20 Temmuz 2023 Perşembe

SORULAR...

Bilgiye ulaşmaya istekli, demokrat, laik, düşünceye açık, sosyal, mutlu ve huzurlu bir toplumda yaşamak isteyen ama yaşayamayan sade bir vatandaş olarak kendinizi nasıl hissediyorsunuz?

Aklın, bilimin, sanatın ve ahlakın yaşam biçimlerine ve kültüre niçin nüfuz etmediğini sorgulayıp duruyor musunuz?

Yalanların gerçek gibi sunulması sizi ürkütüyor mu?

Düşüncesizliğin ve bencilliğin insana ait genel bir karakter olduğuna mı ikna oldunuz?

Bulunduğunuz toplum ilerlememeyi kural edinmişse, siz kural dışı mısınız?

Ruhunuzda giderek büyüyen bir tahribat olduğunu ve bunun giderilip giderilemeyeceğinin karmaşasını yaşamakta mısınız?

İçinizdeki umut kırıntıları, derin umutsuzlukla baş etmeye yetebiliyor mu?

Bencil, kendini önemseyen, dünyayı tanımayan, kendi düşüncelerine hayran ve biricik olduğunu düşünen ve bunu da kaba kuvvetle anlatmaya hazır yığınlar arasında boğulmakta mısınız?

İnsanın sosyal bir hayvan olduğu görüşüne katılır mısınız? Yoksa bunun kimilerine iltifat bile olacağını düşünenlerden misiniz?

Şiddet, yok etme, istila, savaş olgularının insanlığa has bir karakter mi yoksa insanlığa ihanet olduğunu mu düşünüyorsunuz?

Karmaşık evrimsel, biyolojik, mucizevî, yaşam sisteminin nasıl böylesi aptal, tutarsız, vahşi, kibirli davranışlar sergileyen canlılar üretebildiğinin hayretini yaşıyor musunuz?

Yaşam ve yeryüzü sisteminin özellikle son yüz yıllık teknolojinin kurbanı olduğunu gözlemek kafanızda çelişkiler yaratıyor mu?

Bireylerin hayatı iyileştirmek, güzelleştirmek ve insanlığı geliştirmek adına yapabileceği şeylerin yüzde kaçını başarabildiğini düşünüyorsunuz?

Bir kitlenin inandıklarının dışındaki gerçekleri söylemek, vurgulamak, önemsemek, ideal edinmek suç olarak görülüyorsa siz de bir suçlu musunuz?

Yalanların gerçeğe dönüştüğü ve yalanın yalan olduğunu fark edemeyecek kadar tek boyutlu ve gerçeklere ilgisiz yapay bir dünya da yaşadığını anlayamayan kitleye saygı duyar mısınız?

Lafta kalan ve gerçekleşmeyen genel ve geniş anlamda barışın nasıl gerçekleşebileceği konusunda bir fikriniz var mı?

Nesiller kültürel ve sosyal içeriklerini bir sonraki nesle aktarırken aklı ve mantığı ön planda tutmuyorsa nasıl bir toplum oluşacağının resmini çizebilir misiniz?

Ahlak kavramlarının dinlerden çok daha önce oluşmuş kavramlar olduğunu, ama dinlerin ahlak alanına hâkim olmasını nasıl açıklarsınız?

Haksız, hukuksuz bir devlet ve sosyal düzeninde yaşamaya mecbur bırakılmak içinizi kemiriyor mu?

Yaşantınızda neleri erteliyor, neleri köreltiyor, neleri aşındırıyor, nelere isyan ediyor, nelerden nefret ediyor ve bütün bunların muhasebesini yapabiliyor musunuz?

Şu anda gördüklerinizin, yaşadıklarınızın hem kişiliğinizi, hem sağlığınızı, hem insanlığı zedelediğini düşünüyor musunuz?

Karşınızda her şeyi ile normal görünen insanların aslında bencil, tutarsız, cahil, düzeysiz olduğunu bilmek kahrolası bir duygu mu?

Sizi hayattan soğutan olgularla nasıl başa çıkıyorsunuz?

Gerçekten ilgilenmek istediğiniz şeylerle ilgilenemediğinizi fark ettiniz mi? Bundan dolayı anlamsızlığa düştünüz mü?

Kirlenmişliğe, ihtirasa, dengesizliğe yenik düştüğünüzü hissetmenize rağmen sizin gibi insanların bulunduğunu umut edip ama böylesi insanları yakınınızda bulmakta güçlük mü çekiyorsunuz?

Hem kör, hem kibirli insanlar her yerdeler mi? Bu gibilerin nasıl iltifat gördükleri, yandaş buldukları, birbirlerini nasıl ağırladıkları sizi şaşırtıyor mu?

Hepimiz yaşarken yeryüzünü kirletiriz ama birilerinin onu yaşanmaz ve artık mahvolma noktasına getirirken ve bu durumun doğayla birlikte hepimizi etkilediğinin farkındayken çoğunluğun bunu hiç umursamamasını nasıl karşılıyorsunuz?

Gördüğünüz, tanık olduğunuz haksızlıkların siz de yarattığı öfke ve huzursuzluğu içinize atarak mı savuşturuyorsunuz?

İnsanın insanlığını neyle, nasıl ölçeriz? Böyle bir ölçüm cihazı tasarımını hayal ettiniz mi?

Ufkunuz geniş mi, ne görüyorsunuz?

İnsan iç görüsünü kaybetmiş midir?

İnsanın başkalarını etkileyen eylem ve davranışlarının belirli kurallara uymaları gerekmez mi? Davranışların etkilerini ve sonucunu kavramak nasıl bir insan olmayı gerektirir?

İnsanların dünyayı kendileri gibi zannettiğini biliyor musunuz? Kendi sınırlarının dünyanın sınırları olduğunu zannettiklerini de biliyor musunuz?

Siz başkalarını dinlerken başkalarının sizi dinlemediğine, umursamadığını kaç kez tanık oldunuz?

Kendinizi rol yapmakta zorlanan, kendi gibi olduğunda, rol yapanlar arasında mutsuzluğa ve bezginliğe düşmüş birisi olarak tanımlar mısınız?

Siz kendiniz misiniz?

İnsanın insanlığa yaptığı en büyük iyilik nedir? İnsanın insanlığa yaptığı en büyük kötülük nedir?

Hiç içinizdeki ‘ben’i aradınız mı? İçinizdeki ‘ben’i bulabileceğine inananlardan mısınız? İnsanların bir türlü arayıp da bulamadığı bu sonuçsuz arayışın bir gün kendinizde gerçekleşeceğini umut ediyor musunuz?

İnsanın kendini tanımlayabilmesi için kendisi olmaması gerekmez mi? Üstelik de her an değişebilirlik karşısında “kendi olmak” saf bir mistisizm değil midir?

İnsanın kendini bulması ne demektir? Kendi hakkında düşünmemesi midir? Kendisi hakkında düşünmemek huzuru sağlar mı?

İnsanın kendini bulması delilik midir?

Siz çevrenizdeki her bir kimseye göre farklı biri değil misiniz? Siz onların toplamı olduğunuzun farkında mısınız?

“Ben bu yazıyı sonuna kadar okudum da ne oldu?” diye içinizden geçirmediyseniz bu yazının amacına ulaşmış olduğunu fark edebildiniz mi?

Akil Alparslan

14 Eylül 2014

23 Mayıs 2023 Salı

KULLAR TOPLULUĞUNDA LİDER FAKTÖRÜ VE CEHALET KÜLTÜRÜ

Dayatılan hayal dünyasına sıkıştırılmış, gerçeklerle ilgilenmeyen bir toplumun içinde rasyonel birey olmanın ağırlığını yaşayanlardan mısınız?

“Kul” kelimesi köle, hizmetkâr, emre itaat eden anlamına gelir.

Her çağda kullar kendi efendilerini yaratırlar. Efendileri onları korusun, doyursun, umut versin ve arzu ettikleri cenneti hatırlatsın, cennetin kapılarına götürsün diye.

Başlarken bazı bilgiler: Türkiye 2022’de yolsuzluk ve rüşvet algı endeksinde dünyada 101’nci, 2022’de Türkiye dünya enflasyon birincisi, Türk Lirası 2022’de dolar karşısında dünyada en çok değer kaybeden üçüncü para birimi, Dünya Demokrasi Endeksi'nde 2022’de 167 ülke arasında 103'üncü, Freedom House (Siyasi özgürlük ve insan hakları konusunda araştırma ve savunuculuk yapan kuruluş) 2023 verilerine göre Türkiye özgür olmayan ülkeler listesinde, Dünya Adalet Projesi (WJP-World Justice Project) Küresel hukukun üstünlüğü sıralamasında 140 ülke arasında 116’ncı, Avrupa’da 2022’de trafik kazası sonucu ölüm sayısı en fazla olan ülke, Avrupa’da 2022’de işçi ölümlerinin en fazla olduğu ülke, OECD ülkeleri arasında 2022’de en fazla şiddete maruz kalan kadınlar sıralamasında birinci, Mali Eylem Görev Gücü (FATF) tarafından 2021 yılında kara paranın aklanması ve terörizmin finansmanını engellemede eksikleri olduğu için gri listeye alınan ülke, dünyanın en mutlu ülkeleri sıralaması listesinde Türkiye 137 ülke arasında 106’ncı, 2023 Küresel Barış Endeksi'nde 163 ülke arasında 147’nci (The Institute for Economics & Peace IEP), dünyanın en iyi üniversiteleri sıralamasında ilk 400’de yer almayan ülke...

