Bilgiye
ulaşmaya istekli, demokrat, laik, düşünceye açık, sosyal, mutlu ve huzurlu bir
toplumda yaşamak isteyen ama yaşayamayan sade bir vatandaş olarak kendinizi nasıl
hissediyorsunuz?
Aklın,
bilimin, sanatın ve ahlakın yaşam biçimlerine ve kültüre niçin nüfuz etmediğini
sorgulayıp duruyor musunuz?
Yalanların
gerçek gibi sunulması sizi ürkütüyor mu?
Düşüncesizliğin
ve bencilliğin insana ait genel bir karakter olduğuna mı ikna oldunuz?
Bulunduğunuz
toplum ilerlememeyi kural edinmişse, siz kural dışı mısınız?
Ruhunuzda
giderek büyüyen bir tahribat olduğunu ve bunun giderilip giderilemeyeceğinin
karmaşasını yaşamakta mısınız?
İçinizdeki
umut kırıntıları, derin umutsuzlukla baş etmeye yetebiliyor mu?
Bencil,
kendini önemseyen, dünyayı tanımayan, kendi düşüncelerine hayran ve biricik
olduğunu düşünen ve bunu da kaba kuvvetle anlatmaya hazır yığınlar arasında
boğulmakta mısınız?
İnsanın
sosyal bir hayvan olduğu görüşüne katılır mısınız? Yoksa bunun kimilerine
iltifat bile olacağını düşünenlerden misiniz?
Şiddet, yok
etme, istila, savaş olgularının insanlığa has bir karakter mi yoksa insanlığa ihanet
olduğunu mu düşünüyorsunuz?
Karmaşık
evrimsel, biyolojik, mucizevî, yaşam sisteminin nasıl böylesi aptal, tutarsız,
vahşi, kibirli davranışlar sergileyen canlılar üretebildiğinin hayretini
yaşıyor musunuz?
Yaşam ve
yeryüzü sisteminin özellikle son yüz yıllık teknolojinin kurbanı olduğunu
gözlemek kafanızda çelişkiler yaratıyor mu?
Bireylerin
hayatı iyileştirmek, güzelleştirmek ve insanlığı geliştirmek adına yapabileceği
şeylerin yüzde kaçını başarabildiğini düşünüyorsunuz?
Bir kitlenin
inandıklarının dışındaki gerçekleri söylemek, vurgulamak, önemsemek, ideal
edinmek suç olarak görülüyorsa siz de bir suçlu musunuz?
Yalanların
gerçeğe dönüştüğü ve yalanın yalan olduğunu fark edemeyecek kadar tek boyutlu
ve gerçeklere ilgisiz yapay bir dünya da yaşadığını anlayamayan kitleye saygı
duyar mısınız?
Lafta
kalan ve gerçekleşmeyen genel ve geniş anlamda barışın nasıl gerçekleşebileceği
konusunda bir fikriniz var mı?
Nesiller
kültürel ve sosyal içeriklerini bir sonraki nesle aktarırken aklı ve mantığı ön
planda tutmuyorsa nasıl bir toplum oluşacağının resmini çizebilir misiniz?
Ahlak
kavramlarının dinlerden çok daha önce oluşmuş kavramlar olduğunu, ama dinlerin ahlak
alanına hâkim olmasını nasıl açıklarsınız?
Haksız, hukuksuz
bir devlet ve sosyal düzeninde yaşamaya mecbur bırakılmak içinizi kemiriyor mu?
Yaşantınızda
neleri erteliyor, neleri köreltiyor, neleri aşındırıyor, nelere isyan ediyor,
nelerden nefret ediyor ve bütün bunların muhasebesini yapabiliyor musunuz?
Şu anda
gördüklerinizin, yaşadıklarınızın hem kişiliğinizi, hem sağlığınızı, hem
insanlığı zedelediğini düşünüyor musunuz?
Karşınızda
her şeyi ile normal görünen insanların aslında bencil, tutarsız, cahil,
düzeysiz olduğunu bilmek kahrolası bir duygu mu?
Sizi
hayattan soğutan olgularla nasıl başa çıkıyorsunuz?
Gerçekten
ilgilenmek istediğiniz şeylerle ilgilenemediğinizi fark ettiniz mi? Bundan
dolayı anlamsızlığa düştünüz mü?
Kirlenmişliğe,
ihtirasa, dengesizliğe yenik düştüğünüzü hissetmenize rağmen sizin gibi
insanların bulunduğunu umut edip ama böylesi insanları yakınınızda bulmakta
güçlük mü çekiyorsunuz?
Hem kör,
hem kibirli insanlar her yerdeler mi? Bu gibilerin nasıl iltifat gördükleri,
yandaş buldukları, birbirlerini nasıl ağırladıkları sizi şaşırtıyor mu?
Hepimiz
yaşarken yeryüzünü kirletiriz ama birilerinin onu yaşanmaz ve artık mahvolma
noktasına getirirken ve bu durumun doğayla birlikte hepimizi etkilediğinin
farkındayken çoğunluğun bunu hiç umursamamasını nasıl karşılıyorsunuz?
Gördüğünüz,
tanık olduğunuz haksızlıkların siz de yarattığı öfke ve huzursuzluğu içinize
atarak mı savuşturuyorsunuz?
İnsanın
insanlığını neyle, nasıl ölçeriz? Böyle bir ölçüm cihazı tasarımını hayal
ettiniz mi?
Ufkunuz
geniş mi, ne görüyorsunuz?
İnsan iç
görüsünü kaybetmiş midir?
İnsanın
başkalarını etkileyen eylem ve davranışlarının belirli kurallara uymaları
gerekmez mi? Davranışların etkilerini ve sonucunu kavramak nasıl bir insan
olmayı gerektirir?
İnsanların
dünyayı kendileri gibi zannettiğini biliyor musunuz? Kendi sınırlarının
dünyanın sınırları olduğunu zannettiklerini de biliyor musunuz?
Siz
başkalarını dinlerken başkalarının sizi dinlemediğine, umursamadığını kaç kez tanık
oldunuz?
