RİTÜELLER, İNANÇ VE KORUNMA ARAYIŞI ÜZERİNE
-Ritüelleri, din ve gelenek farkı gözetmeksizin, insanlığın ortak ve önemli olgusu olarak ele alacağım.
Lars von Trier'in Melancholia filmi, varoluşsal korku, çaresizlik, anlamsızlık, depresyon, kabullenme, kaos, ölüm, yaşam, sıradanlık, geçicilik, hayatın karanlık ve mistik yanları ile nihilizm temasını işler. Filmde yaklaşan bir gezegenin dünyaya çarpacağı kesinleşmiştir. İnsanlığın, bilimin, teknolojinin, mantığın, saklanmanın çaresiz kaldığı bu son anlarda, filmin baş kadın oyuncusu Justine’in yeğeni Leo için ağaç dallarından yaptığı korunak (onların deyimiyle "sihirli mağara") bir tür korunma ve hayata tutunma arzusunun fiziksel sembolüdür.
İnsanın fiziksel ve ruhsal korunma ihtiyacı temel bir istektir ve hayatta kalma meselesidir. Filmdeki bu korunak mantık dışıdır ve sadece birkaç dalın birbirine çatılmasından ibarettir. Ancak yine de o dalların altına girerler, çünkü insan zihni “imkansız gerçek korunmanın” yokluğunda bile “sembolik korunmaya” razı olabilir. Burada dallar ile yapılan mağara, bir inanç, bir ibadet, bir dua, bir tılsım, bir ikon kadar sembolik bir ritüeldir. Gerçekten koruyup korumadığı önemli değildir; önemli olan zihnin ve bedenin ona sığınarak korunacağını ve ölümcül kadere daha az ızdırapla, mümkünse huzur içinde gidileceği, işe yarasın ya da yaramasın elden gelenin yapıldığına da inanılmasıdır.
Filmin insan hayatının aslında ne kadar önemsiz olduğunu ve evrenin insana ve büyük ölçekte dünyaya, gezegenlere, yıldızlara ve galaksilere kayıtsızlığı karşısında yapacak bir şey olmadığıdır.
Melancholia filminde dünyanın yok oluşu, bireysel depresyonla kolektif çöküşün iç içe geçtiği bir alegoridir. Bilimsel bilgi işe yaramaz hale gelir; artık hayatın alışılagelmiş rasyonel, doğal ve doğa üstü çözümleri yoktur. Ancak çocuğun gözünde bu “korunak”, yaklaşan kozmik felakete karşı görünmez bir kalkan hissi vermektedir. O an, yıkıcı gerçeklik karşısında sembollerin ve hayali ritüellerin, beklentilere sihirli dokunuşla karşılık vermesinin arzulandığı son sahnedir.
Lars von Trier’in o basit korunağı, sadece bir film sahnesi değil, insanlık tarihinin özetidir. En güçlü teselli vericiler bazen en zayıf malzemelerden yapılsa da insanlık yine de inanmaya ve ihtiyaç duymaya devam eder. Çünkü insan olmak zordur ve inançlar, insanın bedensel ve ruhsal zorlanmalarında sığındığı, çareler aradığı, sihirli ve sembolik ritüellerle doludur. Gerçeklik karşısında kolay yıkılsa da insanların onları yanında hissetme arzusu asla kaybolmaz.
Bu korunak bir tılsıma sığınarak olağandışılığı savuşturma aracıdır. Felaketi önlemez, sonucu değiştirmez ama onunla yüzleşme biçiminde bakış açısını değiştirebilir. Naif insanın teslim olmadan önce kendince yapabildiği anlamlı ya da anlamsız son eylemdir. İnsan, en absürd, en anlamsız, hayatın sıradan akışına ters anlarda bile hayata tutunmaya, anlam üretmeye, çareler aramaya çabalar. Ve bazen bu anlam, birkaç dal parçası arasında hayat bulur, bazen yalvarışla bir duadır, bazen dinsel olan ya da olmayan çeşitli ritüllerdir.