Demokrasi, özgürlük, laikliğin yanında, işsizlik, eğitim, enflasyon, terör, yolsuzluk, insan hakları, ifade özgürlüğü, adalet, güvenlik, çevre, tarım, sosyal, ahlaki alanlarda yaşanılan büyük buhranlara rağmen halkın büyük bir kesimi neden hala sorunları yaratan, yanlışlarına devam eden, ayırımcılık yapan bir hükümeti desteklemeye devam eder? Toplumun her kesiminden ister fakir, ister sistemin yarattığı zengin çıkarcılara kadar otoriteden maddi beklentisi olanların bağlılığını ve desteğini bir kenara bırakırsak dogmatik bağlılığı nasıl açıklarız? Gerçeklerle yüzleşmek yerine neden mutlu cehaleti tercih ederler?

“Kullar topluluğu” olarak adlandırdığım toplum kesimi sorunları neden göremiyor ve sorunları yaratanlar  “ötekilerdir” fikrine niçin hala körü körüne bağlı ve ısrarında devam ediyor? Ötekiler ki onlar adil, özgür, gelişmiş, laik, demokratik, eşit, huzurlu bir ülkede kardeşçe yaşamak isteyen, içinde bulunulan gerçekleri gören ve çözüm arayan bireyler olmalarına rağmen neden düşman gibi görülüyorlar? Bir kitlenin inandıklarının dışındaki gerçekleri söylemek, vurgulamak, önemsemek, ideal edinmek neden suç olarak görülüyor?

Bu kitle, ihtişamlı algı operasyonları ile eğitim ve refah seviyesine bakılmaksızın tüm açık ve acı gerçeklere rağmen yalanların değilmiş gibi sunulduğu ve algılarının kontrol edildiği halk kesimidir. Topluluk, sunulan algı ihtişamını inandıklarının kanıtı sayıyor, kendine sunulanı onaylamakla kalmıyor yüceltiyor, sorgusuzca her şeyin muhteşem ve her şeyin yolunda olduğunu düşünüyor. İşte bu durum temel ve büyük bir toplumsal sorunun varlığı anlamına geliyor.  Üstelik yaşadıkları sıkıntıların kaynağının destekledikleri liderin ve fikirlerinin olduğunu sorgulamayacak kadar kapalı, dar, şüphe duymayan bir bakış açısına sahip olmaları ise çok acı verici. Onlara göre tüm sıkıntıların kaynağı “diğerleri” yani doğru yolda olmayanlardır. Kendi topluluğundan, kendi dininden ve inandıklarından, hatta kendi mezhebinden olmayan, kişiler, topluluklar, ülkeler yalnızca çıkarlar dışında yüz çevrilmesi ve mücadele edilmesi gereken unsurlar olarak görülüyor. Bunu da liderlerinin kendileri adına başarıyla, cesaretle yaptığına inanıyorlar.

Topluluğa sunulan coşkulu inandırma yöntemleri, kandırılmayı sağlayan duygusal değerleri canlı tutar. Onların dünyasında nesnel olgular ötelendiği için yalanlar gerçeğin yerine geçer. Analitik düşünme yeteneği çok gelişmemiş, okuma alışkanlığı olmayan kitlede “gerçekler,” yönlendirmelerle “istenilen” ile değiştirilir ve zihinler kurmaca bir dünyayı gerçek zannetmeye başlar. Yalanlar gerçeğe dönüştükçe gerçek önemsizleşir ve değerini yitirir. Bireyler ve toplum gerçeklere karşı körleşir ve duyarsızlaşır. Dünyayı ve nesnel gerçeklerini inandıkları zihniyete teslim edenler, yalanla başlayan ve yalanla kurguladıkları hayatlarını elbette yalanlarla sürdürürler. Kitle, yalanın yalan olduğunu fark edemeyecek kadar tek boyutlu ve gerçeklere ilgisiz yapay bir dünya yarattığını anlayamazken aynı zamanda hem otoriteden beklentileri hem de kendi arzuları doğrultusunda nasıl olmasını istiyorsa ona da inanmaya devam eder.

Kullar topluluğu biat etmeyi doğru ve üstün meziyet sanan, liderlerini aşırı yücelten bir yaklaşıma sahiptir. Liderin "şeytani dünyaya" karşı daima savunulduklarını ve kendilerini ezmeye çalışan dış dünyaya karşı onun tarafından kahramanca korunduklarını düşünüyorlar ve lideri bu uğurda mücadele eden adil bir figür olarak algılıyorlar. Bu süreçte onun yaptıklarının ve gelecekte yapacaklarının doğru ve vazgeçilmez olduğuna koşulsuz kabullenmenin katılığını dürüstlük ve sadakat olarak kabul ediyorlar ve ona, uygulamalarına, yaptıklarına, söylediklerine karşı hiç şüphe duymuyorlar. En saçma vaatlerde bulunsa bile lider kişi, kullar topluluğu söylemin içeriğine, doğru olup olmadığına bakmadan, sırf o söyledi diye irrasyonel bir motivasyonla ve duygusal coşkuyla inanacak ya da kendini inandırmaya zorlayacaktır. Hatta “mümkün mü” diye sorgulamak ve “kandırılıyoruz mu” diye kanıt aramak yerine, bu vaadi ancak onun mümkün kılacağına, mucizevî icraatı sadece onun gerçekleştireceğine inanacakların sayısı azımsanmayacak seviyede olacaktır. Söyleneni değil, söyleyeni önemseyen, duyulara ve duygulara önem veren, gerçeği dışlayan, aklı öteleyen bir toplumun “biat” kültürünün tam bir yansımasını örnekleyecektir.

Dinsel ve siyasi otorite tarihsel süreçte menfaat gereği ve kasıtlı olarak cehaleti muhafaza edip yaygınlaştırmayı amaç edinmiştir. “Cahil” dendiğinde akla gelen eğitimsizlik ve bilgisizlik olgusu yalnız başına cehaleti yaratmaz.  Cehalet, eğitim seviyesine bakmaksızın insanlık, yaşam, toplum, ülke, dünyayı anlama ve katkı konusunda “düşünce, idrak ve muhakeme sıçraması” yapamayan tüm kişi ve kesimleri kapsar. Düşünce, idrak ve muhakeme sıçraması kendinin ve olguların farkında olmayı, bilgiye ve öğrenmeye değer vermeyi, kavramayı, sorumluluğu, uzlaşı kültürünü, birlikte yaşama azmini, tahammülü, duygudaşlığı, gayret içinde ve gelişime açık olmayı, yetkin düşünebilmeyi, toplumsal ve bireysel huzuru önemsemeyi, yozlaşmaktan uzak durmayı, zihinsel ve kişisel değerler üretmeyi öngören, sadece duygularla hareket etmekten kaçınmayı, önyargısız düşünmeyi ve davranmayı içeren aktif bir kavramdır.

Toplumun karakteri daima kendine uygun dini bir zihniyet yaratır. Bilgisizlik ve itaat, toplumda yaygın ise din anlayışı da bilgisizlik ve itaat ile şekillenir. İrrasyonalite, düşünce tembelliği, ötekileştirme, ilkesizlik, bilginin önemsenmemesi, merak eksikliği, faydacılık, kolaycılık, gerçeklere yüz çevirme, samimiyetsizlik, tutuculuk, uyumsuzluk, şekilcilik, ön yargıların baskınlığı, analiz-sentez yeteneği yoksunluğu, olguları anlamlandıramama gibi özelliklere sahip toplum bu özelliklerine uygun bir dini zihniyet oluşturacaktır. Oysa ilerlemeyi arzulayan bir toplum eninde sonunda mücadele ile yıllar ve yüzyıllar sürse de dinin, aklı, bilimi, fikirleri, insan haklarını, özgürlüğü, insanca yaşamayı, demokrasiyi kısıtlamasına, yaratıcılığı engellemesine izin vermez ve dini kısıtlayıcı bir sistem olarak yaşam biçimine adapte etmez. Atılım yapamayan, yenilikçi olmayan, yaratıcı olmayan, geri kalmış, sorgulamayan bir toplum kendine benzeyen, kendine uygun dini bir zihniyeti eninde sonunda yaratır ve bu anlayış yaşam biçimi ve kural haline gelerek benimsenir, sahiplenilir ve nesillere aktarılarak sürdürülür.