Kendinizi
rol yapmakta zorlanan, kendi gibi olduğunda, rol yapanlar arasında mutsuzluğa
ve bezginliğe düşmüş birisi olarak tanımlar mısınız?
Siz
kendiniz misiniz?
İnsanın
insanlığa yaptığı en büyük iyilik nedir? İnsanın insanlığa yaptığı en büyük
kötülük nedir?
Hiç
içinizdeki ‘ben’i aradınız mı? İçinizdeki ‘ben’i bulabileceğine inananlardan
mısınız? İnsanların bir türlü arayıp da bulamadığı bu sonuçsuz arayışın bir gün
kendinizde gerçekleşeceğini umut ediyor musunuz?
İnsanın
kendini tanımlayabilmesi için kendisi olmaması gerekmez mi? Üstelik de her an
değişebilirlik karşısında “kendi olmak” saf bir mistisizm değil midir?
İnsanın
kendini bulması ne demektir? Kendi hakkında düşünmemesi midir? Kendisi hakkında
düşünmemek huzuru sağlar mı?
İnsanın
kendini bulması delilik midir?
Siz
çevrenizdeki her bir kimseye göre farklı biri değil misiniz? Siz onların
toplamı olduğunuzun farkında mısınız?
“Ben bu
yazıyı sonuna kadar okudum da ne oldu?” diye içinizden geçirmediyseniz bu
yazının amacına ulaşmış olduğunu fark edebildiniz mi?
KULLAR TOPLULUĞUNDA LİDER FAKTÖRÜ VE CEHALET KÜLTÜRÜ
Dayatılan kısıtlı dünya, düşünce ve yaşam biçiminde, gerçeklerle
ilgilenmeyen bir toplumda, rasyonel birey olmanın ağırlığını yaşayanlardan
mısınız?
“Kul” kelimesi köle, hizmetkâr, emre itaat eden anlamına gelir.
Her çağda kullar kendi efendilerini yaratırlar. Efendileri onları
korusun, umut versin ve arzu ettikleri cenneti sürekli hatırlatsın, kendilerine
hayaller satsın diye.
Demokrasi, özgürlük, laikliğin yanında, işsizlik, eğitim,
enflasyon, terör, yolsuzluk, insan hakları, ifade özgürlüğü, adalet, güvenlik,
çevre, tarım, sosyal, ahlaki alanlarda yaşanılan büyük buhranlara rağmen halkın
büyük bir kesimi neden hala sorunları yaratan, yanlışlarına devam eden,
ayırımcılık yapan bir liderleri, insanları, söylemleri ve politik olarak da hükümeti
desteklemeye devam eder? Toplumun her kesiminden ister fakir, ister sistemin
yarattığı zengin çıkarcılara kadar otoriteden maddi beklentisi olanların
bağlılığını ve desteğini bir kenara bırakırsak olmaması gereken bu dogmatik
bağlılığı nasıl açıklarız? Gerçeklerle yüzleşmek, akıl yürütmek yerine neden
mutlu cehaleti ve temelsiz önyargıları tercih ederler? “Kullar topluluğu”
olarak adlandırdığım toplum kesimi sorunları neden göremiyor ve sorunları
yaratanlar “ötekilerdir” fikrine niçin hala körü körüne bağlı ve neden
anlkaşılmaz ısrarına devam ediyor? Ötekiler ki onlar adil, özgür, gelişmiş,
laik, demokratik, eşit, huzurlu bir ülkede kardeşçe yaşamak isteyen, içinde
bulunulan gerçekleri gören ve çözüm arayan bireyler olmalarına rağmen neden onları
düşman gibi görülüyorlar? Bir kitlenin inandıklarının dışındaki gerçekleri
söylemek, vurgulamak, önemsemek, ideal edinmek neden suç olarak görülüyor? Bu
düşmanca tavır kuşaktan kuşağa niye değişimiyor?
Bu kitle, ihtişamlı algı operasyonları ile eğitim ve refah
seviyesine bakılmaksızın tüm açık ve acı gerçeklere rağmen yalanların değilmiş
gibi sunulduğu ve algılarının kontrol edildiği halk kesimidir. Topluluk,
sunulan algı ihtişamını inandıklarının kanıtı sayıyor, kendine sunulanı
onaylamakla kalmıyor yüceltiyor, sorgusuzca her şeyin muhteşem ve her şeyin
yolunda olduğunu düşünüyor. İşte bu durum temel ve büyük bir toplumsal sorunun
varlığı anlamına geliyor. Üstelik yaşadıkları sıkıntıların kaynağının
destekledikleri liderin ve fikirlerinin olduğunu sorgulamayacak kadar kapalı,
dar, şüphe duymayan bir bakış açısına sahip olmaları ise çok acı verici. Onlara
göre tüm sıkıntıların kaynağı “diğerleri” yani doğru yolda olmayanlardır. Kendi
topluluğundan, kendi dininden ve inandıklarından, hatta kendi mezhebinden
olmayan, kişiler, topluluklar, ülkeler yalnızca çıkarlar dışında yüz çevrilmesi
ve mücadele edilmesi gereken unsurlar olarak görülüyor. Bunu da liderlerinin
kendileri adına başarıyla, cesaretle yaptığına inanıyorlar.
Topluluğa sunulan coşkulu inandırma yöntemleri, kandırılmayı
sağlayan duygusal değerleri canlı tutuyor. Onların dünyasında nesnel olgular
ötelendiği için yalanlar gerçeğin yerine geçiyor. Analitik düşünme yeteneği çok
gelişmemiş, okuma alışkanlığı olmayan kitlede “gerçeklik,” algı oyunları ile
“istenen” ile değiştiriliyor ve zihinler kurmaca bir dünyayı gerçek zannetmeye
başlıyor. Yalanlar gerçeğe dönüştükçe gerçek önemsizleşip değerini yitiriyor, toplum
gerçeklere karşı körleşiyor ve duyarsızlaşıyor. Dünyayı ve nesnel gerçeklerini
inandıkları zihniyete teslim edenler, yalanla başlayan ve yalanla
kurguladıkları hayatlarını elbette yalanlarla sürdürüyorlar. Kitle, yalanın
yalan olduğunu fark edemeyecek kadar tek boyutlu ve gerçeklere ilgisiz yapay
bir dünya yarattığını anlayamazken aynı zamanda hem otoriteden beklentileri hem
de kendi arzuları doğrultusunda olmasını istediklerine inanmaya devam ediyor.
