6 Şubat 2024 Salı

ŞİİRLER II

ŞİİRLER II

TEK BAŞINASIN
Yapay yaşam kokusu püskürtülmüş
bencil kişiliklerle doldurulmuş
şehirleri terk etmişsen
tek başınasın

zapt edilemeyen ruhların
tutsak edildiği odalarda
yitirmemişsen hâlâ
aklını ve kendini
tek başınasın

tıklım tıklım hayal balonlarına doluşmuş
asla havalanamayacak olsa da
topluca bekleşen
gönüllü kayboluşlar arasında değilsen
tek başınasın

…..
homurtulu karanlık içerisinde
kapı altından lekesini seçebildiğin
kıymetsizlerin törensel geçişleri safhasında
tuttukları bayrakların yalanlarla sarmalında
bildiğini zannedenlerin şaşaalı kurmacasına  
alkışlayan değilsen
tek başınasın

dahası
zayıf ve dayanağa muhtaç olanların
cehaletten güç alan halleri
ve dahası
hilebaz hükümranların
acıtan ve acımasız halleri dört bir yanda
seyri zor, katlanılması zor tiyatrosunda içleniyorsan
tek başınasın

dönencenin sırrına varamamış
kafasındaki ısrarı çözememiş
varoluş ataklarının ertesinde
kahırlı dönüşlere direnebiliyorsan
tek başınasın

sığınağınla
yığınağınla
adaletinle
her şeye rağmen
savunmaya çabalarken doğruları
haksızlıklar karşısında
tek başınasın

duvarları aşan
zamandan ve mekândan özgür
arzuların yaktığı yıldızlardan
birini yakalamışsan
tek başınasın

kozmik küreyi
küçük/büyük kemirenlerden değilsen
tek başınasın  
 

özgürlüğe delice koşarken
hep yerinde sayanların
pençeleriyle durdurmayı sınadığı
hoyrat alaylarını çarpa çarpa  
acılara hala direnebiliyorsan
tek başınasın

terk ettiğinde küçük odanı
sislerin arasında bilinmezde gözden kaybolup
yıldız tozuna çoktan dönüştüğünde
ve saçıldığında sonsuz evrene milyonlarca minicik parça
yine
tek başınasın
(Aralık 2016)


TETİKÇİ GECE
Her gece
vuruyorum kendimi
başımı yastığa koyar koymaz
aynı ani keskin patlama
aynı tetikçi elimle
aynı silahla
vuruyorum kendimi
bitsin istiyorum

bir an çatırdıyor zaman
yer, gök, oda, tavan
eşyalar fırlıyor, düşüyor, dönüşüyor
şeytanlar ve melekler üşüşüyor
beden bükülüyor
bitmiyor
aksine başlıyor
can çekişiyor
az sonra gözlerim açılıp her şeyle çelişiyor
hem yaşıyorum, hem ölüyorum
tuhaf dalgalanmalar evreninde
yarı canlı, yarı ölü
ve de bitkin
hepten şaşkın
ve hep yeni baştan
darlığa yelken açıp
titrek ışık duvarlarının ardına
çıkışı bilinmeyen geçitler arasına dalıp
eğreti kaldığım anlara bağlanıp
ilmek, ilmek fethediliyorum
yüzleşiyorum hayatla
yüzleştiriliyorum

sorgumdan geçerken yorgunum
çözülmemiş pek çok sorunum
bilmiyorum
eksik olan şeyi arıyorum
neden böyleyim
neyin kavgasındayım
kaybolmuş gibi, kaybetmiş gibiyim
varmış da yokmuş gibi
yokmuş da varmış gibiyim
kıvanç zamanını arıyorum
kayıp gideni anıyorum
parmaklarım ile tutamadığım şeyi
ve de hüznüyle
ah hayat yankılarıyla
“dur” diyememe ile
“gel” diyememe ile
yine öfkeyle
yine kabul ile

sabah yaşıyorsam
ölmemişsem daha bedenimle
her şeye rağmen hayallerimle
bir sonraki gecenin karmaşasına değin
kötümserlik ve kusurlar dönencesinde
gündüz savuşuyor
benzer geceye kavuşuyor
(Aralık 2016)