Yani toplumsal zekâ, toplumun temel yapısı, kültür, gelenek, davranış, sosyal, psikolojik, düşünme alışkanlıkları ve dünya algısı yaşam biçimlerine adapte olacak dini zihniyeti oluşturur. Toplumun genel karakterine ve değerlerine göre şekillenen dini zihniyet, sonrasın da toplumun isteklerini karşılayacak seviyede meşrulaşıp temel özellikler, düşünme ve davranış biçimleri olarak yerleşir. Toplum kendini meşrulaştırmak için dini kullanır ve kendine göre yorumlayarak kendine benzer dini bir anlayışı yapısına adapte eder.

Örneğin düşünme eylemini sevmeyen kullar topluluğu bireyleri Kuran’ı okunacak bir kitap değil tapılacak ilahi bir nesne olarak tanımlamıştır. Kuran, Arapça bilmedikleri halde Arapça harflerin okunuşu ile avunan ve sevap kazanılacağını düşünen bir davranışı kendi varoluş amaçlarına aykırı bulurdu kesinlikle. Bir insan, anlamadığı ses dizisi ile nasıl bir anlamlı bir mesaj çıkartılabilir ve diğer insanlara ve kendi iç dünyasına seslenebilir? Anadili Türkçe olan birisi nasıl olur da kendi diliyle Allah ile iletişim kurmakta zorlanır? Evet, ne yazık ki Arapça dilini ve harflerini ikonlaştıran, aracı amaç yerine koyan, tılsımlı, gizemli olduğuna inanan bir zihniyet içeriğe ulaşmayı amaç edinmez. Bu yerleşik dinsel argüman, bilgilenmeyi ve araştırmayı ilke edinmemiş, soyutlama yeteneği eksik olan toplum tarafından, somutun algı kolaylığı nedeniyle benimsenmiş ayrıca toplumu etkilemek, yönetmek, yönlendirmek isteyen liderler, şeyhler, politikacılar, yöneticiler tarafından da kendi amaçları ve ideolojileri doğrultusunda kullanılmıştır. Din gibi karmaşık konuları olan bir olguda halkın kendilerine söylenen ve öğretilen kadar az şey bilmeleri ve sunulan ile yetinerek bilgi sahibi olmaktan kaçınması daima otoritenin işine gelmiştir. Karşılıklı yarar ilişkisinde otorite din dâhil her türlü bilgiyi kısıtlamak, sınırlandırmak, toplumun bir kesimi de kısıtlanmış bilginin memnuniyeti ile sınırlarını zorlamamayı, bilgiyi aramamayı, kendine ve önce ailesine ve sonra çevresine, kendi yöneticilerine ya da ileri gelenlere soru sormamayı tercih etmiştir.

Kullar topluluğu sosyal bir kimlik ve aidiyet sağlar. Bu gruba ait olmak için biat kültürünü kabullenmek, düşünceleri, gelenekleri, davranışları değiştirmemek ve direnmek, mevcut durumu sürdürecek seviyeyi yakalamak ve korumak, bu amaç doğrultusunda söylenen her şeye inanmak yeterlidir. Topluluğu; gelir, eğitim, yaş seviyesine bakmaksızın bir arada olmayı sağlayan benzerliği, beraberliğe dönüştüren faktör “inançtır”. Dinsel aidiyet duygusunun baskınlığıdır.

Topluluk kendi düşüncelerine hitap edebilen başkalarına, kandırıldıklarına bile aldırmadan daha çok güvenirler ve onların yorumlarını kabullenirler ve onların yarattıkları dünyayı gerçek olarak algılarlar. Bu onların zihin yapıları için kolay ve zahmetsiz, dünyayı anlama, açıklama, yaşama şeklidir ve bu anlayış ne şimdinin ne de yüzyıl öncesinin de meselesidir. Başkalarını yüceltirken kendilerini de açıkça yüceltme eğilimi vardır. Olayların izahında ve durumların anlamlandırılmasında etkilendikleri ve etkilenmek istedikleri kişilerin ve yöntemlerin doğruluğuna inanırlarken, kendi deneyimlerini göz ardı ederler.

İnanç dünyalarındaki soyut boşlukları, bilinen kişilikler ile dolduran toplumlara dünyanın farklı ülkelerinde de rastlanmaktadır. Üstün olarak nitelenen kişi ya da lider üstelik aynı çağda yaşayan somut bir figür ise duyusal olarak yüceltilmesi, bağlanılması ve ikonlaştırılması daha kolaydır.

Otorite, ideolojilerini uygulamak, sağlamlaştırmak ve en önemlisi topluluğun kendilerine bağımlılığını sürdürmesi adına kitlenin bilgisizliğini kaynak olarak kullanır. Bilgilenme konusunda alanları daraltarak, kasıtlı olarak zihin bulanıklığı yaratıp, cehaleti “toplumun yapısı ve kültürün kendisi” olarak tasarlamayı başlıca amaç edinir. Toplum, tarihsel ve sosyolojik olarak da gelişmemiş, tutucu, bilim ve aklı dışlayan yapıya sahipse bilgiye ulaşmayı engellemek daha da kolaylaşır. Aydınlanma istenmiyorsa, insanların bilgi havuzuna ulaşmaması için kitlenin tepkisiz kalacağı, kabulleneceği ve savunacağı inanç ve din ağırlıklı eğitim yöntemleri temel amaç edinilir. Eğitim onların belirlediği alanlarda yapıldığından çağdaş dünyanın eğitim seviyesinin çok gerisinde kalan kullar topluluğu, temel dünya, temel ülke sorunlarının farkına varamaz hale gelir. Kitle, dış dünyayı, gelişen, değişen hayatın dinamiklerini anlamaya gayret etmek yerine bir reddetme çılgınlığı içindedir. Böylesi bir toplumda düşünebilme kabiliyeti gelişmiyorsa/gelişmesine, aydınlanmaya izin verilmiyorsa yaşam, din, medeniyet ve ahlak algıları o kalıplar içinde şekillenecek ve yerleşik, sorgulanamaz düşünce, inanç ve değerleri biricik ve değişmez olarak yerleşecektir.

Eğitim sistemimiz ile gerçek dünya arasında büyük bir uyumsuzluk var. Aileden başlayan bilgisizlik korundukça safsatalar, boş inançlar ve liderlerin her söylediği, her yaptığı maalesef eğitimsiz kitleye hoş görünecektir. Otorite sürekli eğitimsizliğe yatırım yaparak pozitif bilimi değil, niteliksiz, ezberci, yanlı eğitimi yaygınlaştırmak, temel zihinsel ve mesleki beceri kazandırmaktan uzak, dinsel eğitimleri ve eğilimleri ön plana çıkararak, çağdaş eğitimi sığlaştırmak, geçiştirmek ve zihinsel uyku halinin devamı için yöntem ve politikaları geliştirmeye ve uygulamaya devam edecektir.

Otorite, irrasyonel, gayri ahlaki ve hukuk dışı uygulamalarının meşru olduğunu, kutsal saydıkları ideallerini gerçekleştirme yolunda yapılması gerektiğinin meşruiyetine inanmış ve kitleyi de inandırmış bir ideale sahiptir. Kendilerini affettirmek ve kendilerine karşı güveni sarsacak olayların gerçek nedenlerini gizlemek ya da değiştirmek, aynı şekilde başarılarını abartmak için “kader, fıtrat, helallik, teslimiyet, cennet, cehennem, şükür etmek, emir, kutsallık, din, iman, şahadet, milliyetçilik” gibi dini sembol söylemleri kullanırlar. Böylesi söylemler otoriteye hem mazeret hem de motivasyon sağlar.

Telkin mekanizmasının sürekli ve etkin kullanılmasıyla gerçeklerden kopuk, tüketici, bilgiç, kafa yormayan, şiddete eğilimli, kibirli, bilgiyi ve gelişmeyi hor gören bireylerden oluşan, körü körüne bağlanmış, tek sesli bir toplum oluşur. Günümüzün yaygın medya araçları ise “gerçeklerin” göz ardı edilmesi yoğun kara propaganda ile kolaylaşır. Yanlış, yanlı, değiştirilmiş "gerçekleri", cehaleti ve aptallığı yayma çabaları, hiçbir zaman şimdi ki kadar kolay olmamıştı.

Düşünce fakiri ve cahil insanlar dünyayı/hayatı kendileri kadar, algıları kadar zannederler. Kendi düşünce ve algı sınırlarıyla dünyanın/hayatın sınırlarını da çizerler. Algıların kontrol edilerek yönlendirmesi, dayatılması, sınırlandırma ve inandırma eylemleri pasif ve duygularıyla hareket eden insanlarda çok kolaydır. Yani bireysel ve toplumsal “pasif" (zekâdan bahsetmiyorum) zihin yapısı varsa manipüle edilmiş algı sınırları içinde yaşandığını veya yaşatıldıklarını bir anlamda da bu sınırlara mahkûm edildiklerini fark edemezler. Bu durum bir toplumun başına gelebilecek en büyük kötülüklerden biridir, bunu da günümüzdeki siyasi güç bizlere ziyadesiyle yaşatmıştır.