Kullar topluluğu biat etmeyi doğru ve üstün meziyet sanan,
liderlerini aşırı yücelten bir yaklaşıma sahiptir. Lider tarafından
"şeytani dünyaya" karşı daima savunulduklarını ve kendilerini ezmeye
çalışanlara karşı onun tarafından kahramanca korunduklarını düşünüyorlar ve onu
bu uğurda mücadele eden adil bir figür olarak algılıyorlar. Bu süreçte onun
yaptıklarının ve gelecekte yapacaklarının doğru ve vazgeçilmez olduğunu
koşulsuz kabullenmenin katılığını dürüstlük ve sadakat olarak kabul ediyorlar
ve ona, uygulamalarına, yaptıklarına, söylediklerine karşı hiç şüphe
duymuyorlar. Hatta “mümkün mü” diye sorgulamak ve “kandırılıyoruz mu” diye
kanıt aramak yerine, bu vaadi ancak onun mümkün kılacağına, mucizevî icraatı
sadece onun gerçekleştireceğine inanılıyor. Söyleneni değil, söyleyeni
önemseyen, duyulara ve duygulara önem veren, gerçeği dışlayan, sorgulamayan,
doğru değerlendirmeler yapamayan, aklı öteleyen bir kitlenin “biat” kültürünün
yansımasıdır.
Lider de iyi bir demagog olduğundan en saçma vaatlerde bulunsa
bile, kullar topluluğu söylemin içeriğine, doğru olup olmadığına bakmadan, sırf
o söyledi diye irrasyonel bir motivasyonla ve duygusal coşkuyla. Ülkede yukarıda
bahsettiğim gibi böylesi blok bir kitle
varsa demokrasi her zaman en bilge ve erdemli siyasetçilerin değil en iyi
demagogların başa geldiği veya domagogların kazanmaya daha yatkın olduğu bir
yönetim sitemine dönüşüyor. Lider, sürekli “ötekilerin kusurlarını” işleyerek, cehaleti,
inançları, duyguları manipüle ederek, hitap ettiği topluluğun tutkularını canlı
tutarak, coşturarak kendi tarafında tutabiliyor. Egoist demagogların demokratik
yollarla, seçimle başa gelmelerinden sonra otokratik bir yapıya ve diktatörlüğe
evrildiğini görüyoruz.
Dinsel gücü kullanan siyasi otorite tarihsel süreçte menfaat
gereği ve kasıtlı olarak cehaleti muhafaza edip yaygınlaştırmayı amaç
edinmiştir. “Cahil” dendiğinde akla gelen eğitimsizlik ve bilgisizlik olgusu
yalnız başına cehaleti yaratmaz. Cehalet, eğitim seviyesine bakılmaksızın
insanlık, yaşam, toplum, ülke, dünyayı anlama ve katkı konusunda “düşünce,
idrak ve muhakeme sıçraması” yapamayan tüm kişi ve kesimleri kapsar. Düşünce,
idrak ve muhakeme sıçraması kendinin ve olguların farkında olmayı, bilgiye ve
öğrenmeye değer vermeyi, kavramayı, sorumluluğu, uzlaşı kültürünü, birlikte
yaşama azmini, tahammülü, duygudaşlığı, gayret içinde ve gelişime açık olmayı,
yetkin düşünebilmeyi, toplumsal ve bireysel huzuru önemsemeyi, yozlaşmaktan
uzak durmayı, zihinsel ve kişisel değerler üretmeyi öngören, sadece duygularla
hareket etmekten kaçınmayı, önyargısız düşünmeyi ve davranmayı içeren aktif bir
kavramdır.
Toplumun karakteri daima kendine uygun dini zihniyet yaratır.
Bilgisizlik ve itaat, toplumda yaygın ise din anlayışı da bilgisizlik ve itaat
ile şekillenir. İrrasyonalite, düşünce tembelliği, ötekileştirme, ilkesizlik,
bilginin önemsenmemesi, merak eksikliği, faydacılık, kolaycılık, gerçeklere yüz
çevirme, samimiyetsizlik, tutuculuk, uyumsuzluk, şekilcilik, ön yargıların
baskınlığı, analiz-sentez yeteneği yoksunluğu, olguları anlamlandıramama gibi
özelliklere sahip toplum bu özelliklerine uygun bir dini zihniyet
oluşturacaktır. Oysa ilerlemeyi arzulayan bir toplum eninde sonunda mücadele
ile yıllar ve yüzyıllar sürse de dinin, aklı, bilimi, fikirleri, insan
haklarını, özgürlüğü, insanca yaşamayı, demokrasiyi kısıtlamasına, yaratıcılığı
engellemesine izin vermez ve dini kısıtlayıcı bir sistem olarak yaşam biçimine
adapte etmez. Atılım yapamayan, yenilikçi olmayan, yaratıcı olmayan, geri
kalmış, sorgulamayan bir toplum kendine benzeyen, kendine uygun dini bir
zihniyeti tarihsel süreçte yaratır ve bu anlayış yaşam biçimi ve kural haline
gelerek benimsenir, sahiplenilir ve nesillere aktarılarak sürdürülür.
Yani toplumsal zekâ, toplumun temel yapısı, kültür, gelenek,
davranış, sosyal, psikolojik, düşünme alışkanlıkları ve dünya algısı yaşam
biçimlerine adapte olacak dini zihniyeti oluşturur. Toplumun genel karakterine
ve değerlerine göre şekillenen dini zihniyet, sonrasın da toplumun isteklerini
karşılayacak seviyede meşrulaşıp temel özellikler, düşünme ve davranış
biçimleri olarak yerleşir. Toplum kendini meşrulaştırmak için dini kullanır ve
kendine göre yorumlayarak kendine benzer dini bir anlayışı yapısına adapte
eder.