Din ve Tanrı düşüncesine bakış açısı ritüellerin değerini ve önemini belirleyen ilk unsurdur. Ritüeller fizik ötesi dünyaya bağlılık ve o boyutlarla iyi iletişim ve uyum yaratmayı amaçlarken illa ki dinsel temaya ve kurallarına uygun olmak zorunda değildir. İsteklere ve amaca hizmet ederken belirli yerleşik ilkeler dışında yani normlara uymayan uygulamalar da vardır ve olacaktır. Tabii ki ritüellerin potansiyeli, kişinin ona olan inancının gücüne, istencine ve ihtiyacına bağlıdır.
İnanç, inanılan şeyin var olduğu ve doğru olduğu hissinin kesinliğidir. Dini ritüeller inançların özünü yansıtır ve dinlerin felsefesini yaşama geçirmenin ve ifade etmenin eylemsel araçlarıdır. Tanrı ve semavi dinlerin kutsal kitapları en büyük ve kutsal koruyucular olarak görüldüğünden, inançlı bir kimse dini ritüeller vasıtasıyla yaratıcı güç ile “etkileşime” ve “iletişime” girmek ister. İnsanların inançlarını ifade etmek, manevi boyutlarla iletişim kurmak amacıyla bireyler veya topluluklar tarafından gerçekleştirilen eylemler, nesneler, sözler, jestler, semboller içeren, çeşitli anlamlar yüklenmiş ve yapılandırılmış bireysel veya toplumsal davranışlar ve törenlerdir ritüeller.
İnsan aklı, rasyonel, bilimsel olduğu kadar dogmatik, sembolik ve ritüelisttir. Yalnızca mantıkla değil, irreallite ile sembolle, mitle ve metaforla da çalışır. İnsanoğlu kontrolü dışındaki dünyada ve uçsuz bucaksız bir evrende, inançlarla ve mitlerle insanlık tarihini yazarak etkili bir varlık olma duygusu, hakimiyet ve önem hissini yaşamaya ve yaşatmaya çalışmıştır.
Yaşam çok karmaşık bir süreçtir. Ritüeller insanların, anlam veremediği ya da müdahale edemediği, belirsiz olaylar karşısında kısa süreli sığınaklarıdır. Arzularının gerçekleşeceği, kontrol edilemeyen katı ve soğuk gerçekler karşısında destek hissedebileceği ilahi bir güçten yardım isteme çağrısı ve yöntemleridir. Yaşam örüntüsünün yada dini söyleyiş ile “kaderin akışını” tayin eden gücün insana (kullara) sahip çıkacağına, koruyacağına, kayıracağına, arındıracağına, sürecin yolunda gitmesini sağlayacak güçlerin ve oluşumların yanında ve tarafında olacağına, yeni nedenler yaratarak, farklı sonuçlar doğuracağına inanılan eylemlerdir.
İnsanlar doğa üstü varlıklar ve güçleriyle bağlantıya geçerek, dünya yaşamını aşma ve kontrol altına alma, olayların isteklerine göre düzenlenmesi, düzeltilmesi ve yönlendirilmesi için çabalar durur. Bu anlayış, rastlantısallık yerine belirlenmiş bir amaç, kaos yerine düzen fikrini evrenle bütünleştirir. İnsan evrensel düzen fikrini ilahi yaratıcıya bağlayarak kabul ederken kendi yaşamındaki düzensizliklerin gerçekliğini düşünmeme yolunu tercih eder. İşte ritüeller gerçekliği değiştirme arayışlarının törensel ve kutsanmış halidir. Sonuçta insana yaşamının denetimsizliğini unutturur, çaresiz ve yalnız olmadığını hissettirir, kontrol yanılsamasıyla psikolojik bir eşik yaratır, kaygı ve endişeleri dengeler, yalnızca kötülüklerden değil, anlam kaybından da koruyan önemli bir köprü vazifesi görür.