GÜNDÜZ-GECE
Gündüz kaybolur insan
gece aramaya başlar
gündüz konuşur insan
gece işitmeye başlar
gündüz bağırır insan
gece fısıldamaya başlar
gündüz ışık kuşağındadır insan
gece karanlığın kucağında
gündüz avcıdır insan
gece av
gündüz dünyada bir yerdedir
gece kainatın bilinemez bir köşesinde
(Aralık 2016)


İSTİLACI
Az aklın, az erdemin
bata çıka gidişatında
kutsanmış efsaneler kovanında
sahte ermiş efendilerin eteklerinde
gök kubbenin sınırlarına ermiş
hikayelerle sırlarını çözmüştük

değişmez soyumuz
modernleşmiş ilkel huyumuz
ispatlayamadığımız yanlışlar ekseninde
sürekli kazdığımız arsızlıklar kuyusunda
sürekli kandığımız haksızlıklar karşısında
kör gidişatın hızına hız katarak
bastığı toprağı kurutarak
tuhaf, ender bir türüz
türlerin karşılaşmak istemeyeceği türden
istilacı yaratıklarız
(Ocak 2017)


CE-HA-LET
Onlar da öğrendiler
cehaleti nimet edinmeyi
sömürülmüş kalabalıklar yaratmayı
onlar da öğrendiler
fanilerin zayıf mirasını
yeni nesile aktarmayı
dağıtmayı ve dayatmayı
ce-ha-le-ti

dar ve ilkel tutkuları allayıp pullayıp
vaatlerine kanma iksiri katıp
isteklerine sual edemeyecek kölelere
şevkle sundular
uçsuz bucaksız cehalet kaynağının başında
sorguyu, doğruyu daralttılar
uyuşuk havasına müptela ettiler güruhları
baş üstünde taşıdıkları günahları allayıp pulladılar
cehalet denizine toplaşıp oynaştılar

kaos ve hipnoz ile ele geçirdiler
çünkü ölü ruhlar kolaydı
her biri sessiz kobaydı
her talimatı almaya adaydı

her an aramızda
aklımıza sataşmaya hazırlar
cellat ilmeği ellerinde
hurafelerle iğdiş edilmiş güdük akıllarıyla
insanlık, özgürlük, mutluluk türküsü söyleyenleri kovalıyorlar
aydınlıkları karartıyorlar

geldiler
eninde sonunda
gidecekler
geldikleri kuru çöllere
(Ocak 2017)


KARŞILAŞMA
Sürgünde geçmiş uzun yıllardan sonra
birbirinden uzaklaşmış, ayrık zaman dilimleri buluştu
işte o ev,
işte o bahçe kapısı
kendi zihnimde bir hayal gibiyim
o bahçedeyim

kapıya yaklaşıyorum ve geçmişin basamaklarında duruyorum
tozlu, titrek, sepya film şeridi gözümün önünde
çağrışıyor neşeli bayram zamanları kapı önünde
konuşanlar, koşuşanlar, coşanlar
şu iştahla çilek yiyen çocuk benim
ve diğerleri
kurabiye tepsileri, bahar kuşları, bayram harçlıkları
kiraz ağaçları, gümrah çiçek sekileri
yaz zamanı sık oturduğumuz tahta eşik
keyif çayı bardaklarının, bisküvi tabaklarının durduğu
'taht' eşik

ah tahta eşik yok
binlerce ayak izi yok
koca çivileri sökük
kapı perişan dökük
ev metruk
ev bomboş
ev başıboş

buradayım

imgelem yoğun
imgeler hızlı
imgeler gidip geliyor
yaşanmışlıkların tesellisini arıyor

ev, bahçe, ahali buradalar
baktığım her ayrıntı önceki zamana ait
altmış yıl önceki bizim kokumuz
yemeğin, sobanın, tütünün, mangalın dumanı üzerinde
ocağımız tütüyor, radyo konuşuyor
kiler kapısında gri kedi yine miyavlıyor
herkes burada
herkes hayatla barışık
herkes zamandan muaf