Örneğin düşünme eylemini sevmeyen kullar topluluğu bireyleri
Kuran’ı okunacak bir kitap değil tapılacak ilahi bir nesne olarak
tanımlamıştır. Kuran, Arapça bilmedikleri halde Arapça harflerin okunuşu ile
avunan ve sevap kazanılacağını düşünen bir davranışı kendi varoluş amaçlarına
aykırı bulurdu kesinlikle. Bir insan, anlamadığı ses dizisi ile nasıl bir
anlamlı bir mesaj çıkartılabilir ve diğer insanlara ve kendi iç dünyasına
seslenebilir? Anadili Türkçe olan birisi nasıl olur da kendi diliyle Allah ile
iletişim kurmakta zorlanır? Evet, ne yazık ki Arapça dilini ve harflerini
ikonlaştıran, aracı amaç yerine koyan, tılsımlı, gizemli olduğuna inanan bir
zihniyet içeriğe ulaşmayı amaç edinmez. Bu yerleşik dinsel argüman,
bilgilenmeyi ve araştırmayı ilke edinmemiş, soyutlama yeteneği eksik olan
toplum tarafından, somutun algı kolaylığı nedeniyle benimsenmiş ayrıca toplumu
etkilemek, yönetmek, yönlendirmek isteyen liderler, şeyhler, politikacılar,
yöneticiler tarafından da kendi amaçları ve ideolojileri doğrultusunda
kullanılmıştır. Din gibi karmaşık konuları olan bir olguda halkın kendilerine
söylenen ve öğretilen kadar az şey bilmeleri ve sunulan ile yetinerek bilgi
sahibi olmaktan kaçınması daima otoritenin işine gelmiştir. Karşılıklı yarar
ilişkisinde otorite din dâhil her türlü bilgiyi kısıtlamak, sınırlandırmak,
toplumun bir kesimi de kısıtlanmış bilginin memnuniyeti ile sınırlarını
zorlamamayı, bilgiyi aramamayı, kendine ve önce ailesine ve sonra çevresine,
kendi yöneticilerine ya da ileri gelenlere soru sormamayı tercih etmiştir.
Kullar topluluğu sosyal bir kimlik ve aidiyet sağlar. Bu gruba ait
olmak için biat kültürünü kabullenmek, düşünceleri, gelenekleri, davranışları
değiştirmemek, mevcut durumu sürdürecek seviyeyi yakalamak ve korumak, bu amaç
doğrultusunda söylenen her şeye inanmak yeterlidir. Topluluğu; gelir, eğitim,
yaş seviyesine bakılmaksızın bir arada olmayı, benzerliği, beraberliğe
dönüştüren faktör “inançtır”. Dinsel aidiyet duygusunun baskınlığıdır.
Topluluk kendi düşüncelerine “hitap” edebilen başkalarına, kandırıldıklarına
bile aldırmadan daha çok güvenirler. Onların düşünce ve davranışlarını kabullenerek
oluşturdukları dünyayı gerçek olarak algılarlar. Bu onların zihin yapıları için
kolay ve zahmetsiz, dünyayı anlama, açıklama, yaşama şeklidir ve bu anlayış ne
şimdiden çok geçmişe giden bir meselesidir. Olayların izahında ve durumların
anlamlandırılmasında etkilendikleri ve etkilenmek istedikleri kişilerin ve
yöntemlerin doğruluğuna inanırlarken, kendi deneyimlerini göz ardı ederler.
İnanç dünyalarındaki soyut boşlukları, bilinen kişilikler ile
dolduran toplumlara dünyanın farklı ülkelerinde de rastlanmaktadır. Üstün
olarak nitelenen kişi ya da lider üstelik aynı çağda yaşayan somut bir figür
ise duyusal olarak yüceltilmesi, bağlanılması ve ikonlaştırılması daha
kolaydır.
Otorite, ideolojilerini uygulamak, sağlamlaştırmak ve en önemlisi
topluluğun kendilerine bağımlılığını sürdürmesi adına kitlenin bilgisizliğini
kaynak olarak kullanıyor. Bilgilenme konusunda alanları daraltarak, kasıtlı
olarak zihin bulanıklığı yaratıp, cehaleti “toplumun yapısı ve kültürün
kendisi” olarak tasarlamayı başlıca amaç ediniyor. Toplum, tarihsel ve
sosyolojik olarak da gelişmemiş, tutucu, bilim ve aklı dışlayan yapıya sahipse
bilgiye ulaşmayı engellemek daha da kolaylaşıyor. Aydınlanma istenmiyorsa,
insanların bilgi havuzuna ulaşmaması için kitlenin tepkisiz kalacağı,
kabulleneceği ve savunacağı inanç ve din ağırlıklı eğitim yöntemleri temel amaç
ediniliyor. Eğitim onların belirlediği alanlarda yapıldığından çağdaş dünyanın
eğitim seviyesinin çok gerisinde kalan kullar topluluğu sonuçta temel dünya,
temel ülke sorunlarının farkına varamaz hale geliyor. Kitle, dış dünyayı,
gelişen, değişen hayatın dinamiklerini anlamaya gayret etmek yerine reddetme
çılgınlığını yaşıyor.
Böylesi bir toplumda düşünebilme kabiliyeti
gelişmiyorsa/gelişmesine, aydınlanmaya izin verilmiyorsa yaşam, din, medeniyet
ve ahlak algıları o kalıplar içinde şekillenecek ve yerleşik, sorgulanamaz
düşünce, inanç ve değerleri biricik ve değişmez değerler olarak yerleşecektir.