Cehalet kültürü dini ve siyasi liderlerin, şirketlerin, yöneticilerin, algı operatörlerinin, söylevcilerin, reklamcıların, çıkarcıların çok ama çok işine gelmektedir.

İnsanın irrasyonelliği tüm kararları etkilerken, cehaletin yaygın olduğu kesimlerde ise farkında olmadan toplumu, ülkeyi çok sarsıcı şekilde etkiler; ülke gelişmez, barış gelmez, ekonomi ilerlemez, toplum ayrışır…

Kitle, çoğunlukla liderin kullandığı kutuplaştırmacı, ötekileştirici dili benimseyen bireylerden oluştuğunda, kendi yandaşlarının dışındakilere yani ötekilere gizli ya da açık bir mesafe oluşturur. Kutuplaştırılan toplumda muhalifler istenilmeyen, asla içlerine sindiremedikleri hatta varlıklarından nefret ettikleri, tahammül edemedikleri kimseler olur ve olmaya da devam ederler. Kendisi gibi düşünmeyenlere iktidarın kötü, kaba, hatta acımasız davranışları topluluk tarafından kolayca göz ardı edebilir, umursamazlar ve hatta yaşatılan zorbalıkları onaylarlar. Çünkü onların bunu hak ettiklerini ve daima hak edecekleri önyargısıyla karşı tarafı suçlarlar. “Öteki” insanların lidere kendileri gibi biat etmemelerinden, yanlış tutum, inanç ve yaşam biçimlerinden hatta günahkarlıklarından dolayı oluşan kaos ortamının gereği olarak otoritenin baskılarının haklı nedenlere dayandığına inanırlar. Kendi düşünceleri, dini inançları, alışkanlıkları dışındaki hiçbir şey anlaşılabilir, uzlaşılabilir hatta saygı duyulabilir değildir. Kendileri gibi düşünmeyenler onların nezdinde bütünlüklerine göz dikmiş, tehditkâr, potansiyel zararlılardır ve hatta dinsel söylemle "münafıklardır". Amaç, gerçeklere ulaşmak ve doğruyu bulmak değil, lidere sadakati göstererek karşı saftakiler olarak tanımladıkları fikirleri, kişileri, toplulukları ve olguları dışlamak ve bertaraf etmektir.

Otorite, dinsel kimlik üzerinden tabanını dar ve statik düşünce dünyalarına sıkıştırarak söz dinleyen, bağımlı, edindiği kısıtlı ve bilimsel olmayan eğitim, kültür, düşünce yetisiyle, fikir yoksunu bu topluluğu gerçeklerden kopartarak kitlenin sadakatini sürmeyi amaçlar. Muhaliflerin kötü insanlar olduğunu propagandasıyla, kendilerinin ve destek verenlerin yüceltilmeye layık dindar, iyi ve değerli insanlar olduğunu fikrini aşılamaya gayret gösterirler.

Toplumun benimsediği sosyal ve hatta dinsel anlayış, kendi gibi düşünmeyenin değersiz, uzak durulması gerekenler olduğudur. Bu anlayışın görünmeyen duvarlar arasında güçlü önyargıları vardır ve idealize edilen ahlakın ve dinin öngördüğü "hoşgörü", başkalarına karşı gösterilecek yerleşik bir davranış olmamıştır. Böylesi insanlar birbirlerine karşı korumacı ve adilmiş gibi davranırken diğer birey ve topluluklara açıkça düşmanca ve merhametsiz davranma eğilimi taşırlar. Adalet algıları ve duyguları kesinlikle evrensel nitelikte değildir. Liderler de bu durumu körükleyerek rakip olarak gördüklerine karşı baskı ve hukuksuzluk ile sindirme fırsatı yaratırlar.

Kullar topluluğu liderlerinin fikirlerine, davranışlarına, politikalarına itiraz edilmesi ve eleştirilmesini bir hakaret, kabul edilemez bir gaflet olarak değerlendirir, çünkü lider onların nazarında tartışılması asla düşünülmeyen üstün bir kişilik konumundadır.

Algı mühendisliği, beyin yıkama ve propaganda sayesinde devletin asli görevi olan imar işleri büyük başarının bir ispatı olarak gösterilmeye çabalanmaktadır. Kitle, perde arkası detayları, yanlış işletme mantığının devlete getirdiği yükün onların torunlarının bile hayatlarından çalacağını düşünemeyecek kadar gerçeklerden uzak, algı tuzaklarında yaşadıklarını maalesef fark edemiyor. Siz hiç Kanada, Norveç, Japonya, İsveç gibi ülkelerin inşaat projeleri ile övündüğünü duydunuz mu? Onlar da çok büyük ve parmak ısırtan ulaşım ağları ve dev projeler yapıyorlar. Bu ülkeler demokrasi, bilim, özgürlük, mutluluk, sağlık, insanlığa katkı, eğitim, sanat, refah seviyesi, gelişmişlik, uzay, tıp, yaratıcılık, güven endekslerinde her zaman üst seviyelerde olmaları, teknolojiye katkıda bulunmaları ve buluşları ile övünüyorlar. Yani inşaat faaliyetlerini dünya başarısı olarak gösterip, şımarık iç politika malzemesi yaparak dünyaya nam salamayacaklarını kavrayalı uzun yıllar olmuş. Siz demokrasiyi, eğitimi, bilimi ve sanatı önemsemeden istediğiniz kadar inşaat yapın, bu sizi dünyanın iyileri arasına asla yükseltmez (üstelik devleti yani halkı yıllarca borçlandırarak). Kullar topluluğundan alınan iltifat ile yetinmek ancak iç politika malzemesine ve kandırmacasına yetecek sahte bir ihtişam anlamına gelir.

Nesillerin zihinsel, kültürel ve sosyal içeriklerini bir sonraki nesle aktarırken aklı ve bilimi, insanlığı, iyi bir ülke ve dünya vatandaşı olmayı ön planda tutmaması halinde nasıl bir toplum, nasıl bir ülke, nasıl bir hukuk, nasıl bir ekonomi oluşacağının resmini çizebilir misiniz, deseler son çeyrek yüzyıla bakın derim.

Demokrasi bilinç gerektiren bir yönetim biçimiyse, halkın bu bilince sahip olmaması için açıkgöz ve totaliter liderlerin dini söylemleri kullanması, inançları siyasete dönüştürmesi maalesef tarih boyunca ve halihazırda çok kolay ve etkileyici bir yöntem olmuştur. Sonuçta otorite gerçekleri daima gizleyerek, değiştirerek, dinsel hassasiyetleri kullanarak, güdümleme ve yoğun propaganda ile ancak yaşamalarına yetecek kadar ekonomik koşullar yaratarak kullar topluluğunda ve etkilenmeye hazır insanlar üzerinde adeta bir hipnoz etkisi yaratmıştır.

Oysa cehalettir bu yalan ihtişamı yaratan. Öylesi bir topluluk iktidarın baskısını hissetmez çünkü akılcı duyarlılığını kapatmıştır/kaybetmiştir ve gerçeklikten kopmuştur. Gerçeklikten kopan topluluk/halk özgürleştirilecek, geliştirilecek, daha adil, daha eşit, bilime, felsefeye, ahlaka ve sanata önem veren başka bir dünyayı hayal edemez. Algılarının doğruluğuna olan inancın katılığını erdem olarak kabul ederler.

Cehalet sonuçta milyonlarca hoşgörülü, zeki beynin istemediği, onaylamadığı bir gerici bir medeniyetin gelişmesine olanak verirken, iktidar seven otoriter beyinler tasarlanan bir dünya düzeni kurmanın zeminini oluşturmaktadır. Böyle bir mühendislik toplumu çatıştırır, zayıflatır, yobazlaştırır ve asla ilerletmez.

Rasyonel, halkını ve halkının geleceğini düşünen dürüst bir lider önce laik ve demokratik bir temelin değerini anlamalı ve sonra adil ve gerekli adımları cesaretle atacak kararlığı göstermelidir. Doğruyu ve gerçeği aramaya yönelik eylemlerde bulunmayan, gelişme ve gelişememe sorunlarını irdelemeyen, özgür düşünemeyen toplumlarda asla istikrar olmayacağını bilmelidir.

1997 yılında BM Genel Sekreter Kofi Annan bir konferansta yaptığı konuşmada şöyle demiştir: İnsanları düşman yapan şeyin bilgi değil cehalet olduğuna inanıyoruz. Çocukları savaşçı yapan bilgi değil cehalettir. Bazılarını demokrasi yerine tiranlığı savunmaya iten bilgi değil, cehalettir.