tavan sesiz
taban hissiz
çeşmeler susuz
minderler soğuk
son kalan birkaç ufak eşya
defini unutulmuş hissiyle huzursuz beklemekte
kutsal ziyaret heyecanım bile
beni teskin edemiyor
nabzım hızlı, nefesim tıkanık
manaların yoğunlaştığı şu an
hatırladığım ya da unuttuğum her şeyimle
burada, bu evde olmak
ah kolay değil
hayatım baştan sona akıyor
dert, keder, pişmanlıklar
mutluluk bile
kor vuruşlarla yakıyor

ve artık
savuşacağını bilmek
derin bir iç çekiş, titremedir
her şey umutsuzca geridedir

uğurluyorum bildiğim dünyayı
doğduğum evi
umduğumu, bulduğumu
ne varsa uğurluyorum
tamamlıyorum
neslimin bir halkasıydım
eklendim
koptum kopuyorum artık
(Ocak 2017)


HURDALIK
Kafası hurdalıkta acemice toplanmış
metaller yumağı ağırlığındayım
demir, nikel, çelik karışımında
kırık, bükük, bozuk parçalara ulanmış
uysa da uymasa da bir araya kaynaklanmışım

gürültüyle sürtünen bükük çarkların uzantısında
adımımı atamıyorum
ellerimin, kollarımın, ayaklarımın akımları zayıf
eklemlerim kırılgan
bit kadar düşünce kırıntısı bile
yorgun aksamları binlerce derece ısıtıyor
eriyormuş hissiyle başım dönüyor

arı kovanında trampetler kaynaşıyor
çatlatıyor gök kubbeyi tepemde gür gür
karınca ordusu zillerle cirit atıyor
dişliler, zemberekler, tokmaklar ayrı telden vuruyor

kafam döküntü yığını
bedenim çöküntü cürufu
ruhum süprüntü odağı

gün sonunda işe yaramaz aksamlarımla
-tamamı-
eritilmiş biçimsiz bir külçeyim
(Ocak 2017)


BİZ
Dünya yıkılsa top yekun
belli belirsiz bir duman yayılır
komşu yıldızlara

dünyadan çok uzakta birileri
varlığını bilmediklerinden
yokluğundan da hiç bahsetmeyecekleri
minik yeryüzümüz
etkisizlik mesafesinin tepkisizliğine maruz kalacak
milyarlarca galaksi arasında
milyarlarca kozmik sıradan vakadan biri olarak
kimselere görünmeden toz olacak

bizde onlar gibiyiz
öte boyutlardan bihaber
çok uzaklara kayıtsız
geçmişte, şimdi, gelecekte
uzay zamanda
sırları ile sınırsızlığı arasında
karanlık maddenin perdesinde
pek çok doğan kaybolan
gizem ve ihtişamla türeyen
varlıkları ve yoklukları
bilmiyoruz

olay ufukları biz var olmasak da
ötelerde delikler ve ışıklar
açılacak kapanacak
kararacak aydınlanacak
(Şubat 2017)



KARANLIĞIMDIR
Lacivert gözlerinin içinde olmamak
sürüklüyor beni
kızıl şişe diplerinden
uçsuz karanlığa
bucaksız bahtıma

betimsiz sıra dışı fırtınalar içinde
ateş ile buzun insafsızlığı çekişir kafamda
ara koordinatlar başıboştur
dipsiz ve bomboştur
kaybolurum biçare sarhoşumdur

önce ihmal edilmiş
sonra ihtimal dışına itilmiş
bozuk sektörlü ağların
kozmik kapıları ağır ağır kapanır
görünmezde kalırım

darmadağın kodlar arasında
belli belirsiz yayılan
frekansı sesine ayarlı dalgaları dinler
frekansı gözlerinin rengine ayarlı tayfları gözler
gizli ve yakıcı ışınımlar arasında
seni ararım

ama
duyduğum, gördüğüm zannettiklerim
beni yalanlar
kimse duymaz
kimse belirmez
kimse almaz beni oralardan
kayıp-oluşum döngüsü sürer
bugün de dün gibi boş
yine yapayalnız kalırım
yine sarhoş

seneler ve seneler
hala oradayım
ben de dönüştüm
göremezsin artık beni
karanlığımdır
(Şubat 2017)