Eğitim sistemimiz ile gerçek dünya arasında büyük bir uyumsuzluk
var. Aileden başlayan bilgisizlik korundukça safsatalar, boş inançlar ve
liderlerin her söylediği, her yaptığı maalesef eğitimsiz kitleye hoş ve
alternatifsiz görünüyor. Otorite sürekli eğitimsizliğe yatırım yaparak pozitif
bilimi değil, niteliksiz, ezberci, yanlı eğitimi yaygınlaştırıyor. Ahlakın
mensup oldukları din tarafından zaten bahşedildiğini, öze bakmadan dindar
olmanın ya da görünmenin ahlakın varlığına yettiğine inanıyorlar. Çağdaş
eğitimi sığlaştırmak, geçiştirmek ve zihinsel uyku halinin devamı için yöntem
ve politikaları geliştirmeye ve uygulamaya devam ediyorlar.
Otorite, irrasyonel, gayri ahlaki ve hukuk dışı uygulamalarının
meşru olduğunu, kutsal saydıkları ideallerini gerçekleştirme yolunda yapılması
gerektiğinin meşruiyetine inanmış ve kitleyi de inandırmıştır. Kendilerini
affettirmek ve kendilerine karşı güveni sarsacak olayların gerçek nedenlerini
gizlemek ya da değiştirmek, aynı şekilde başarılarını abartmak için “kader,
fıtrat, helallik, teslimiyet, cennet, cehennem, şükür etmek, emir, kutsallık,
din, iman, şahadet, milliyetçilik” gibi dini sembol söylemleri sık sık
kullanıyorlar. Böylesi söylemler kitle tarafından onaylandıkça otoriteye hem mazeret
hem de motivasyon sağlıyor.
Telkin mekanizmasının sürekli ve etkin kullanılmasıyla
gerçeklerden kopuk, tüketici, bilgiç, kafa yormayan, şiddete eğilimli, kibirli,
bilgiyi ve gelişmeyi hor gören bireylerden oluşan, körü körüne bağlanmış, tek
sesli bir toplum oluşmuştur. Günümüzün yaygın medya araçları ile “gerçeklerin”
göz ardı edilmesi yoğun kara propaganda ile daha kolaylaşıyor. Yanlış, yanlı,
değiştirilmiş "gerçekleri", cehaleti ve aptallığı yayma çabaları,
hiçbir zaman şimdi ki kadar kolay olmamıştır.
Düşünce fakiri ve cahil insanlar dünyayı/hayatı kendileri kadar,
algıları kadar zannederler. Kendi düşünce ve algı sınırlarıyla dünyanın/hayatın
sınırlarını da çizerler. Algıların kontrol edilerek yönlendirmesi, dayatılması,
sınırlandırma ve inandırma eylemleri pasif ve duygularıyla hareket eden
insanlarda çok kolaydır. Yani bireysel ve toplumsal “pasif" (zekâdan
bahsetmiyorum) zihin yapısı manipüle edilmiş bilgi dünyasında yaşandığını, belirlenmiş
sınırlara mahkûm edildiklerini farkına varamıyor. Bu durum bir toplumun başına
gelebilecek en büyük kötülüklerden biridir, bunu da günümüzdeki siyasi güç
bizlere ziyadesiyle yaşatmıştır.
Cehalet kültürü dini ve siyasi liderlerin, şirketlerin,
yöneticilerin, algı operatörlerinin, söylevcilerin, reklamcıların, çıkarcıların
çok ama çok işine geliyor.
İrrasyonellik ve cehaletin yaygınlığı ülkeyi çok sarsıcı şekilde
etkiliyor; gelişmiyor, ekonomi ilerlemiyor, toplum ayrışıyor ve barış bir türlü
gelmiyor.
Kitle, çoğunlukla liderin kutuplaştırmacı, ötekileştirici dili
benimseyen bireylerden oluştuğundan, kendi yandaşlarının dışındakilere yani
ötekilere gizli ya da açık bir mesafe koyuyor. Kutuplaştırılan toplumda
muhalifler istenilmeyen, asla içlerine sindiremedikleri hatta varlıklarından
nefret edilen, tahammül edilemeyen kimseler haline geliyor.
Otoritenin kötü, kaba, hatta acımasız davranışları taraftar topluluk
tarafından kolayca göz ardı edebiliyor, umursanmıyor hatta yaşatılan
zorbalıkları onaylanıyor. Çünkü onların bunu hak ettiklerini ve daima hak
edecekleri önyargısıyla karşı tarafı suçlu ilan ediliyor. “Öteki” insanların
lidere kendileri gibi biat etmemelerinden, yanlış tutum, inanç ve yaşam
biçimlerinden hatta “günahkarlıklarından” dolayı oluşan kaos ortamının gereği
olarak otoritenin baskılarının haklı nedenlere dayandığına inanıyorlar. Kendi
düşünceleri, dini inançları, alışkanlıkları dışındaki hiçbir şey anlaşılabilir,
uzlaşılabilir hatta saygı duyulabilir değildir onlara göre; bütünlüklerine göz
dikmiş, tehditkâr, potansiyel zararlılardır ve hatta dinsel söylemle
"münafıklardır". Amaç, gerçeklere ulaşmak, toplumsal birliği sağlamak
ve doğruyu bulmak değil, liderlere sadakati göstererek karşı saftakilerin
fikirlerini, yaşam biçimlerini kısıtlamak, olguları dışlamak ve hatta bertaraf
etmektir.
Otorite, dinsel kimlik üzerinden tabanını dar ve statik düşünce
dünyalarına sıkıştırarak söz dinleyen, bağımlı, edindiği kısıtlı ve bilimsel
olmayan eğitim, kültür, düşünce yetisiyle, fikir yoksunu bu topluluğu
gerçeklerden kopartarak kitlenin sadakatini sürmeyi amaçlıyor. Muhaliflerin “kötü,
işe yaramaz” insanlar olduğunu propagandasıyla, kendilerinin ve destek
verenlerin yüceltilmeye layık dindar, iyi ve değerli insanlar olduğunu fikrini
aşılamaya gayret gösteriyor.