Akil Alparslan

23 Mayıs 2023

26 Ocak 2023 Perşembe

AN ANALYTICAL PERSPECTIVE ON THE "ART" ADVENTURE OF HUMANS AND ARTIFICIAL INTELLIGENCE

The concept of "art" is the field of creativity, the only feature of being human. As the artistic prowess of Artificial intelligence emerges in a fast-moving world, it raises questions we've never encountered before about what it means to be "human". What kind of a period will "art", which is the result of human concepts such as existence, society, communication, subconscious, emotions, imagination, intuition, love, sensitivity, dream, originality and of course, creativity, enter into a period with Artificial intelligence (AI)? With its revolutionary technology that will change production, thinking, lifestyles and the future, will artificial intelligence, which is designed to replace people in other fields of activity, be more creative than humans in the field of art and reach the competence to challenge the artist?

According to Hegel, art carries the spirit of the artist, who is transferred to matter and likens matter to himself. Well, since the products created by machines without a soul today are not generated by an artist, can they carry spirit and meaning?

For years, computer technology has already made an impact and contribution to visual arts with image technologies such as vector, bitmap, 3D, CGI as a tool that creates, processes and changes the image. Today, many smart image generators such as Stable Diffusion, DALL-E, Craiyon, Midjourney, Nightcafe Ai, etc. are software systems that can statistically evaluate themselves over large datasets containing millions of images, train themselves, and produce new images that are not included in the original dataset. Not just images, AI is already being used in other branches of the arts to create music, poetry, sculpture, stories, articles and films.

There are many new questions and concepts such as whether the products created by a system that has human skills but is not human are real works of art, whether programmers and machines will be accepted as artists, whether AI products can be included in the broad and general definition of art. Although there are objections, acceptances, doubts, different opinions, it has been met with great interest by the majority.

First of all, it is necessary to talk about the concepts of “Art” and “Artist”. In its most general definition, art is a reflection of the human mind and cultural evolution, an expression of creativity, way of thinking and imagination. The artist, on the other hand, is the one who makes art with the awareness of "being human", humanizes and shapes life, and realizes the phenomenon of art with action. The artist combines facts with aesthetic elements from a different point of view and records them in social memory. Behind his creative works lie deep stories of man, his age and society. He uses his imagination, patience, enthusiasm and self-sacrificing efforts to embed his passions, memories, dreams, imaginary and abstract ideas, symbols, philosophy and his inner world, the dynamics of the era and society he lives in, with aesthetic expressions. The process of creating the artist's art is complex and difficult, while filtering everything he is affected by and incorporating it into his works. He feels both sadness and happiness most deeply, and experiences his anxiety and pleasure at the highest level.

Art originates from life and human beings and belongs to humans. “Art is an object made by man for man. “ (E.H.Gombrich, The Story of Art) This is a very accurate definition and “Art” is based on a human-made phenomenon that takes its source from the human artist and seeks meaning with its historical, social accumulation and imagination; existence occurs in the unity of human, artist, meaning, aesthetic object and aesthetic taste. In this respect, there is a deep bond of existence between man, art and work of art that complements each other.

The artist searches for the meanings behind artistic intentions and desires and vital phenomena. Since AI is not a living, emotional being, it lacks imagination, the reality of its external world, and the qualities of being human. Unfortunately, those who claim in advance that the products of AI are art, underestimate the artist who realizes the thousands-year-old deep source of art and the artistic production process, and find it unnecessary to question the artist's effort and necessity. Decisions made by those who do not know the depth of the creative process, without entering the enthusiastic world of an artist, are in favor of accepting and affirming AI products without questioning them. We see that the capitalist world, which wants to benefit from the stimulating effect of the trade created by AI products, has great expectations to use this situation in its favor and turn it into money.

The production process of AI is formed by the combination of computer, programmer, data, algorithm, output, aesthetic taste of the receptive subject. Since AI does not perform its actions by focusing on aesthetic values, aesthetic harmony and meaning, the output it produces is only a sensory, aesthetic value uncertain, non-essential, formal object. Because it lacks the subjective point of view and the values of the special creation process in the mind of an artist. The software, which does not take its source from the human mind, does not have emotions, and produces from ready-made data, has the potential to produce likeable outputs. It can even produce outputs, albeit rare, that, by chance, can give aesthetic pleasure and cause emotional and artistic excitement in people. Again, it is the receptive subject himself who adds artistic value to such an output with his artistic disposition, education and dreams. Because, while the output is devoid of a communication basis, an expression to be conveyed and has no artistic value, the perception style, psychological orientation and point of view of the receptive subject who establishes the communication raise the output to the value of an object that gives aesthetic pleasure. The receptive subject participates in the process with its level of perception of the object, aesthetic judgment and creativity, and needs the qualities of its own self and visual capacity. With a subjectivist attitude, he takes the artistic value not from the object but from his own psychology, customizes the object with his own emotions and attributes a meaning to the output. What makes the output of AI valuable is not the qualities of the aesthetic object formed by the activity of an artist, but the way of seeing of the receptive subject.

The work of art is a human creation, the creative subject is the artist. The artist produces by adding meaning to his work, and the visible form has a meaning integrity, a unity of form and content. In his work, the artist formally expresses a reality about life in his work. That is, the meaning is not added after making the work, and the meaning exists as a substance in the mind of the artist before the work takes shape. In the work, the expression to be conveyed without communicating with the receptive subject is already present and ready; all this is hidden in the work as a reality and waits to be seen by a competent receptive subject. This is the process of discovery of the work of a spirit that repeats the aesthetic creation formed in the artist's soul. The receptive subject, who judges the output of artificial intelligence, lacks the pleasure and effort of creating, perceiving and recreating the expression level of the artist, that is, the human being. Because understanding and making sense of a work of art requires an effort like the creativity of the artist.

E.H. “We cannot hope to understand a work of art if we do not have the ability to share that sense of liberation and triumph that the artist has over his finished work,” says Gombrich.

We see that while art is realized with the connection of the artist, the work (aesthetics) and the receptive subject (aesthetic interest), the process in the AI product takes place with the connection of data, algorithm, object (sensory) and receptive subject (aesthetic interest).

Human art is the aesthetic relationship between man and objective reality and includes artistic reality. Its source is life, human, society, created by the artist, it focuses on the whole process and is holistic. It is based on the reproduction of the aesthetic values that the artist brings to the object by the receptive subject, the connections and interaction with the aesthetic judgment. It is directly and tightly connected to human practice, society and social life. The work of art is personal, original, and the artist has a compositional knowledge and skill that will require much more than repetitions, different blending and attachment techniques in AI output. In a way that takes its origins from life and focuses on the soul and meaning, art considers beauty as a unity of values. Like artificial intelligence, it focuses not only on the result, but also on the whole process, and this is what we need to distinguish.

Although AI is capable of creativity, this does not mean that it is an artist. Likewise, neither a programmer nor an algorithm is an artist. Because their production is outside of the vital, emotional, spiritual and meaning integrity we have explained above, they produce automatically and with commands. The algorithm does not create the object by considering artistic values, qualities and concerns, that is, the algorithm is not aware that it is dealing with art, so it is not conscious of reality. It scans the database and generates predictive compositions with the ability to fuse, add, subtract, associate and learn.

AI products can be included in the general definition of art, just as the strange, irresponsible, messy, and careless tendencies of the post-modern period find their place in the art category. But the creation process of AI is automatic and is not identical with human art with its layers of existence; source, formation and result occur in a completely different way. Therefore, it is an imperfect, incomplete and experimental type of art, although it is flamboyant and surprising. With reference to the above explanations, AI art has a non-high quality value.

Based on the context of reality, the search for meaning, the layers of existence and the social source of life, it would be appropriate to call it "Human Art" because it represents human beings, and "Artificial Intelligence Art" because it is created by codes. Because we cannot see artificial intelligence, which enters art as a separate actor, as if it is making productions of the same value as human beings and art. What makes human art valuable is that it tells its own story and the struggle for existence with the accumulation of thousands of years of creation process.

As AI enters more and more scientific, everyday and artistic and human fields, we have to make the rules, boundaries and definitions of human domain, arrangements, positioning and criticisms that include what human being is, to remain "human". The important thing is to create and place concepts that will preserve the depth, value, originality, creativity and freedom of the human domain. While doing this, we should determine the roles by defining the field that artificial intelligence, that is, the machine can have. For this reason, the categorical distinction was made as "Human Art" and "AI Art" because it was based on codes. To make both the same, to say that both achieve similar goals in different ways, is a disrespectful, unfair approach to art and the artist and should be objected to.

Of course, AI will enable artists to create new and original products through collaborative work as a resource to benefit from. With artificial intelligence in artistic creation, the artist can expand his creativity, get inspired, try new things, and also think of artificial intelligence as a collaboration tool. Even if the artist is involved in the creation process of the products created by this collaboration, even if he has the initiative, the use of AI based on the source codes will bring about discussions.

The approach to artificial intelligence products will also mean the sincerity exam of people. The artist and no one should not escape easily, and try to show stolen ideas or directly as his own work. It should not make an effort to reflect worthless products as if they are valuable.