Tarih boyunca insanlar, olağanüstü durumlar karşısında ortak inançlar etrafında toplanma eğilimi göstermiştir. Bu, yalnızca bireysel değil kolektif bir savunma mekanizmasıdır. Kült davranışlar ve düşünceler ortak korkulara karşı ortak çözümler üretme ihtiyacının bir sonucu olarak doğmuştur. Kült önderlerin önerileri bu karmaşık dünyada kimilerine derin bir güven duygusu sağlar. Tıpkı sihirli korunak gibi sembolik bir güvenlik ve destek alanları yaratır çünkü insanlar ta başından beri hem fiziksel hem de görünmez güçlere karşı korunmak, savunmak ve saygısını, sadakatini göstermek istemiştir.
İnsan yalnızca bedensel değil, aynı zamanda ruhsal olarak da fiziksel doğanın bir parçasıdır ve biyolojik yapısı gereği kırılgandır. Bu kaçınılmaz kırılganlık karşısında geliştirdiği savunma biçimlerinden biridir Tanrı’ya ve ona yapılan tılsımlı ritüellerine sığınmak. Tılsımı “sihir” anlamında kullanmıyorum. “Tılsım” kelimesini doğa üstü güçlerle etkileşime girerek, olayları etkilemesi durumu olarak belirliyorum. Çoğu ritüel, amacı ve yöntemi ne olursa olsun tılsım barındırır. Örneğin tesbih çekmenin Tanrı’ya bağlılığı güçlendirdiği, kişinin kalbini temizlediğini ve günahlardan arınmasını sağladığı, zihni sakinleştirdiği, taşlarının kem gözlerden koruduğu hatta bir meditasyon aracı olduğu söylenir. Bu basit boncuk dizisi nesnenin ve eyleminin tılsım ile harmanlanmadığını kim söyleyebilir?
Her ritüel karmaşık sembolik, mistik ve tılsımlı düşünce kapasitemizin ürünüdür. Ritüeller ve tılsımlar, insanın hem fiziksel dünyanın hem de ruhsal ve düşünsel dünyanın karmaşasını düzenlemeyi ve düzeltmeyi sağlarlar. Dini ritüeller, nesnel gerçeklere ve neden sonuç ilişkisine adapte olmaya, görünmez, soyut güçlere yaklaşmaya, fiziksel, ruhsal ve düşünsel yaşama anlam katmaya yardımcı olur. İnsan bu anlam üretme sürecinde aktif ilahi iradeye "bağlanma" ve “bağlılığını” göstermeyi amaçlar; şüphe edilmeyen, yardım ve korunma dilenen, belirsizliği dengeleyen, öngörülebilirliği hissettiren, kötücül olanı uzaklaştıran (niyete bağlı olarak kötülük isteyen), kaygılar ile baş edilmesini sağlayan, ortak kimliği pekiştiren, bireye ve topluma sembolik kontroller sağlayacak veriler sunan, motivasyon sağlayan, anlam arayışının temelini oluşturan, zihnin derinliklerinin boşluklarını dolduran bir “yatıştırıcı ve düzenleyici” unsurlar olarak karşımıza çıkar.
Örneğin cenaze törenleri, ölümü bir "geçiş" olarak anlamlandırarak kaosu düzene çevirmeyi ve acıyı indirgemeyi amaçlar. Törenler, ölen kişinin Tanrı ile doğrudan bağ kuracağı aşamaya geçeceğini, sonsuz temas halinde olmanın güvenini hissedeceğini, yeni bir “sonsuz hayat” bulacağını ve ödüllendirileceğini anlatarak geride kalanların tesellesine ilahi bir amacın kapsayıcılığını katar.