YILDIZLAR I
Ne kadar uzun yaşasalar da
yaratanın onları sevip sevmediklerini bilmeseler de
yıldızlar da sonunda ölür
karanlığa çözünür
karanlığa dönüşür

herhalde cennete giderler
milyarlık ömürlerinde
cehennem azabı yaşadıktan sonra
(Şubat 2017)


YILDIZLAR II
Yıldızlar kozmik boyutun
dekoratif süsleri midir
varlıklarına kim ihtiyaç duyar
milyarlarcasına
(Şubat 2017)


YILDIZ III
İnsan nazarında
kaybolan bir yıldız
yere düşen bir yumurta kıymeti taşımaz
darmadağın olan bir galaksi
göze kaçan bir toz tanesi kıymeti taşımaz
gizemle dolup taşan Kozmos
kabaran bir gazoz kıymeti taşımaz

insan düşünür
kendisi kadar
uzaklar efsanelere bürünür
kıt aklına inanır
kendisi kadar
alaka kurar Kozmos ile
kendisi kadar
(Şubat 2017)


ÇIKARCI
Çıkarcı tortulardan müteşekkil lafazanların
zehirli tükürüğü kendilerine şerbet tadında

türlü türlü şehvetin odağında akıllar
parlak tahtlara kurulmuş metruk vicdanlar

sahte erenlerin dünyası
şarlatan gezenlerin dünyası
ezenlerin dünyası
(Şubat 2017)


OTOMATLAR
Otomatlar ödünç akılla yaşar
zerk edilen yanlı ve yanlış kodlar
akıllarını sınırlar
hem de kutsar
itaatle oturur kalkar
mühim oldukları zannıyla
birbirlerine inanırlar
birbirlerini inandırırlar
çokluklarını kanıt sayarlar
aynasıdır diğer otomatın
herhangi otomat
döngüsünde mutludur
ödünç ile ödünlüdür
birbirlerini anarlar
birbirlerini ararlar
birbirlerine kanarlar
otomatlar
onlar
asla kimseyi sevmezler
sevemezler
otomat kafası sahibinde
insan yüreği ne gezer
(Şubat 2017)


CEVİZ AĞACI
Patikada yürürken tepelere doğru
kuru otlar güneş batmadan önce
sarı ışıklara sarılmış
son danslarını ediyor
heybetli ceviz ağacı
akşam kuşlarıyla buluşmuş
beni de yanına buyur ediyor
dinle, seyret deyince
onu dinliyorum
en derindeki kök, en yüksekteki dal
kuşların, böceklerin, tozun, ışığın, yağmurun
dokunuşlarıyla yücelen
her birinin içtenliğiyle yükselen
telaş dünyasında işitilemeyen
seslerle titreşiyor
dip uzayda bestelenmiş
dünyevi enstrümanlarla seslendirilmiş
ender ve çok kıymetli anların
binlercesinin birleştiği haz ile
varlığın neşesini dinliyorum
ceviz ağacına yaslanmış
karşımda şu patika, düzlük
şu taş, diken ve de bulut
kafamda sevgili
kafamda ülke, zaman, resim, müzik
yerli yerinde pürüzsüz
şu an öyle tatlı yoğun bir düşün kusursuzluğu
şu an öyle özgür
sevgili bakışındaki titreşimlerle yazılmış
eşsiz bir dinleti halinde dünya
ve sessizce batan güneşin sevdasıyla
varlığın neşesini seyrediyorum
taşlı tepelerin arasından süzülen
tatlı, ılık rüzgar kadar hafifim
serilebilecek en yumuşak halı üzerinde
iç içeyim, diz dizeyim
sevgilinin öpüşündeyim
(Mart 2017)


ŞEYTAN VE MELEK
Oyun oynarlar kimi zaman
şeytan ve melek
girdabına kapılır insan
şeffaftır ve de alımlı
sorunsuz ve sorumsuz hayat varmışçasına
kusursuz bir parçasıymışsın gibi büyüler
uçurur Babil’in asma bahçelerine
rengarenk nehirleri seyrederken
baş tacı ederler
niyetleri ne ola ki
şu ölümlü kısacık dünyada
(Eylül 2018)