Deciding whether the output has value and the quality of its connection with the art means reaching the big problem area in art. A wide variety of factors should be taken into account while making an aesthetic interpretation. Knowing who the work belongs to is also a factor that will affect our decision. Interpreting a work that is not clear by whom it was generated may cause exaggeration or vice versa, underestimation and incompleteness. Evaluating an object as artistic and beautiful is relative (apart from reconciliation with assumptions that make aesthetic judgment general and based on common feeling) and is difficult, but this is a mysterious and normal state of art. 

Artificial intelligence will be an encouraging and supportive force with its ease not only for artists, but for everyone. In addition, the copyright problem of the entries that make up the database should be solved, and the rights of the artist and everyone else who does not want to be in the database should be respected.

It should never be forgotten that; The importance of painters and painting did not decrease with the invention of photography, the transformation of smart phones into talented cameras did not turn everyone into a photographer, AI cannot turn anyone into miraculous and fantastic artists, nor transfer talents.

While the subject is being discussed, painting is generally focused on because of its popularity. But how do we react when AI produces an image with details and visual quality indistinguishable from a real photograph? Especially when we compare it with documentary photography, the situation will become more complicated. At this stage, the values shaped in our aesthetic, emotional and imaginary world, which we judge the paintings, will not be enough. We will need to ask whether the photograph is based on objective reality, and we will build our judgmental values after the definition of reality. Because, as a document, that photograph is real, it reflects the state of the world while connecting the lived past to the future, it has a place and a story, it is direct, it is a human and social memory and transfers it to other generations. The photograph created by AI has no story, it only depicts unreal scenes with automatic editing, and the composition is created only with the ability to imitate. Such a photograph will not go beyond an image that only arouses technical admiration before the viewer. For this reason, I think that unmanipulated and documentary photography will become more valuable in the future. Because it will never lose its value as a tool that reflects reality and directly reflects events.

Can you consider William Turner's painting "The Slave Ship" separately from the historical, social, reality of the outside world and the dynamics of the artist's inner world? This painting is not just a painting, it is a work that has meanings far beyond the painting. Now let's imagine that a similar picture is generated by artificial intelligence. Even if pictorial values, light and composition are used appropriately, what historical, artistic, cultural, emotional value can it have? In other words, in the background of art, there are stories of life and a context, while artificial art has nothing to tell, it is a storyless phenomenon that is disconnected from the context of reality, as a product of a system under the control of virtual codes, and has no history.

In today's society, communication habits have changed, the world of possibilities has grown, and even magicalized. AI "image generators" give everyone the opportunity to be creative, and thanks to their amazing ability, they make this experience available to millions of people. Even a child who has learned to read and write can accidentally create remarkable products in front of his computer. It does not make anyone who can write keywords to the computer and who does not have artistic personality and creativity an artist and does not include them in art. Millions of people are attracted to this attractive game without age limit and are entertained by its amazing and strange results, as if they have achieved a magical power. It is more accurate to call them "experimental participants". It is a fact that outliers, complex, uncertain, surreal, mystical, imagination-stimulating images attract a lot of attention. Friedrich Schiller and his theory that art is a game come to mind. But in his theory, Schiller meant real art. Besides, art is a much more complex phenomenon than play.

Although the outputs are strange, unencountered, interesting and attractive, as they multiply uncontrollably in the internet environment, they have a high potential to turn into habitual, valueless, artificial, ordinary objects.

It is human beings who will stand against the destructiveness of technology and protect humanity. Being human, despite your shortcomings, is unique. Do we have the human intelligence, virtue, honesty, will, courage and plan to use the future to be a better human being “together” and to create a world based on beauty and equality? While AI becomes human, we never want a role change where people become automatic, ineffective and robotic.

Man interprets and makes sense of life with his art, resists against time, and transfers his relationship with life to the art environment in freedom with his searches and discoveries. Art is formed in reality through "labor" by the artist. All innovations and technological changes should never be allowed to trivialize art and artists. Because AI lacks human touch and love.

Einstein said, "The criterion of being intelligent is not knowledge but imagination," and reconciling human imagination with intelligence.

 

Akil Alparslan

01 2023

 

24 Ocak 2023 Salı

İNSANIN VE YAPAY ZEKANIN "SANAT" SERÜVENİNE  ANALİTİK BİR BAKIŞ

“Sanat” kavramı insan olmanın biricik özelliği yaratıcılığın alanıdır.  Hızla devinen dünyada Yapay zekânın sanatsal hünerleri ortaya çıktıkça “insan olmanın” ne anlama geldiğine dair daha önce karşılaşmadığımız dair sorulara neden oluyor.  Varoluş, toplum, iletişim, bilinçaltı, duygular, hayal gücü, sezgi, aşk, duyarlılık, rüya, özgünlük ve elbette yaratıcılık gibi insana ait kavramların sonucu ortaya konulan “sanat”, yapay zekâ ile nasıl bir döneme girecek? Üretim, düşünme, yaşam biçimlerini ve geleceği değiştirecek devrim niteliğindeki teknolojisi ile faaliyette bulunduğu diğer alanlarda insanların yerini almak için tasarlanan yapay zekâ, sanat alanında da insandan daha yaratıcı olup sanatçıya meydan okuyacak yetkinliğe ulaşabilecek mi?

Hegel’e göre sanat, maddeye aktarılan ve maddeyi kendine benzeten sanatçının ruhunu taşır. Peki, günümüzde ruhu olmayan makinelerin yarattığı ürünler bir sanatçı tarafından üretilmediğine göre ruh ve anlam taşıyabilir mi?

Bilgisayar teknolojisi yıllardır zaten bir araç olarak görüntüyü oluşturan, işleyen ve değiştiren olarak vektor, bitmap, 3D, CGI gibi görüntü teknolojileri ile görsel sanatlara etki ve katkı yaptı. Günümüzde  Stable Diffusion, DALL-E, Craiyon, Midjourney, Nightcafe Ai, gibi daha pek çok akıllı görüntü üreteçleri milyonlarca görselin bulunduğu büyük veri kümeleri üzerinden istatistiksel olarak değerlendirip kendini eğitebilen ve orijinal veri setinde yer almayan yeni görüntüleri üretme kabiliyeti olan yazılım sistemlerdir. Sadece görseller değil, yapay zekâ şimdiden sanatın diğer dallarında müzik, şiir, heykel, hikâye, makale ve filmler oluşturmak için de kullanılıyor.

İnsani becerilere sahip ama insan olmayan bir sistemin yarattığı ürünlerin gerçek sanat eseri olup, olmadığı, programcının ve makinelerin sanatçı olarak kabul görüp görmeyeceği, Yapay zekâ ürünlerinin sanatın geniş ve genel tanımlayıcılığı içinde yer alıp alamayacakları gibi pek çok yeni soru ve kavramlar var. İtirazlar, kabuller, şüpheler, farklı görüşler olmasına rağmen çoğunluk tarafından büyük ilgiyle karşılaşmış durumda.

Öncelikle “Sanat” ve “Sanatçı” kavramından bahsetmek gerekiyor. Sanat en genel tanımıyla, insan zihninin ve kültür evriminin bir yansıması, yaratıcılığın, düşünce biçiminin ve hayal gücünün ifadesidir. Sanatçı ise “insan olma” bilinci ile sanatı yapan, yaşamı insanileştiren, biçimlendiren, sanat olgusunu eylemsellikle gerçekleştirendir. Sanatçı farklı bakış açısıyla gerçekleri estetik öğelerle birleştirip toplumsal hafızaya kaydeder. Yaratıcı çalışmalarının gerisinde insana, çağına ve topluma ait derin öyküler yatar. Tutkuları, hatıraları, rüyaları, hayali ve soyut fikirleri, sembolleri, felsefesi ve kendi iç dünyasını, yaşadığı çağın ve toplumun dinamiklerini estetik dışavurumlarla maddeye yerleştirmek için hayal gücünü, sabrını, coşkusunu ve özverili çabasını kullanır. Etkilendiği her şeyi kendi benliğinde süzerek eserlerine katarken sanatçının sanatını oluşturma süreci karmaşıktır ve zordur.  O kederi de, mutluluğu da en derinden hisseder, kaygısını ve hazzını en üst düzeyde yaşar.

Sanat, hayat ve insan kaynaklıdır ve insana ait olandır. “Sanat insanın insan için yaptığı bir nesnedir. “ (E.H.Gombrich, Sanatın Öyküsü) Bu çok doğru bir tanım ve “Sanat” kaynağını insan sanatçıdan alan, tarihsel, toplumsal birikimi ve hayal gücü ile anlam arayan insan kaynaklı bir olgu olarak temellenir; varoluş, insan, sanatçı, anlam, estetik nesne ve estetik beğeni birlikteliğinde oluşur. Bu bakımdan insan, sanat ve sanat eseri arasında birbirini tamamlayan derin bir varlık bağı vardır.

