre
bindiniz, sayabildiniz mi?" Semiz Bey kafasını oradan oraya çevirdi.
"Ne bileyim ben,
çıkar beni buradan lütfen! Yalvarıyorum sana! Lütfen."
Onun duymamış gibi, "Ben
size söyleyeyim. Tam kırk dört kez asansöre bindiniz. Yani benim her gün işe
gelip gittiğim durak sayısı kadar. Aşağıya kaç saatte indiğinizi de söylememi
ister misiniz? Tam iki saatte, benim işe gelirken harcadığım süre kadar. İniş
ve çıkışı dört saat eder. Her gün işe gelip giderken harcadığım dört saat
kadar." Büyük monitörü Semiz Bey’in yüzüne ayarlayıp: "Anladınız mı?"
diye öfkeyle bağırdı.
"Anladım,
anladım..."
"Çok terlediniz Semiz
Bey, odanıza gelip soğuk bir şeyler içmek istemez misiniz? Oradaki ısı, sizin gelişinizle birlikte
otomatik olarak artmaya başladı. Elli derecede kavrulmak istemezsiniz her
hâlde. Yani dayanabileceğiniz süre en fazla beş dakika bir saniyedir. Benim
eski karıma bile ayıramadığım süre kadar. Her gün aşağıya inip insanları beş
dakika görmek sizin için yeterli zannediyorum. Zira her gün buraya inmek
zorundasınız, inmediğiniz takdirde düzenekler size daha zor anlar yaşatabilir.
Önünüzde iki saatlik bir yolculuk var,
hem başka sürprizlerim de olacak. Yukarıya bekliyorum..."
"Bu bir kâbus,
uyandırın beni, uyandırın beni!" Aklı gidip geliyordu. "Lanet herif
nereden çıktın karşıma! Nereden! İşe aldığım güne lanet... lanet olsun!"
İniltili mırıldanmaları arasında nefesini zor toplayabildi. Şimdi monitörde
nasıl görünüyordu kim bilir. Kendi halini göz önüne getirince midesi bulandı,
başı döndü, ağzı çarpıldı. Bir zamanlar kölesi olan o silik adam şimdi
efendisi, cellâdı olmuştu. Ağlamaklı, bitkin acayip hırıltılı sesiyle, "En
muhteşem binama hapsoldum ha! Onları görebileceğim ama sonsuza kadar burada mı
kalacağım? İnsanlar kırk santim uzağımda olacak ama benim farkımda
olmayacaklar. Tanrım, Tanrım..." Gözlerine artık hiç silinmeyecek derin bir
korku yerleşmişti. Perişan haliyle tekrar yukarıya çıkmaya başladı.
Bir, iki, üç... ve
kırk dört durak yani iki saat sonra, "Geldiniz sonunda... Havuz çok güzel Semiz
Bey."
Soluk soluğa, dili
dışarıda, bitkin bir halde elli metre karelik odaya girdi. "Biraz
toparlanın, soğuk bir şeyler için," dedi Dânâ.
Sürünerek soğutucunun
kapağını açtı. Gördükleri karşısında gözkapakları iyice düştü. "Doğru
söylüyormuş, ağzına kadar balık konservesi doluymuş. Seni o... çocuğu!"
Kesik kesik nefes alıyor ve karşısındaki manzaranın yılgınlığını atlatmaya çabalıyordu.
Bir gazoz açtı, hemen tepesine dikip bir nefeste bitirdi. Elindeki şişeye şöyle
bir baktı; "Soğuk içiniz" yazısı amaçsızca dikkatini çekti. Sanki
hiçbir şey olmamış, tüm bunlar yaşanmamış, sıradan bir anmış gibi… "Soğuk
içiniz."
Bir kaç dakika sonra
Dânâ'nın sesi duyuldu: "Kendinize geldiniz değil mi? Şimdi solunuzdaki
duvara bakın."
Beyaz duvar gitgide
şeffaflaşmaya başladı. Bir-iki saniye sonra camın arkasında Dânâ'nın her şey
yolundaymış gibi gülümseyen yüzüyle karşı karşıyaydı. Onu görünce, cama
vurmaya, küfürler ederek saldırmaya, çıldırmış gibi debelenmeye başladı.