TÜRKUAZ GÖL
Mavi göğün bulutları
türkuaz göle indi
pembe-beyaz ayaklarını
daldır suya
bulutları karıştır, dalgalandır
oyna gönlünce
tenine dokunan mavilik
buharlaşıp baharlaştırsın havayı
damlacıklar saçılsın
ipeksi dalgalar parmak aralarında köpürsün
sonra ben de dalayım göle
kutsayayım ruhumu
(Şubat 2019)


ŞİİRLER I

ŞİİRLER I

DİLEK
Çekelim içimize şirin nefeslerimizi
canlarımızı tazeleyerek
saklamayalım sona
hoş canlarımızın dileği ona
(Mayıs 1987)


AĞIRLIK
İçimde
çok boş
çok boş
ağırlık ağırlık
boşa ne dolduracağım
ağırlığı nereye boşaltacağım
(Ağustos 1988)


BOĞULUYOR
Gökyüzü kurum bağlamış
akıyor yüzlere kapkara
doluyor mavi gözlere
gözyaşlarına karışıp
söküyor gizli günahları
artık kaçışı yok
diplerden fışkırıyor
dünya karanlıkta boğuluyor
(Nisan 1989)


YOLDA
İç ayartan bir hava çarptı yüzüne
ayaklandı
yağmurları saklayan ufka uydu
yürüdü gitti
niçin
ağırlaşmış bedeninden kurtuluşuna esin verecekti
boş çanakları cennetinde yemişlerle dolduracaktı
yürüdü gitti
kendince bir üslup kondurdu
keskin tepelerde çağlayan su kenarları
cesaret uçuran uçurumlar arasından
geçti gitti
sonu gelmeyen ufuklar daha genişledi
cevapsız sorularla çoğu vakit
her yolun başında daha yalın
her yolun sonunda daha yalnız
yürüdükçe yükselen tabiata eş
her şeyden uzak
huzura yakın
(Eylül 1990)


GİTARİST
Toprağı bembeyaz
izleri olmayan yollarda
kupkuru ayazda
üşüyorum
ve gidiyorum
telgraf direkleri ufka süzülürken
telleri gergin gitarımdan
yumuşak ezgiler dökülüyor

hem gidiyorum
hem çalıyorum bir aşk şarkısı
teller benim gibi titriyor
kupkuru ayazda
(Mayıs 1991)


CANLAR
Ne canlar elenir toprağa
çiğler tomurcuklanır sarı yaprağa
tozu kiri savurur çıplak rüzgarlar
gün sayamaz artık biten zamanlar
sessiz, sedasız birleşir sonsuzluk
bilinmedik uzaklarda

gülen söyleyen yüzler ağlar yanı başında
düğümlenmiş kelimeler uçuşur
kimisi ağıtlı

herkesin kendince kabulü ve isyanı
ve cevabı çıkagelir
hayat bir taraftadır
ölüm diğer tarafta
(Aralık 1992)


DÜŞ
Bırak kendini bu düşe
bu düşüşe
melek kanatlar açılır ne de olsa
şefkatle kucak açmış biri varken
izini menzilini bilir ne de olsa
bırak kendini
bu bir düş ne de olsa
(Eylül 1993)


SANDIK
Aynalı sandık
boş mu, dolu mu
aynası silikti, boz bulanık
sanki küskün
yosun koyusu açılmadı kapağı
bilemedik ne var içeri
vurduk tık tık varlığına
ses vermedi
omuz verdik kıpırdamadı
kendisi mi ağırdı içindeki mi
bilemedik
boş mu, dolu mu bu sandık?
(Nisan 1994)


LEVHA
Kayıyor, dönüyor gözümü kapadıkça
simli, karanlık bir levha
gördüğüm göreceğim tüm pırıltılar
korkarım ki bu levhanın üzerindekilerden ibaret ola
(Şubat 1995)


SAAT
Zembereği, akrebi, yelkovanı, camı, çerçevesi
darmadağın da olsa
bir ses geliyor
        tik tak, tik tak
sarkacını halatlarla kazıklara bağlasak da
yer salınıyor
saat çalışıyor       
söz dinlemiyor
bir ses geliyor
        tik tak, tik tak
(Şubat 1996)


NAFİLE
Göz olursa iki delik
ışık
ve güzellik
nafile olur nafile
(Ocak 1997)


SON SAHNE
Vakitsiz doğdu güneşler
tan vaktini görmeden
karanlıktan ışık hızıyla vurdu en tepeye
kimse uyanmadı

sonu göremeden ayrıştılar acısız
belki de iyi oldu ama
o son sahne
bir an bile olsa
varoluş kavruluş sınırında
seyredilmeye değmez miydi
(Şubat 1998)


ABSÜRD HAL
Çıtır çıtır attı kafaların çinkosu
akıl yetmeyince kuru kuru yellerde
tamtakır ve çarpık çurpuklardı
oysa korunaklıydı bir zamanlar
ve bir zırh gibi
rahatsızlık veren soydandılar
sidik kabı olurdu işe yarayanları ama
çöplükte bulana bayramdı
(Haziran 1999)


KALEM
Kalemi çala çala
saatler sonra
bir göz açıldı kağıtta
uzun kirpikli, iri göz bebekli
göz kırptı bana işveyle
hiç şaşırmadım
(Ekim 2000)


AĞAÇ VE KUŞ
Ben bir ağacım
ey kuş seni taklit edemem
uç git
yanarsam seni de yakarım
(Mayıs 2001)


D.G.
1940’larda Amerika’da
hızlı araba sevdalısı gençler varmış
Chevrolet, Cadillac ile
ibreyi seksen mile topuklayan

bop şarkıcıları varmış
barlarda şarkı söyleyen
sabahlara kadar trompet çalan

işte o zamanlar
pek dikkat çekmezmiş Dizzy Gillespie’nin
trompeti her üfleyişinde balon gibi şişen yanakları
(Temmuz 2002)


PATİKA
Bir patika var az ileride
yukarıya mı, aşağıya mı belli değil
…….
-I-
yıkıntıları kenarlarda
şan şöhret düşkünü heveslilerin
taş kesilmiş silik yüzlerde çok yılışık
ellerinde para keseleriyle bekleşen kollar
hırslarından geriye kalan
ayaklar altında paramparça

-II-
kalıntıları kenarlarda
tamah düşkünü aptalların
zıhları delinmiş tam arkadan
lokmanın ortasında kardeş mızraklarıyla
ihanetlerinden geriye kalan artıkları arasında

-III-
kemikleri kenarlarda
oburluk düşkünü doymazların
gölgeliklerde keyif çatmış kaburgalar
mermer masalarda geniş çanaklara düşmüş kafalar
kalakalan yürek kafesleri yüreksiz

.....
seni cahil acınası kör
insancıkları ayırır bu patika
insanlardan
(Mart 2003)


KUTU
Çirkin insanlarla dolu
bir kutu bu
havasız, hormon kokulu
kibirli
tüketici
öyle itici
öyle incitici
bu hava, bu sıkıntı
cesaret vermeli
kaçmaya da
ölmeyi göze almaya da,
tamamen dışarıda
koşmaya da
yaşamaya da…
(Kasım 2004)


SEPYA FORTE
 – Eski bir fotoğraf  –
bir adam
yanında bir kadın
adam arkada ayakta
kadın önde oturmakta

adam
adamın yüzü zoraki ve durgun
dizginlenmiş
sert ve beklemede
orada değilmiş gibi
her an gitmeye hazır

kadın
kadınsı
kadın farklı
gizli kederler içinde daralmış yüzü
tesirli ve zarif duruşunun önünde
gözleri ise tüm zamanda
bir başkaldırının eşiğinde
şimdi ona baktığımın beklentilerinde
kendisini fark ettirmenin çağrısında
‘ben buradayım’, ‘buradaydım’ yakarışında
içli içli, içten içe
gizlenen sözcüklere aşina
sıkkınlığın esaretiyle
o anın cesaretiyle
o kadın
orada
kadınsı

hiçbir şey anlatamazdı
kısacık enstantanede var olmaya adanmış
şu fotoğraf kadar seni

her şeyinle öyle suskunken
zarafetle objektifi dile getiren duruşunu
özlü sözlü sayfalar süzülmüş bakışını
ressam dokunuşları gizlenmiş gülümsemeni  
ve seni
suretini saklayan kağıt
adı FORTE
ya senin adın