Sanatçı, sanatsal niyet ve arzu ile yaşamsal olguların ardındaki anlamları arar. Yapay zekâ yaşayan, duygulanan bir varlık olmadığından hayal gücünden, dış dünyasının gerçekliğinden ve insan olmanın niteliklerinden yoksundur. Maalesef yapay zekânın ürünlerinin sanat olduğunu peşinen iddia edenler sanatın binlerce yıllık derin kaynağını ve sanatsal üretim sürecini gerçekleştiren sanatçıyı hafife alıyorlar, sanatçının emeğini ve gerekliliğini sorgulamayı gereksiz buluyorlar. Bir sanatçının coşkulu dünyasına, atölyesine girmeden, yaratıcı sürecin derinliğini bilmeyenler tarafından verilen kararlar yapay zekâ ürünlerini sorgulamadan kabul ve olumlamadan yana oluyor. Yapay zekâ ürünlerinin yaratacağı ticaretinin canlandırıcı etkisinden faydalanmak isteyen kapitalist dünyanın bu durumu kendi lehine kullanarak paraya dönüştürmek için büyük beklentiler içinde olduğunu görüyoruz.

Yapay zekânın üretim süreci bilgisayar, programcı, veri, algoritma, çıktı, alımlayıcı öznenin estetik beğeni birlikteliği ile oluşur. Yapay zekâ eylemlerini estetik değerlere ulaşmak, estetik uyuma ve anlama odaklanarak yapmadığından ürettiği çıktı sadece duyusal, estetik değeri belirsiz, özü olmayan, biçimsel bir nesnedir. Çünkü bir sanatçının zihnindeki öznel bakış açısı ve özel yaratma sürecine ait değerlerden yoksundur. Kaynağını insan zihninden almayan, duyguları olmayan, hazır verilerden yola çıkarak üreten yazılım, bununla birlikte hoşa gidecek çıktılar üretebilme potansiyeline sahiptir. Hatta tesadüfen estetik haz verebilecek, insanlarda duygusal ve sanatsal heyecana neden olabilecek ender de olsa çıktılar bile üretebilir. Yine böylesi bir çıktıya sanatsal eğilimi, eğitimi ve hayalleriyle sanatsal değer kazandıran alımlayıcı öznenin kendisidir. Çünkü çıktı, iletişim temelinden, iletilecek bir ifadeden yoksunken ve sanatsal değer taşımazken iletişimi kuran alımlayıcı öznenin algılama biçimi, psikolojik yönelimi ve bakış açısı çıktıyı estetik haz veren nesne değerine yükseltir. Alımlayıcı özne nesneyi algılama düzeyi, estetik yargılama yeteneği ve yaratıcılığı ile sürece katılır, kendi benliğinin ve görme kapasitesinin kalitelerine ihtiyaç duyar. Sübjektivist bir tavırla sanatsal değeri objeden değil kendi psikolojisinden alır, nesneyi kendi duyguları ile özelleştirir ve çıktıya bir anlam atfeder. Yapay zekâ çıktısını değerli yapan bir sanatçının etkinliğiyle oluşmuş estetik nesnenin sahip olduğu kaliteler değil alımlayıcı öznenin görme biçimidir.

Sanat eseri bir insan yaratısıdır, yaratıcı özne sanatçıdır. Sanatçı eserine anlamı katarak üretir ve görünen form bir anlam bütünlüğüne, biçim ve içerik birlikteliğine sahiptir. Sanatçı önsel olarak eserinde hayata dair bir gerçekliği biçimsel olarak ifade eder. Yani anlamı, eseri yaptıktan sonra eklemez ve anlam, henüz eser biçim kazanmadan sanatçının zihninde cevher olarak vardır. Eserde alımlayıcı özne ile iletişime girmeden iletilecek ifade zaten vardır ve hazırdır; tüm bunlar bir gerçeklik halinde eserde saklıdır ve yetkin bir alımlayıcı özne tarafından görülmeyi bekler. Sanatçının ruhunda oluşan estetik yaratımı tekrarlayan bir ruhun eseri keşif sürecisidir bu.  Yapay zekâ çıktısını yargılayan alımlayıcı özne, sanatçının yani insanın ifade seviyesini oluşturma, algılama, tekrar yaratma zevkinden ve çabasından yoksundur. Çünkü bir sanat yapıtını anlama, anlamlandırma, sanatçının yaratıcılığı gibi bir çabayı gerektirir.

E.H. Gombrich, “Sanatçının bitmiş yapıtı karşısında duymuş olduğu o kurtuluş ve zafer duygusunu paylaşma yeteneğine sahip değilsek, bir sanat yapıtını anlamayı umut edemeyiz,” der.

Görüyoruz ki sanat; sanatçı, eser (estetik), alımlayıcı özne (estetik ilgi) ilgisi ile gerçekleşirken, yapay zeka ürününde süreç veri, algoritma, nesne (duyusal) ve alımlayıcı özne (estetik ilgi) bağlantısı ile gerçekleşir.

Sanat; sanatçı, sanat eseri ve alımlayıcı öznenin birlikteliği ile oluşur. İnsan sanatı, insan ile nesnel gerçeklik arasındaki estetik ilişkidir ve sanatsal gerçekliği içerir. Kaynağı hayattır, insandır, toplumdur, sanatçı tarafından oluşturulur, tüm sürece odaklanır ve bütüncüldür. Sanatçının nesneye kazandırdığı estetik değerlerin alımlayıcı özne tarafından tekrar üretimine, estetik yargısı ile oluşan bağlantılara ve etkileşime dayanır. İnsansal pratiğe, topluma ve toplumsal yaşama doğrudan ve sıkıca bağlıdır. Sanat eseri kişiseldir özgündür ve sanatçı yapay zekâ çıktısındaki tekrarlamalardan, farklı harmanlama, iliştirme tekniklerinden çok daha fazlasını gerektirecek bir kompozisyon bilgisine ve yeteneğine sahiptir. Sanat kökenini yaşamdan alıp ruh ve anlama odaklanan bir yolda güzelliği bir değerler birlikteliği olarak düşünür. Yapay zekâ gibi sadece sonuca değil, tüm sürece odaklanır ve ayırt etmemiz gereken de budur.

Yapay zekâ yaratıcılık yeteneğine sahip olsa da bu onun bir sanatçı olduğu anlamına asla gelmez. Aynı şekilde programcı da, algoritma da sanatçı değildir. Çünkü üretimleri yukarıda açıkladığımız yaşamsal, duygusal, ruhsal ve anlam bütünlüğün dışındandır, otomatik ve komutlarla üretim yaparlar. Algoritma sanatsal değerleri, kaliteleri, kaygıları gözeterek nesneyi oluşturmaz yani algoritma sanat ile uğraştığının farkında değildir dolayısı ile gerçekliğin bilincinde değildir. Veri tabanını tarayarak beklenmedik şekillerde kaynaştırma, ekleme, çıkarma, ilişkilendirme ve öğrenme yeteneği sayesinde üretir.

Post modern dönemin tuhaf, sorumsuz, dağınık, umursamaz eğilimleri nasıl sanat kategorisinde yer buluyorsa, yapay zekâ ürünleri de pekâlâ dâhil edilebilir, sanatın genel tanımı içine alınabilir. Fakat yapay zekânın yaratma süreci otomatiktir ve sahip olduğu varlık tabakaları ile insana ait sanat ile özdeş değildir; kaynak, oluşum ve sonuç bambaşka yöntemle gerçekleşir. Bu nedenle gösterişli ve şaşırtıcı olsa da yetkin olmayan, eksik ve deneysel bir sanat türüdür. Yapay zekâ sanatı yüksek olmayan bir kalite değeri taşır.

Sanatı, gerçeklik bağlamına, anlam arayışına, varlık tabaklarına ve toplumsal kaynağına dayanarak;  hayatı, insanı temsil ettiği için “İnsan Sanatı”, kodlarla oluşturulduğu için “Yapay Zekâ Sanatı” denmesi uygun olacaktır. Çünkü sanata ayrı bir aktör olarak giren yapay zekâyı insan ve sanatı ile aynı değerde üretimler yapıyormuş gibi göremeyiz. İnsan sanatını değerli yapan şey binlerce yıllık yaratım sürecinin birikimiyle varoluş mücadelesini ve kendi hikâyesini anlatmasıdır.

Yapay zekâ bilimsel, gündelik ve sanatsal ve insani alanlara daha fazla girdikçe biz de insanın ne olduğu, "insan" olarak kalabilmeyi içeren kuralları, insani alan sınırlarını ve tanımlarını, düzenlemeleri, konumlandırmayı ve de eleştirileri şimdiden yapmak zorundayız. Önemli olan insana ait alanın derinliğini, değerini, özgünlüğünü, yaratıcılığını ve özgürlüğünü koruyacak kavramları oluşturmak ve yerleştirmektir. Bunları yaparken Yapay zekânın yani makinenin sahip olabileceği alanın tanımı da yaparak rolleri belirlemeliyiz. Bundan dolayı insana ait olana “İnsan Sanatı” ve kodlara dayandığı için de “Yapay Zeka Sanatı” diye kategorik ayırıma gidildi. Her ikisini aynılaştırmak, her ikisinin de farklı yollardan da olsa benzer amaca ulaştığını söylemek sanata ve sanatçıya saygısız, haksız bir yaklaşımdır ve itiraz edilmelidir.