Duvarı, dermanı kesilip yığılıncaya kadar ağlayarak yumrukladı.
Dânâ durgun ama
alaycı gülümsemesini kesmeden, "Hayatım havuzdan çıkabilirsin, bak kim
geldi," dedi arkasına dönerek.
"Ama... Benim
karım! Hayatım kurtar beni!" Kadın Dânâ'nın yanına gelerek ıslak dudaklarıyla
yanağından öpünce: "Vay kaltak!" benzeri bir ses çıktı Semiz Bey'in
sarkık dudaklarından.
Kadın, Semiz Beye
dönerek, "Demek karısına her gün zaman ayırıyormuş." Alaycı ve
aşağılayıcı edasıyla çok sefil görünen kocasına, "Hıh, güleyim bari,"
dedi.
"Sen, Sen..."
diyerek toparlanmaya çalıştı. "Beni hiç kimsenin aramayacağını mı
zannediyorsunuz? Kimse yokluğumu fark etmeyecek mi?"
Kadın gözlerini
kısarak, "Oo, çok safsın Semiz pisliği! Unuttun mu, biz yarın tatile
çıkıyoruz. Sen özel uçağınla, ben de gemiyle. Uçak korkumun olduğunu kendi
ağzınla bütün dünyaya söyledin. Ben gemiyle giderken senin uçağın okyanusun
dibini boylamış olacak." Kadının
bakışı, yürüyüşü, duruşu öyle baştan çıkarıcı idi ki. Semiz Bey karısına hayalindeki
her türlü fiziksel, cinsel işkenceyi bir anda uyguladı. Kadın, kendinden emin
tavırlarıyla devam etti: "Oraya vardığımızda da ben bu üzücü haberi almış
olacağım ve geri döneceğim. Merak etme uçakta başka kimse olmayacak, merak
ettiğinde yok ya zaten, kumandayla havalanacak ve fırtınanın içine girecek
sonra da... Ah ne acı!"
Semiz Bey karısını
dinlerken enerjisinin geri kalan kısmını da böylelikle harcamış oldu. Sonra
başını öne eğip kendi haline acıyarak, sarkmış dudaklarından güç bela kelimeler
birkaç kelime döküldü: "Her şeyi birlikte planladınız... Baştan beri..."
Bu Semiz Beyin kabulleneceği, katlanacağı bir durum kesinlikle değildi ama
kelimeleri artık teslimiyet doluydu.
Gözlerini kapadı...
"Semizciğim her
şeyi bana bıraktığın için üzüldün mü yoksa" dedi kadın dudaklarını
büzerek. "Bu sabah vasiyetnameni imzalarken nasılda neşeli görünüyordun."
Semiz Bey irkilerek,
yerden kalkmaya çabaladı. Tombul yüzü bembeyaz, dudakları mosmor olmuştu ve titriyor,
tuhaf sesler çıkarıyordu. Zar zor anlaşılan mırıltıyla, "Allah...
Kahretsin! Binanın projesini bile... beraber yaptınız değil mi?"
"Unuttun mu, o
çok zeki biri. Hem de çok anlayışlı." Kadın Dânâ'nın elinden tutarak
gözlerinin içine baktı. "Gel hayatım," dedi.
Duvardan çıkan
kocaman bir yatak, odanın ortasına doğru süzüldü. Dânâ, belinden kavradığı kadını
kucağına aldı ve yatağa götürüp nazikçe bıraktı. Yanına uzandı ve Semiz'e aldırış
etmeden kadınla öpüşmeye başladı.
Dânâ bir ara kafasını
kaldırdı, "Semiz Bey, binanızın keyfini çıkarın, biz çıkarmaya başladık
bile. Hem sen sıradan bir insan değilsin, bu şaheser binanın daima merkezinde
kalacağın için aslında bana teşekkür bile etmelisin," dedi alayını
sakınmayarak. "Ha unutmadan, yatak odalarını gözleyeceğin bir yalandı."
Duvara sesle bir
komut gönderdi: "Semiz Bey yağlı bir domuzdur!"
Yorumlar
Yorum Gönder