Toplumun benimsediği sosyal ve hatta dinsel anlayış, kendi gibi
düşünmeyenin değersiz, uzak durulması gerekenler olduğudur. Bu anlayışın
görünmeyen duvarlar arasında güçlü önyargıları vardır ve idealize edilen
ahlakın ve dinin öngördüğü "hoşgörü", başkalarına karşı gösterilecek
yerleşik bir davranış olmamıştır maalesef tarihsel süreçte. Böylesi insanlar
birbirlerine karşı korumacı ve adilane davranırken diğer birey ve topluluklara
açıkça düşmanca ve merhametsiz davranma eğilimindeler. Adalet algıları ve
duyguları kesinlikle evrensel nitelikte değildir. Liderler de bu durumu
körükleyerek rakip olarak gördüklerine karşı baskı ve hukuksuzluk ile sindirme
fırsatı yaratırlar.
Kullar topluluğu liderlerinin fikirlerine, davranışlarına, politikalarına
itiraz edilmesi ve eleştirilmesini bir hakaret, kabul edilemez bir gaflet
olarak değerlendiriyorlar, çünkü lider onların nazarında tartışılması asla
düşünülmeyen üstün ve erişilemez bir kişiliktir.
Nesillerin zihinsel, kültürel ve sosyal içeriklerini bir sonraki
nesle aktarırken aklı ve bilimi, insanlığı, iyi bir ülke ve dünya vatandaşı
olmayı ön planda tutmaması halinde nasıl bir toplum, nasıl bir ülke, nasıl bir
hukuk, nasıl bir ekonomi oluşacağının resmini çizebilir misiniz, deseler son çeyrek
yüzyıla bakın derim. Demokrasi bilinç gerektiren bir yönetim biçimiyse, halkın
bu bilince sahip olmaması için açıkgöz ve totaliter liderlerin dini söylemleri
kullanması, inançları siyasete dönüştürmesi maalesef tarih boyunca ve
halihazırda çok kolay ve etkileyici bir yöntem olmuştur. Sonuçta otorite
gerçekleri daima gizleyerek, değiştirerek, dinsel hassasiyetleri kullanarak,
güdümleme ve yoğun propaganda ile ancak yaşamalarına yetecek kadar ekonomik
koşullar yaratarak kullar topluluğunda ve etkilenmeye hazır insanlar üzerinde
adeta bir hipnoz etkisi yaratmıştır.
Oysa cehalettir bu yalan ihtişamı yaratan. Öylesi bir topluluk
iktidarın baskısını hissetmez çünkü akılcı duyarlılığını
kapatmıştır/kaybetmiştir ve gerçeklikten kopmuştur. Gerçeklikten kopan topluluk/halk
özgürleştirilecek, geliştirilecek, daha adil, daha eşit, bilime, felsefeye,
ahlaka ve sanata önem veren başka bir dünyayı hayal edemez. Algılarının
doğruluğuna olan inancın katılığını erdem olarak kabul ederler.
Cehalet sonuçta milyonlarca hoşgörülü, dünya vatandaşı beynin
istemediği, onaylamadığı bir gerici bir medeniyetin gelişmesine olanak
verirken, otoriter beyinler tasarlanan bir dünya düzeni kurmanın zeminini
oluşturmaktadır. Böyle bir mühendislik toplumu çatıştırır, zayıflatır, yobazlaştırır
ve asla ne ahlaki, ne siyasal ne de ekonomik olarak gelişmesine müsaade etmez. Rasyonel,
halkını ve halkının geleceğini düşünen dürüst bir lider önce laik ve demokratik
bir temelin değerini anlamalı ve sonra adil ve gerekli adımları cesaretle
atacak kararlığı göstermelidir. Doğruyu ve gerçeği aramaya yönelik eylemlerde
bulunmayan, gelişme ve gelişememe sorunlarını irdelemeyen, özgür düşünemeyen
toplumlarda asla istikrar olmayacağını bilinmelidir.
1997 yılında BM Genel Sekreter Kofi Annan bir konferansta yaptığı
konuşmada şöyle demiştir: İnsanları düşman yapan şeyin bilgi değil cehalet
olduğuna inanıyoruz. Çocukları savaşçı yapan bilgi değil cehalettir. Bazılarını
demokrasi yerine tiranlığı savunmaya iten bilgi değil, cehalettir.
AN ANALYTICAL PERSPECTIVE ON THE
"ART" ADVENTURE OF HUMANS AND ARTIFICIAL INTELLIGENCE
The concept of "art" is
the field of creativity, the only feature of being human. As the artistic
prowess of Artificial intelligence emerges in a fast-moving world, it raises
questions we've never encountered before about what it means to be "human".
What kind of a period will "art", which is the result of human
concepts such as existence, society, communication, subconscious, emotions,
imagination, intuition, love, sensitivity, impulse, instinct, dream,
originality and of course, creativity, enter into a period with Artificial
intelligence (AI)? With its revolutionary technology that will change
production, thinking, lifestyles and the future, will artificial intelligence,
which is designed to replace people in other fields of activity, be more creative
than humans in the field of art and reach the competence to challenge the
artist?
According to Hegel, art carries the
spirit of the artist, who is transferred to matter and likens matter to
himself. Well, since the products created by machines without a soul today are
not generated by an artist, can they carry spirit and meaning?
For years, computer technology has
already made an impact and contribution to visual arts with image technologies
such as vector, bitmap, 3D, CGI as a tool that creates, processes and changes
the image. Today, many smart image generators such as Stable Diffusion, DALL-E,
Craiyon, Midjourney, Nightcafe Ai, etc. are software systems that can
statistically evaluate themselves over large datasets containing millions of
images, train themselves, and produce new images that are not included in the
original dataset. Not just images, AI is already being used in other branches
of the arts to create music, poetry, sculpture, stories, articles and films.
There are many new questions and
concepts such as whether the products created by a system that has human skills
but is not human are real works of art, whether programmers and machines will
be accepted as artists, whether AI products can be included in the broad and
general definition of art. Although there are objections, acceptances, doubts,
different opinions, it has been met with great interest by the majority.
First of all, it is necessary to
talk about the concepts of “Art” and “Artist”. In its most general definition,
art is a reflection of the human mind and cultural evolution, an expression of
creativity, way of thinking and imagination. The artist, on the other hand, is
the one who makes art with the awareness of "being human", humanizes
and shapes life, and realizes the phenomenon of art with action. The artist
combines facts with aesthetic elements from a different point of view and
records them in social memory. Behind his creative works lie deep stories of
man, his age and society. He uses his imagination, patience, enthusiasm and
self-sacrificing efforts to embed his passions, memories, dreams, imaginary and
abstract ideas, symbols, philosophy and his inner world, the dynamics of the
era and society he lives in, with aesthetic expressions. The process of
creating the artist's art is complex and difficult, while filtering everything
he is affected by and incorporating it into his works. He feels both sadness
and happiness most deeply, and experiences his anxiety and pleasure at the
highest level.
Art originates from life and human beings
and belongs to humans. “Art is an object made by man for man. “ (E.H.Gombrich,
The Story of Art) This is a very accurate definition and “Art” is based on a
human-made phenomenon that takes its source from the human artist and seeks
meaning with its historical, social accumulation and imagination; existence
occurs in the unity of human, artist, meaning, aesthetic object and aesthetic
taste. In this respect, there is a deep bond of existence between man, art and
work of art that complements each other.
The artist searches for the meanings
behind artistic intentions and desires and vital phenomena. Since AI is not a
living, emotional being, it lacks imagination, the reality of its external
world, and the qualities of being human. Unfortunately, those who claim in
advance that the products of AI are art, underestimate the artist who realizes
the thousands-year-old deep source of art and the artistic production process,
and find it unnecessary to question the artist's effort and necessity.
Decisions made by those who do not know the depth of the creative process,
without entering the enthusiastic world of an artist, are in favor of accepting
and affirming AI products without questioning them. We see that the capitalist
world, which wants to benefit from the stimulating effect of the trade created
by AI products, has great expectations to use this situation in its favor and
turn it into money.
The production process of AI is
formed by the combination of computer, programmer, data, algorithm, output,
aesthetic taste of the receptive subject. Since AI does not perform its actions
by focusing on aesthetic values, aesthetic harmony and meaning, the output it
produces is only a sensory, aesthetic value uncertain, non-essential, formal
object. Because it lacks the subjective point of view and the values of the
special creation process in the mind of an artist. The software, which does not
take its source from the human mind, does not have emotions, and produces from
ready-made data, has the potential to produce likeable outputs. It can even
produce outputs, albeit rare, that, by chance, can give aesthetic pleasure and
cause emotional and artistic excitement in people. Again, it is the receptive
subject himself who adds artistic value to such an output with his artistic disposition,
education and dreams. Because, while the output is devoid of a communication
basis, an expression to be conveyed and has no artistic value, the perception
style, psychological orientation and point of view of the receptive subject who
establishes the communication raise the output to the value of an object that
gives aesthetic pleasure. The receptive subject participates in the process
with its level of perception of the object, aesthetic judgment and creativity,
and needs the qualities of its own self and visual capacity. With a
subjectivist attitude, he takes the artistic value not from the object but from
his own psychology, customizes the object with his own emotions and attributes
a meaning to the output. What makes the output of AI valuable is not the
qualities of the aesthetic object formed by the activity of an artist, but the
way of seeing of the receptive subject.
The work of art is a human creation,
the creative subject is the artist. The artist produces by adding meaning to
his work, and the visible form has a meaning integrity, a unity of form and
content. In his work, the artist formally expresses a reality about life in his
work. That is, the meaning is not added after making the work, and the meaning
exists as a substance in the mind of the artist before the work takes shape. In
the work, the expression to be conveyed without communicating with the
receptive subject is already present and ready; all this is hidden in the work
as a reality and waits to be seen by a competent receptive subject. This is the
process of discovery of the work of a spirit that repeats the aesthetic
creation formed in the artist's soul. The receptive subject, who judges the
output of artificial intelligence, lacks the pleasure and effort of creating,
perceiving and recreating the expression level of the artist, that is, the
human being. Because understanding and making sense of a work of art requires
an effort like the creativity of the artist.
E.H. “We cannot hope to understand a
work of art if we do not have the ability to share that sense of liberation and
triumph that the artist has over his finished work,” says Gombrich.
We see that while art is realized
with the connection of the artist, the work (aesthetics) and the receptive
subject (aesthetic interest), the process in the AI product takes place with
the connection of data, algorithm, object (sensory) and receptive subject
(aesthetic interest).
Human art is the aesthetic
relationship between man and objective reality and includes artistic reality.
Its source is life, human, society, created by the artist, it focuses on the
whole process and is holistic. It is based on the reproduction of the aesthetic
values that the artist brings to the object by the receptive subject, the
connections and interaction with the aesthetic judgment. It is directly and
tightly connected to human practice, society and social life. The work of art
is personal, original, and the artist has a compositional knowledge and skill
that will require much more than repetitions, different blending and attachment
techniques in AI output. In a way that takes its origins from life and focuses
on the soul and meaning, art considers beauty as a unity of values. Like
artificial intelligence, it focuses not only on the result, but also on the whole
process, and this is what we need to distinguish.
Although AI is capable of
creativity, this does not mean that it is an artist. Likewise, neither a
programmer nor an algorithm is an artist. Because their production is outside
of the vital, emotional, spiritual and meaning integrity we have explained
above, they produce automatically and with commands. The algorithm does not
create the object by considering artistic values, qualities and concerns, that
is, the algorithm is not aware that it is dealing with art, so it is not
conscious of reality. It scans the database and generates predictive
compositions with the ability to fuse, add, subtract, associate and learn.
Artificial
intelligence products can only be at the limit of the general definition of art.
The creation process is automatic and is not identical with human art with the
layers of existence it has; the source, formation and result are realized by a
completely different method. Therefore, it is a phenomenon of experimental
production that, although it is ostentatious and surprising, is not competent,
imitates art as a form, its essence is incomplete, although it gives the
impression of art.