Ritüeller bir tür hayatta kalma stratejisidir. İnsanların dünyada tecrübe ettiği en önemli olgulardan biri “adaletsizliklere" rağmen yaşamaya devam etme iradesidir. Doğanın adaletli olmak gibi bir amacı yoktur. Ama insanın toplum içinde yaşamını sürdürebilme kapasitesi ise hakkaniyetli bir dünyada yaşadığı inancı ile temellenir ve sosyal doğası gereği adil bir dünya özlemi taşır. Bu isteğin temelinde, yapılan eylemlerin karşılığını göreceği, iyiliğin ödüllendirileceği ve kötülüğün cezalandırılacağına dair akıl, ahlak, sosyal denge inancı ve ihtiyacı yatar. Söz konusu inanç ile "hayatın" yaşanabilir olduğu ve hayata dair değerlerin anlamlı olmasını sağlayan bilgisel ve varoluşsal değerleri deneyimlemek, yaşamak ister. İşte dini ritüeller hem hayatın adaletsiz ve kötücül yanlarını aşma, hem uyum sağlama, sabır ve rıza gösterme işlevini de üstlenirler. Çünkü karmaşık, belirsiz ve adaletsiz görünen yaşam serüvenini bir "öykü", bir “efsane”, bir “masal” içine yerleştirerek insanın varoluşuna mistik bir katılım sağlarlar.
İnsan sosyal bir varlık olarak ritüellerle topluluk oluşturma ve sürü içinde işbirliği yapma kapasitesini artırır ve bireyin diğerleri tarafından aynı değerler etrafında kabulünü sağlar. Emile Durkheim’a göre ritüeller, “kolektif bilinç” duygusunun oluşmasında temel bir role sahiptir. Birlikte tekrarlanan bu davranışlar sayesinde insanlar, ortak değerler yaratırlar ve kendilerine benzeyen ama daha büyük bir bütünün parçası olduklarını hissederler. Bu nedenle dini törenlerden milli bayramlara, cenazelerden mezuniyet törenlerine kadar birçok ritüel, aynı zamanda toplumsal birlik ve dayanışmanın bir ifadesidir.
Ortak ritüeller, grupların iç dayanışmasını artırır, kendilerinden olmayanlara yani dışarıya karşı sınırları da çizer. Toplulukları ve bireyleri inanmayanlardan ayırır, inanılan şeyleri resmi ve kurumsal bir şekilde gösterir, bunları açıklamak ve dünyanın diğer topluluklarına duyurur. Bu, evrimsel olarak "biz ve onlar" ayrımını daha görünür kılarak grup içi sadakati, mücadele ruhu ile rekabeti artırır. "Biz ve onlar" ayırımı bazı topluluklarda çok daha belirgindir ve bu durum düşmanca eğilimlere hatta din savaşlarına kadar götürmüştür.
Bayram, vaftiz, sünnet, oruç, festival, anmalar, kutlamalar, ilahiler, dualar, çeşitli ibadetler gibi belirli günde buluşup yapılan pratiklerle ortak değerler tekrar edilerek toplumsal bağlılığın devamı sağlanmış ve değerler korunmuş olur. Pratikler bireyin sosyal kimliğini güçlendirir, aidiyet ve güven hissini artırır. Aynı zamanda ticaret, uzlaşma, dayanışma, iletişim, anlaşma gibi sosyal dinamiklere de vesile olur.
Büyük antik medeniyetler, genellikle tanrısal olan ve evrenin doğasını açıklayan teolojiler içeren karmaşık dini sistemler geliştirmiştir. İlkel insanlardan günümüz modern insanına kadar istencin gerçekleşmesini sağlamada tüm tüm doğa ve doğa üstü güçlerin etkin olmasını, olayların örgüsünün yaşamın temel amaçlarına göre koşullanmasını, sihir ve mucize beklentili hayallerin ihtiyaca göre harekete geçirilmesini sağlayacak şey ritüellerin görevi olmuştur.
Ritüeller inançların ve dinlerin göstergesidir. Ritüeller olmadan dinin hakimiyet, aidiyet, sosyal ve psikolojik etkileri asla olamazdı.
İnsanlar ruhani dünyayı kendi parçaları gibi görme eğilimindedirler: fiziksel olmayan, görünmeyen, gizemli ama insani hisleri anlayan ve her an yardım isteyebilecekleri büyük alemin bir parçası olduklarına inanmak isterler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder