6 Şubat 2024 Salı

ŞİİRLER I

DİLEK
Çekelim içimize şirin nefeslerimizi
canlarımızı tazeleyerek
saklamayalım sona
hoş canlarımızın dileği ona
(Mayıs 1987)


AĞIRLIK
İçimde
çok boş
çok boş
bir ağırlık
boşa ne dolduracağım
ağırlığı nereye boşaltacağım
(Ağustos 1988)


BOĞULUYOR
Gökyüzü kurum bağlamış
akıyor yüzlere kapkara
doluyor mavi gözlere
gözyaşlarına karışıp
söküyor gizli günahları
artık kaçışı yok
diplerden fışkırıyor
dünya karanlıkta boğuluyor
(Nisan 1989)


YOLDA
İç ayartan bir hava çarptı yüzüne
ayaklandı
yağmurları saklayan ufka uydu
yürüdü gitti
niçin
ağırlaşmış bedeninden kurtuluşuna esin verecekti
boş çanakları cennetinde yemişlerle dolduracaktı
yürüdü gitti
kendince bir üslup kondurdu
keskin tepelerde çağlayan su kenarları
cesaret uçuran uçurumlar arasından
geçti gitti
sonu gelmeyen ufuklar daha genişledi
cevapsız sorularla çoğu vakit
her yolun başında daha yalın
her yolun sonunda daha yalnız
yürüdükçe yükselen tabiata eş
her şeyden uzak
huzura yakın
(Eylül 1990)


GİTARİST
Toprağı bembeyaz
izleri olmayan yollarda
kupkuru ayazda
üşüyorum
ve gidiyorum
telgraf direkleri ufka süzülürken
telleri gergin gitarımdan
yumuşak ezgiler dökülüyor

hem gidiyorum
hem çalıyorum bir aşk şarkısı
teller benim gibi titriyor
kupkuru ayazda
(Mayıs 1991)


CANLAR
Ne canlar elenir toprağa
çiğler tomurcuklanır sarı yaprağa
tozu kiri savurur çıplak rüzgarlar
gün sayamaz artık biten zamanlar
sessiz, sedasız birleşir sonsuzluk
bilinmedik uzaklarda

gülen söyleyen yüzler ağlar yanı başında
düğümlenmiş kelimeler uçuşur
kimisi ağıtlı

herkesin kendince kabulü ve isyanı
ve cevabı çıkagelir
hayat bir taraftadır
ölüm diğer tarafta
(Aralık 1992)


DÜŞ
Bırak kendini bu düşe
bu düşüşe
melek kanatlar açılır ne de olsa
şefkatle kucak açmış biri varken
izini menzilini bilir ne de olsa
bırak kendini
bu bir düş ne de olsa
(Eylül 1993)


SANDIK
Aynalı sandık
boş mu, dolu mu
aynası silikti, boz bulanık
sanki küskün
yosun koyusu açılmadı kapağı
bilemedik ne var içeri
vurduk tık tık varlığına
ses vermedi
omuz verdik kıpırdamadı
kendisi mi ağırdı içindeki mi
bilemedik
boş mu, dolu mu bu sandık?
(Nisan 1994)


LEVHA
Kayıyor, dönüyor gözümü kapadıkça
simli, karanlık bir levha
gördüğüm göreceğim tüm pırıltılar
korkarım ki bu levhanın üzerindekilerden ibaret ola
(Şubat 1995)


SAAT
Zembereği, akrebi, yelkovanı, camı, çerçevesi
darmadağın da olsa
bir ses geliyor
        tik tak, tik tak
sarkacını halatlarla kazıklara bağlasak da
yer salınıyor
saat çalışıyor       
söz dinlemiyor
bir ses geliyor
        tik tak, tik tak
(Şubat 1996)


NAFİLE
Göz olursa iki delik
ışık
ve güzellik
nafile olur nafile
(Ocak 1997)


SON SAHNE
Vakitsiz doğdu güneşler
tan vaktini görmeden
karanlıktan ışık hızıyla vurdu en tepeye
kimse uyanmadı

sonu göremeden ayrıştılar acısız
belki de iyi oldu ama
o son sahne
bir an bile olsa
varoluş kavruluş sınırında
seyredilmeye değmez miydi
(Şubat 1998)


ABSÜRD HAL
Çıtır çıtır attı kafaların çinkosu
akıl yetmeyince kuru kuru yellerde
tamtakır ve çarpık çurpuklardı
oysa korunaklıydı bir zamanlar
ve bir zırh gibi
rahatsızlık veren soydandılar
sidik kabı olurdu işe yarayanları ama
çöplükte bulana bayramdı
(Haziran 1999)


KALEM
Kalemi çala çala
saatler sonra
bir göz açıldı kağıtta
uzun kirpikli, iri göz bebekli
göz kırptı bana işveyle
hiç şaşırmadım
(Ekim 2000)


AĞAÇ VE KUŞ
Ben bir ağacım
ey kuş seni taklit edemem
uç git
yanarsam seni de yakarım
(Mayıs 2001)


D.G.
1940’larda Amerika’da
hızlı araba sevdalısı gençler varmış
Chevrolet, Cadillac ile
ibreyi seksen mile topuklayan

bop şarkıcıları varmış
barlarda şarkı söyleyen
sabahlara kadar trompet çalan

işte o zamanlar
pek dikkat çekmezmiş Dizzy Gillespie’nin
trompeti her üfleyişinde balon gibi şişen yanakları
(Temmuz 2002)


PATİKA
Bir patika var az ileride
yukarıya mı, aşağıya mı belli değil
…….
-I-
yıkıntıları kenarlarda
şan şöhret düşkünü heveslilerin
taş kesilmiş silik yüzlerde çok yılışık
ellerinde para keseleriyle bekleşen kollar
hırslarından geriye kalan
ayaklar altında paramparça

-II-
kalıntıları kenarlarda
tamah düşkünü aptalların
zıhları delinmiş tam arkadan
lokmanın ortasında kardeş mızraklarıyla
ihanetlerinden geriye kalan artıkları arasında

-III-
kemikleri kenarlarda
oburluk düşkünü doymazların
gölgeliklerde keyif çatmış kaburgalar
mermer masalarda geniş çanaklara düşmüş kafalar
kalakalan yürek kafesleri yüreksiz

.....
seni cahil acınası kör
insancıkları ayırır bu patika
insanlardan
(Mart 2003)


KUTU
Çirkin insanlarla dolu
bir kutu bu
havasız, hormon kokulu
kibirli
tüketici
öyle itici
öyle incitici
bu hava, bu sıkıntı
cesaret vermeli
kaçmaya da
ölmeyi göze almaya da,
tamamen dışarıda
koşmaya da
yaşamaya da…
(Kasım 2004)


SEPYA FORTE
 – Eski bir fotoğraf  –
bir adam
yanında bir kadın
adam arkada ayakta
kadın önde oturmakta

adam
adamın yüzü zoraki ve durgun
dizginlenmiş
sert ve beklemede
orada değilmiş gibi
her an gitmeye hazır

kadın
kadınsı
kadın farklı
gizli kederler içinde daralmış yüzü
tesirli ve zarif duruşunun önünde
gözleri ise tüm zamanda
bir başkaldırının eşiğinde
şimdi ona baktığımın beklentilerinde
kendisini fark ettirmenin çağrısında
‘ben buradayım’, ‘buradaydım’ yakarışında
içli içli, içten içe
gizlenen sözcüklere aşina
sıkkınlığın esaretiyle
o anın cesaretiyle
o kadın
orada
kadınsı

hiçbir şey anlatamazdı
kısacık enstantanede var olmaya adanmış
şu fotoğraf kadar seni

her şeyinle öyle suskunken
zarafetle objektifi dile getiren duruşunu
özlü sözlü sayfalar süzülmüş bakışını
ressam dokunuşları gizlenmiş gülümsemeni  
ve seni
suretini saklayan kağıt
adı FORTE
ya senin adın

anlatamadığın hayatın ortasında
anlayamadığın yılların birinde
geç olurken
genç sayılırken
o an
tek bir an
geleceğe yollanan gizil mesaj halinde
hassas zamanın dalga boyunda
seni yakaladım
ve ağladım

tanık oldum sana
konuştum SEPYA FORTE ile
bir zamanlar sen de yaşamıştın
sen de vardın aramızda
bizler gibi
tutkularla ve günahlarla
beklentilerle
bir çırpıda geçen
zaman içinde
bir fotoğraf kağıdı inceliğinde hayata sıkışan
ve bir kare kadar yer tutan
bizler gibi