Based on the context of reality, the
search for meaning, the layers of existence and the social source of life, it
would be appropriate to call it "Human Art" because it represents
human beings, and "Artificial Intelligence Art" because it is created
by codes. Because we cannot see artificial intelligence, which enters art as a
separate actor, as if it is making productions of the same value as human
beings and art. What makes human art valuable is that it tells its own story
and the struggle for existence with the accumulation of thousands of years of
creation process.
As AI enters more and more
scientific, everyday and artistic and human fields, we have to make the rules,
boundaries and definitions of human domain, arrangements, positioning and
criticisms that include what human being is, to remain "human". The
important thing is to create and place concepts that will preserve the depth,
value, originality, creativity and freedom of the human domain. While doing
this, we should determine the roles by defining the field that artificial
intelligence, that is, the machine can have. For this reason, the categorical
distinction was made as "Human Art" and "AI Art" because it
was based on codes. To make both the same, to say that both achieve similar
goals in different ways, is a disrespectful, unfair approach to art and the
artist and should be objected to.
Of course, AI will enable artists to
create new and original products through collaborative work as a resource to
benefit from. With artificial intelligence in artistic creation, the artist can
expand his creativity, get inspired, try new things, and also think of
artificial intelligence as a collaboration tool. Even if the artist is involved
in the creation process of the products created by this collaboration, even if
he has the initiative, the use of AI based on the source codes will bring about
discussions.
The approach to artificial
intelligence products will also mean the sincerity exam of people. The artist
and no one should not escape easily, and try to show stolen ideas or directly
as his own work. It should not make an effort to reflect worthless products as
if they are valuable.
Deciding whether the output has
value and the quality of its connection with the art means reaching the big
problem area in art. A wide variety of factors should be taken into account
while making an aesthetic interpretation. Knowing who the work belongs to is
also a factor that will affect our decision. Interpreting a work that is not
clear by whom it was generated may cause exaggeration or vice versa,
underestimation and incompleteness. Evaluating an object as artistic and
beautiful is relative (apart from reconciliation with assumptions that make
aesthetic judgment general and based on common feeling) and is difficult, but
this is a mysterious and normal state of art.
Artificial intelligence will be an
encouraging and supportive force with its ease not only for artists, but for
everyone. In addition, the copyright problem of the entries that make up the
database should be solved, and the rights of the artist and everyone else who
does not want to be in the database should be respected.
It should never be forgotten that;
The importance of painters and painting did not decrease with the invention of
photography, the transformation of smart phones into talented cameras did not
turn everyone into a photographer, AI cannot turn anyone into miraculous and
fantastic artists, nor transfer talents.
While the subject is being
discussed, painting is generally focused on because of its popularity. But how
do we react when AI produces an image with details and visual quality
indistinguishable from a real photograph? Especially when we compare it with
documentary photography, the situation will become more complicated. At this
stage, the values shaped in our aesthetic, emotional and imaginary world, which
we judge the paintings, will not be enough. We will need to ask whether the
photograph is based on objective reality, and we will build our judgmental
values after the definition of reality. Because, as a document, that photograph
is real, it reflects the state of the world while connecting the lived past to
the future, it has a place and a story, it is direct, it is a human and social
memory and transfers it to other generations. The photograph created by AI has
no story, it only depicts unreal scenes with automatic editing, and the
composition is created only with the ability to imitate. Such a photograph will
not go beyond an image that only arouses technical admiration before the
viewer. For this reason, I think that unmanipulated and documentary photography
will become more valuable in the future. Because it will never lose its value
as a tool that reflects reality and directly reflects events.
Can you consider William
Turner's painting "The Slave Ship" separately from the
historical, social, reality of the outside world and the dynamics of the
artist's inner world? This painting is not just a painting, it is a work that
has meanings far beyond the painting. Now let's imagine that a similar picture
is generated by artificial intelligence. Even if pictorial values, light and
composition are used appropriately, what historical, artistic, cultural,
emotional value can it have? In other words, in the background of art, there
are stories of life and a context, while artificial art has nothing to tell, it
is a storyless phenomenon that is disconnected from the context of reality, as
a product of a system under the control of virtual codes, and has no history.
In today's society, communication
habits have changed, the world of possibilities has grown, and even
magicalized. AI "image generators" give everyone the opportunity to
be creative, and thanks to their amazing ability, they make this experience
available to millions of people. Even a child who has learned to read and write
can accidentally create remarkable products in front of his computer. It does
not make anyone who can write keywords to the computer and who does not have
artistic personality and creativity an artist and does not include them in art.
Millions of people are attracted to this attractive game without age limit and
are entertained by its amazing and strange results, as if they have achieved a
magical power. It is more accurate to call them "experimental
participants". It is a fact that outliers, complex, uncertain, surreal,
mystical, imagination-stimulating images attract a lot of attention. Friedrich
Schiller and his theory that art is a game come to mind. But in his theory,
Schiller meant real art. Besides, art is a much more complex phenomenon than
play.
Although the outputs are strange,
unencountered, interesting and attractive, as they multiply uncontrollably in
the internet environment, they have a high potential to turn into habitual,
valueless, artificial, ordinary objects.
It is human beings who will stand
against the destructiveness of technology and protect humanity. Being human,
despite your shortcomings, is unique. Do we have the human intelligence,
virtue, honesty, will, courage and plan to use the future to be a better human
being “together” and to create a world based on beauty and equality? While AI
becomes human, we never want a role change where people become automatic,
ineffective and robotic.
Man interprets and makes sense of
life with his art, resists against time, and transfers his relationship with
life to the art environment in freedom with his searches and discoveries. Art
is formed in reality through "labor" by the artist. All innovations
and technological changes should never be allowed to trivialize art and artists.
Because Artificial Intelligence lacks the human touch, love, impulses and, in
short, a life.
Einstein said, "The criterion
of being intelligent is not knowledge but imagination," and reconciling
human imagination with intelligence.