anlatamadığın hayatın ortasında
anlayamadığın yılların birinde
geç olurken
genç sayılırken
o an
tek bir an
geleceğe yollanan gizil mesaj halinde
hassas zamanın dalga boyunda
seni yakaladım
ve ağladım

tanık oldum sana
konuştum SEPYA FORTE ile
bir zamanlar sen de yaşamıştın
sen de vardın aramızda
bizler gibi
tutkularla ve günahlarla
beklentilerle
bir çırpıda geçen
zaman içinde
bir fotoğraf kağıdı inceliğinde hayata sıkışan
ve bir kare kadar yer tutan
bizler gibi

şimdi sana bakıyorum
ruhun fotoğrafta yaşıyor
o halde ölmüş olmalısın
(Şubat 2005)


KIRMIZI BALIK
Havuz hayat
dünden daha bulanık bugün
daha bunalım
yarın daha

tutunmuş kara yosunlar
istila ediyor
plastik nilüferlerle iltifat halinde
ihya ediyor basbayağı

daha da koyulaşacak
erittikçe taze bedenleri
hiç taşmadan ölçüyle
yavaşça hissizleştirerek

o kırmızı balık
anlar ki havuz boğucudur
dışarı atlar kırmızı balık
bir mucize olur
türkuaz gökyüzünde yüzer
kırmızı balık

ne yazık
çabucak
atmacaya yem olur
kırmızı balık
(Şubat 2006)


ESRİMEK*
Esrimek lazım belki
tiksinmemek için
kolaylaşmasa da kavrayış
acıya ve adaletsizliğe direnen
vurdumduymazlığa erişmeye
esrimek lazım belki

vals ve ilahi geçişleri
ağlatır
ağlamak ayıklıktır
öteyi de bilmektir
esrimek lazım gelir
kaçamayacağın ters ışıkların yarattığı
sinsi gölgelerin ıssızlığında ağlaşırken
çıkışı olmayan dehliz diplerinde
esrimek iyi gelir

*Sarhoş olmak
(Mart 2007)


BULANDI KADER
Gizli bahçemin dikenlerine takılan
taze canını acıttım ah
kimse geçmez sandım
bu yolsuz münzevi çalılık arkasına
kimse uğramaz sandım

buraya sürüklenecek kadar
kayboldun zahir

ben ne kurtarıcıyım
ne de avcıyım
seni dikenlerden alırken
pusu da değildim
beklentisizdim sona kadar
her şeyi bitirmişken
şimdi bulandı kader
(Nisan 2011)


GERİYE KALMASIN
Bazen hayat
büzüşük, titrek, soğuk demetlerle ürküntü
kördüğüm, nefessiz, tutsak eden nahoş birikinti
bir gün patlarsa
bölük pörçük posasını bırakmasın
geriye hiçbir şey kalmasın
ne de üzüntü
(Haziran 2012)


BİTEVİYE SOKAĞI
Önü de arka sokaklara açılan evler arasında
kızlar, oğlanlar, yaşlılar, bebeler
yeniden, eskiden, geçmişten, gelecekten
tıknaz evlerde boy boy hayatlar
işçiler, işsizler, avareler, mülteciler
çirkinler, bakımlılar, şişmanlar, çelimsizler
sahipsizler, yalnızlar, uyumsuzlar, alışkınlar

kural bozulmaz
gelen kalmaz, giden gelmez
çehreler değişir
biteviye sokağında
kimisi çoklarını görmüştür
kimisi çok az görülmüştür
gaile kuraldır
(Mayıs 2013)


BİR VARMIŞ, BİR YOKMUŞ
Saniyelerle
ağır ağır birikmiş zaman
bedenimde
sinsi
dakikalar yıllarla buluşmuş
ellerimi şekilsizce buruşturmuş
gençliğimi uzağa sokuşturmuş

keyifsiz kalbimin üstüne
ağrılı günleri üst üste vurmuş

ağarmamış gecelerden
gri sabahlara çabalardan
sakallarımı ağartmış

bir varmış, bir yokmuş
geriye ne kalmış
(Ocak 2014)


KOZMİK SEVGİLİYE ŞİİR
Ah, sevgili
sensiz hayat ekilmiş zamanıma
sensiz zaman yayılmış uzayıma
istemeye istemeye alıştım
bu dalga boyunda yaşamaya
ılık ışınlarını bekledim
bir gün, o gün
çarpışmayla, çarpılmayla birleşmeyi diledim
oysa rastlamıştım belki
bir zaman diliminde
rast geldik mi uzaktan
ya da yan yana iken
belki tesadüfen
atomlarımız çekim halindeyken
kaçırdık mı elimizden tüm bağlantıları
akışkan, küçük, ahmakça anların diziminde
geçip gittik mi bilmeden
ya da elimizde olmadan
o gün mü “başka” olduk
birleştiremeden kaderimizi
ne bileyim belki de hiç karşılaşmadık

ah, sensizlik etkisi
bir yandan takat çökerten
bir yandan karanlığın içinde dans eden
sabır atomlarını eken

sensizlik etkisinde
gerçeğin bir hayal dalgası ise de
ihtimaller denizinde aniden beliren
bir ada/gezegen düşlüyorum
mucize yaratılışlara benzer bir hızla patlıyorum
yakalayabileceğin eş frekanslarda
titreşimlerimi gönderiyorum

sensizlik etkisi
dinmeyen daimi evrede
bitmeyen evrende
(Ekim 2015)


BAHAR VE İKSİR
Parlaklığında bir fark yok güneşin
uzay zamanda
ne dünden, ne de yarından
daha eksik ve fazla
bu bahar

parlaklığında bir fark var güneşin
benim uzayımın eğrisinde
öncekilerden
bir mevsim daha eksik gelecekten
bir mevsim daha fazla geçmişten
bu bahar

aynı güneşle gelen
bu bahar
hayata tahammülü artıran
gençlik ile birleşince iksire dönüşüyormuş
bunu anladım
bu bahar
(Mart 2016)


KOKUŞMUŞ ORMANDAN FERAH OVAYA
Yüzlerce yıldır
kokuşturdukları orman diplerinde
cennet havası büyüsüyle gözü dönmüş vahşilerin
kaçılması zor hileli gölgeleri arasında
yolumuzu arıyorduk
tuhaf kılıklılar peşimizdeyken
gafletimize üşüşmeyi gözleyen itaatkarlar arasında geçiyorduk

biz
azınlık gibiydik
yalnızlığımız vardı
şüphelerimiz kendimizden uzaktı
iç görümüz, düşlediğimiz, inandığımız, erdemimiz
insanlığımız vardı

orada
tuhaf ‘kılıklılara’ itaatkar çokları vardı
bizim çehremizi taklit eden
her köşede rastlaştığımız
çoklaşmış ve hepsi büyülenmiş
durgun suratlılar, durgun akıllılar
hem de ahlaksız ve memnunlar
onlara göre katları yüksekti
ve erdemleri sonsuzdu
güya yücelttikleri ‘kılıksızların’
ardında kendilerinin
güya vaatleri yüceydi

göremezlerdi
oysa görebilselerdi
hilebaz ve baş büyücü, kemirici
‘kılıksızların’ suratlarından
gündüz bulutları bile kaçışırdı
ürkünçlüklerinden hayvanlar ikrah ederdi
yaşanmazlık vardı çürümüş çevrelerinde
aldatma vardı
ve bu ormanın
çiyanları bile kaçardı
sıkkın, sızılıydı hayvan ve nebat
düzen buydu

....
düşlediğimiz ferah ova uzaktaydı
isyanımız büyüktü
kaç nesil savunacaktık bilmiyorduk
kaç nesil yol alacaktık bilmiyorduk
zaman zaman yılgınlık içinde
yine de ilerliyorduk
(Aralık 2016)

BLOG İÇERİĞİ / LIST OF CONTENTS

YAZILAR / ARTICLES -YAPAY ZEKA, SANAT VE SANAL İNSAN (Makale) -UZAKTAN (Deneme) -SORULAR (Makale)   - KULLAR TOPLULUĞUNDA LİDER FAKTÖRÜ...