Tabii ki yapay zekâ sanatçıların yararlanacağı bir kaynak olarak ortak çalışmalar ile yeni ve özgün ürünler ortaya konmasını sağlayacaktır. Sanatçı sanatsal yaratımda yapay zekâ ile yaratıcılığını genişletebilir, ilham alabilir, yeni şeyler deneyebilir ve yapay zekâyı bir işbirliği aracı olarak da düşünebilir. Bu işbirliği ile oluşan ürünlerin yaratım sürecine sanatçı dâhil olsa da, inisiyatif sahibi olsa da kaynağı kodlara dayanan yapay zekâyı kullanması tartışmaları da beraberinde getirecektir.

Yapay zekâ ürünlerine yaklaşım insanların samimiyet sınavı anlamına da gelecektir. Sanatçı ve de hiç kimse kolaycılığa kaçmamalı, çalıntı fikirler veya doğrudan kendi eseri gibi göstermeye çalışmamalıdır. Değersiz ürünleri değerliymiş gibi yansıtma gayretinde bulunmamalıdır.

Çıktının sanat ile olan bağlantısının kalitesi ve bir değer taşıyıp taşımadığına karar vermek sanattaki büyük sorun alanına ulaşmak demektir. Estetik yorumlama yaparken çok çeşitli unsurlar göz önüne alınması gerekmektedir. Eserin kime ait olduğunu bilmek de kararımızı etkileyecek faktördür. Kimin tarafından üretildiği belli olmayan bir eseri yorumlamak abartıya veya tam tersi küçük göstermeye ve eksikliğe neden olabilir. Bir nesneyi zaten sanatsal ve güzel olarak değerlendirmek izafidir (estetik yargıyı genel kılan, ortak duygu olarak temellenen kabuller ile uzlaşmanın haricinde) ve zordur ama bu sanatın gizemli ve olağan bir durumudur.

Öte yandan yapay zekâ sadece sanatçılara değil, herkes için kolaylığı ile teşviki edici ve destekleyici bir güç olacaktır. Ayrıca veri tabanını oluşturan girdilerin telif hakları sorunu çözülmelidir, veri tabanında bulunmak istemeyen sanatçı ve diğer herkesin hakkı gözetilmelidir.

Şu asla unutmamalı; fotoğrafın icat edilmesiyle ressamların ve resmin önemi azalmadı, akıllı telefonların birer yetenekli fotoğraf makinelerine dönüşmesi herkesi birer fotoğraf sanatçısına dönüştürmedi, yapay zekâ da kimseyi mucizevî, fantastik sanatçılara dönüştüremez, yetenek transferi yapamaz.

Konu tartışılırken popüler olmasından dolayı genellikle resim sanatı üzerinde duruluyor. Fakat yapay zekânın gerçek bir fotoğraftan ayırt edilemeyecek detaylara ve görsel kaliteye sahip bir imaj ürettiğinde nasıl tepki vereceğiz? Özellikle belgesel fotoğraf ile kıyasladığımızda durum daha da karmaşıklaşacaktır.  Bu aşamada resimleri yargıladığımız, estetik, duygusal, hayal dünyamızda şekillenen değerler yetmeyecektir. Fotoğrafın nesnel gerçekliğe dayanıp dayanmadığını sorma gereği duyacağız ve yargısal değerlerimizi gerçeklik tanımından sonra inşa edeceğiz. Çünkü bir belge olarak o fotoğraf gerçektir, yaşanmış geçmişi geleceğe bağlarken dünyanın durumunu yansıtır, yeri, zamanı bir hikâyesi vardır, dolaysızdır, insani ve toplumsal bir bellek olup diğer nesillere aktarımlar yapar. Yapay zekânın oluşturduğu fotoğrafın ise hikâyesi yoktur, yalnızca otomatik kurgu ile gerçek olmayan sahneler betimlemiş ve kompozisyon sadece taklit yeteneği ile oluşturulmuştur. Böylesi bir fotoğraf izleyici karşısında sadece teknik hayranlık uyandıran bir imajdan öteye geçemeyecektir. Bundan dolayı manipüle edilmemiş ve belgesel niteliği olan fotoğrafın gelecekte daha kıymetli hale geleceğini düşünüyorum. Çünkü gerçekliği yansıtan ve olayları doğrudan yansıtan bir araç olarak asla değerini kaybetmeyecektir.

William Turner’in “Köle Gemisi” adlı tablosunu tarihsel, toplumsal, dış dünyanın gerçekliği ve sanatçının iç dünyasının dinamiklerinden ayrı düşünebilir misiniz? Bu tablo sadece bir resim değildir, resmin çok ötesinde anlamlar barındıran bir yapıttır. Şimdi bu resmin bir benzerinin yapay zekâ tarafından üretildiğini düşünelim. Resimsel değerleri, ışık, kompozisyon yerli yerinde kullanılsa bile tarihsel, sanatsal, kültürel, duygusal ne değeri olabilir? Yani sanatın arka planında hayatın hikâyeleri ve bir bağlamı vardır, yapay sanatın ise anlatacak bir şeyi yoktur, gerçeklik bağlamından kopuk, sanal kodların denetiminde bir sistemin ürünü olarak geçmişi olmayan, hikâyesiz bir olgudur.

Günümüz toplumunda iletişim alışkanlıkları değişmiş, olanaklar dünyası büyümüş, hatta sihirli bir hal almıştır. Yapay zekâ “görüntü üreteçleri” herkese yaratıcı olma imkânı vermekte, şaşırtıcı yeteneği sayesinde bu deneyimi milyonlarca kişiye yaşatmaktadır. Okuma yazmayı öğrenmiş bir çocuk bile bilgisayarının başında tesadüfen dikkat çekici ürünler oluşturabilir. Bilgisayara anahtar kelimeler yazabilen, sanatsal donanımı, kişiliği, yaratıcılığı olmayan hiç kimseyi sanatçı yapmaz ve sanata dâhil etmez. Milyonlarca kişi yaş sınırı olmadan bu çekici oyunun cazibesine kapılmışlardır ve sihirli bir güç elde etmişler gibi şaşırtıcı ve tuhaf sonuçları ile adeta eğlenmektedirler. Bunlara “deneysel katılımcı” demek daha doğrudur. Aykırı, karmaşık, belirsiz, gerçeküstü, mistik, hayal gücünü harekete geçiren görüntülerin çok ilgi çektiği bir gerçektir. Akla Friedrich Schiller ve sanatın oyun olduğunu belirten kuramı akla geliyor. Fakat Schiller kuramında gerçek sanatı kastediyordu. Hem sanat oyundan çok daha karmaşık bir olgudur.

Çıktılar her ne kadar tuhaf, karşılaşılmadık, ilginç, çekici de olsalar da internet ortamında kontrolsüz şekilde çoğaldıkça alışıldık, değeri olmayan, yapay, sıradan nesnelere dönüşme potansiyelleri oldukça yüksektir.

Teknolojinin yıkıcılığı karşısında duracak ve insanlığı koruyacak olan yine insandır. Eksikliklerine rağmen insan olmak eşsizdir. Geleceği “birlikte” daha iyi insan olabilmek, temeli güzellik, eşitlik olan bir dünya yaratmak için kullanabilecek insani zekâya, erdeme, dürüstlüğe, isteğe, cesarete ve plana sahip miyiz? Yapay zekâ insanlaşırken, insanların otomatikleştiği, etkisizleştiği, robotlaştığı bir rol değişiminin asla istemeyiz.

İnsan, sanatıyla hayatı yorumlar, anlamlandırır, zamana karşı direnir, arayışları ve keşifleriyle hayatla ilişkisini özgürlük içinde sanat ortamına aktarır. Sanat, sanatçı tarafından “emek” ile gerçeklik içinde oluşur. Bütün yenilikler ile teknolojik değişimlerin sanatı ve sanatçıyı önemsizleştirmesine asla müsaade edilmemelidir. Çünkü Yapay Zekâ, insani dokunuştan, sevgiden yoksundur.

Einstein; “zeki olmanın ölçütü bilgi değil hayal gücüdür,” diyerek insandaki hayal gücü ile zekâyı bağdaştırıyordu.

01 2023

  BLOG İÇERİĞİ / LIST OF CONTENTS YAZILAR / ARTICLES -UZAKTAN (Deneme) -YAPAY ZEKÂ, PHOTOSHOP, MS WORD… (Makale) -SORULAR (Makale)   - K...