şimdi sana bakıyorum
ruhun fotoğrafta yaşıyor
o halde ölmüş olmalısın
(Şubat 2005)


KIRMIZI BALIK
Havuz hayat
dünden daha bulanık bugün
daha bunalım
yarın daha

tutunmuş kara yosunlar
istila ediyor
plastik nilüferlerle iltifat halinde
ihya ediyor basbayağı

daha da koyulaşacak
erittikçe taze bedenleri
hiç taşmadan ölçüyle
yavaşça hissizleştirerek

o kırmızı balık
anlar ki havuz boğucudur
dışarı atlar kırmızı balık
bir mucize olur
türkuaz gökyüzünde yüzer
kırmızı balık

ne yazık
çabucak
atmacaya yem olur
kırmızı balık
(Şubat 2006)


ESRİMEK*
Esrimek lazım belki
tiksinmemek için
kolaylaşmasa da kavrayış
acıya ve adaletsizliğe direnen
vurdumduymazlığa erişmeye
esrimek lazım belki

vals ve ilahi geçişleri
ağlatır
ağlamak ayıklıktır
öteyi de bilmektir
esrimek lazım gelir
kaçamayacağın ters ışıkların yarattığı
sinsi gölgelerin ıssızlığında ağlaşırken
çıkışı olmayan dehliz diplerinde
esrimek iyi gelir

*Sarhoş olmak
(Mart 2007)


BULANDI KADER
Gizli bahçemin dikenlerine takılan
taze canını acıttım ah
kimse geçmez sandım
bu yolsuz münzevi çalılık arkasına
kimse uğramaz sandım

buraya sürüklenecek kadar
kayboldun zahir

ben ne kurtarıcıyım
ne de avcıyım
seni dikenlerden alırken
pusu da değildim
beklentisizdim sona kadar
her şeyi bitirmişken
şimdi bulandı kader
(Nisan 2011)


GERİYE KALMASIN
Bazen hayat
büzüşük, titrek, soğuk demetlerle ürküntü
kördüğüm, nefessiz, tutsak eden nahoş birikinti
bir gün patlarsa
bölük pörçük posasını bırakmasın
geriye hiçbir şey kalmasın
ne de üzüntü
(Haziran 2012)


BİTEVİYE SOKAĞI
Önü de arka sokaklara açılan evler arasında
kızlar, oğlanlar, yaşlılar, bebeler
yeniden, eskiden, geçmişten, gelecekten
tıknaz evlerde boy boy hayatlar
işçiler, işsizler, avareler, mülteciler
çirkinler, bakımlılar, şişmanlar, çelimsizler
sahipsizler, yalnızlar, uyumsuzlar, alışkınlar

kural bozulmaz
gelen kalmaz, giden gelmez
çehreler değişir
biteviye sokağında
kimisi çoklarını görmüştür
kimisi çok az görülmüştür
gaile kuraldır
(Mayıs 2013)


BİR VARMIŞ, BİR YOKMUŞ
Saniyelerle
ağır ağır birikmiş zaman
bedenimde
sinsi
dakikalar yıllarla buluşmuş
ellerimi şekilsizce buruşturmuş
gençliğimi uzağa sokuşturmuş

keyifsiz kalbimin üstüne
ağrılı günleri üst üste vurmuş

ağarmamış gecelerden
gri sabahlara çabalardan
sakallarımı ağartmış

bir varmış, bir yokmuş
geriye ne kalmış
(Ocak 2014)


KOZMİK SEVGİLİYE ŞİİR
Ah, sevgili
sensiz hayat ekilmiş zamanıma
sensiz zaman yayılmış uzayıma
istemeye istemeye alıştım
bu dalga boyunda yaşamaya
ılık ışınlarını bekledim
bir gün, o gün
çarpışmayla, çarpılmayla birleşmeyi diledim
oysa rastlamıştım belki
bir zaman diliminde
rast geldik mi uzaktan
ya da yan yana iken
belki tesadüfen
atomlarımız çekim halindeyken
kaçırdık mı elimizden tüm bağlantıları
akışkan, küçük, ahmakça anların diziminde
geçip gittik mi bilmeden
ya da elimizde olmadan
o gün mü “başka” olduk
birleştiremeden kaderimizi
ne bileyim belki de hiç karşılaşmadık

ah, sensizlik etkisi
bir yandan takat çökerten
bir yandan karanlığın içinde dans eden
sabır atomlarını eken

sensizlik etkisinde
gerçeğin bir hayal dalgası ise de
ihtimaller denizinde aniden beliren
bir ada/gezegen düşlüyorum
mucize yaratılışlara benzer bir hızla patlıyorum
yakalayabileceğin eş frekanslarda
titreşimlerimi gönderiyorum

sensizlik etkisi
dinmeyen daimi evrede
bitmeyen evrende
(Ekim 2015)


BAHAR VE İKSİR
Parlaklığında bir fark yok güneşin
uzay zamanda
ne dünden, ne de yarından
daha eksik ve fazla
bu bahar

parlaklığında bir fark var güneşin
benim uzayımın eğrisinde
öncekilerden
bir mevsim daha eksik gelecekten
bir mevsim daha fazla geçmişten
bu bahar

aynı güneşle gelen
bu bahar
hayata tahammülü artıran
gençlik ile birleşince iksire dönüşüyormuş
bunu anladım
bu bahar
(Mart 2016)


KOKUŞMUŞ ORNABDAN FERAH OVAYA
Yüzlerce yıldır
kokuşturdukları orman diplerinde
cennet havası büyüsüyle gözü dönmüş vahşilerin
kaçılması zor hileli gölgeleri arasında
yolumuzu arıyorduk
tuhaf kılıklılar peşimizdeyken
gafletimize üşüşmeyi gözleyen itaatkarlar arasında geçiyorduk

biz
azınlık gibiydik
yalnızlığımız vardı
şüphelerimiz kendimizden uzaktı
iç görümüz, düşlediğimiz, inandığımız, erdemimiz
insanlığımız vardı

orada
tuhaf ‘kılıklılara’ itaatkar çokları vardı
bizim çehremizi taklit eden
her köşede rastlaştığımız
çoklaşmış ve hepsi büyülenmiş
durgun suratlılar, durgun akıllılar
hem de ahlaksız ve memnunlar
onlara göre katları yüksekti
ve erdemleri sonsuzdu
güya yücelttikleri ‘kılıksızların’
ardında kendilerinin
güya vaatleri yüceydi

göremezlerdi
oysa görebilselerdi
hilebaz ve baş büyücü, kemirici
‘kılıksızların’ suratlarından
gündüz bulutları bile kaçışırdı
ürkünçlüklerinden hayvanlar ikrah ederdi
yaşanmazlık vardı çürümüş çevrelerinde
aldatma vardı
ve bu ormanın
çiyanları bile kaçardı
sıkkın, sızılıydı hayvan ve nebat
düzen buydu

....
düşlediğimiz ferah ova uzaktaydı
isyanımız büyüktü
kaç nesil savunacaktık bilmiyorduk
kaç nesil yol alacaktık bilmiyorduk
zaman zaman yılgınlık içinde
yine de ilerliyorduk
(Aralık 2016)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

  BLOG İÇERİĞİ / LIST OF CONTENTS YAZILAR / ARTICLES -UZAKTAN (Deneme) -YAPAY ZEKÂ, PHOTOSHOP, MS WORD… (Makale) -SORULAR (Makale)   - K...