20 Temmuz 2023 Perşembe

SORULAR...

Bilgiye ulaşmaya istekli, demokrat, laik, düşünceye açık, sosyal, mutlu ve huzurlu bir toplumda yaşamak isteyen ama yaşayamayan sade bir vatandaş olarak kendinizi nasıl hissediyorsunuz?

Aklın, bilimin, sanatın ve ahlakın yaşam biçimlerine ve kültüre niçin nüfuz etmediğini sorgulayıp duruyor musunuz?

Yalanların gerçek gibi sunulması sizi ürkütüyor mu?

Düşüncesizliğin ve bencilliğin insana ait genel bir karakter olduğuna mı ikna oldunuz?

Bulunduğunuz toplum ilerlememeyi kural edinmişse, siz kural dışı mısınız?

Ruhunuzda giderek büyüyen bir tahribat olduğunu ve bunun giderilip giderilemeyeceğinin karmaşasını yaşamakta mısınız?

İçinizdeki umut kırıntıları, derin umutsuzlukla baş etmeye yetebiliyor mu?

Bencil, kendini önemseyen, dünyayı tanımayan, kendi düşüncelerine hayran ve biricik olduğunu düşünen ve bunu da kaba kuvvetle anlatmaya hazır yığınlar arasında boğulmakta mısınız?

İnsanın sosyal bir hayvan olduğu görüşüne katılır mısınız? Yoksa bunun kimilerine iltifat bile olacağını düşünenlerden misiniz?

Şiddet, yok etme, istila, savaş olgularının insanlığa has bir karakter mi yoksa insanlığa ihanet olduğunu mu düşünüyorsunuz?

Karmaşık evrimsel, biyolojik, mucizevî, yaşam sisteminin nasıl böylesi aptal, tutarsız, vahşi, kibirli davranışlar sergileyen canlılar üretebildiğinin hayretini yaşıyor musunuz?

Yaşam ve yeryüzü sisteminin özellikle son yüz yıllık teknolojinin kurbanı olduğunu gözlemek kafanızda çelişkiler yaratıyor mu?

Bireylerin hayatı iyileştirmek, güzelleştirmek ve insanlığı geliştirmek adına yapabileceği şeylerin yüzde kaçını başarabildiğini düşünüyorsunuz?

Bir kitlenin inandıklarının dışındaki gerçekleri söylemek, vurgulamak, önemsemek, ideal edinmek suç olarak görülüyorsa siz de bir suçlu musunuz?

Yalanların gerçeğe dönüştüğü ve yalanın yalan olduğunu fark edemeyecek kadar tek boyutlu ve gerçeklere ilgisiz yapay bir dünya da yaşadığını anlayamayan kitleye saygı duyar mısınız?

Lafta kalan ve gerçekleşmeyen genel ve geniş anlamda barışın nasıl gerçekleşebileceği konusunda bir fikriniz var mı?

Nesiller kültürel ve sosyal içeriklerini bir sonraki nesle aktarırken aklı ve mantığı ön planda tutmuyorsa nasıl bir toplum oluşacağının resmini çizebilir misiniz?

Ahlak kavramlarının dinlerden çok daha önce oluşmuş kavramlar olduğunu, ama dinlerin ahlak alanına hâkim olmasını nasıl açıklarsınız?

Haksız, hukuksuz bir devlet ve sosyal düzeninde yaşamaya mecbur bırakılmak içinizi kemiriyor mu?

Yaşantınızda neleri erteliyor, neleri köreltiyor, neleri aşındırıyor, nelere isyan ediyor, nelerden nefret ediyor ve bütün bunların muhasebesini yapabiliyor musunuz?

Şu anda gördüklerinizin, yaşadıklarınızın hem kişiliğinizi, hem sağlığınızı, hem insanlığı zedelediğini düşünüyor musunuz?

Karşınızda her şeyi ile normal görünen insanların aslında bencil, tutarsız, cahil, düzeysiz olduğunu bilmek kahrolası bir duygu mu?

Sizi hayattan soğutan olgularla nasıl başa çıkıyorsunuz?

Gerçekten ilgilenmek istediğiniz şeylerle ilgilenemediğinizi fark ettiniz mi? Bundan dolayı anlamsızlığa düştünüz mü?

Kirlenmişliğe, ihtirasa, dengesizliğe yenik düştüğünüzü hissetmenize rağmen sizin gibi insanların bulunduğunu umut edip ama böylesi insanları yakınınızda bulmakta güçlük mü çekiyorsunuz?

Hem kör, hem kibirli insanlar her yerdeler mi? Bu gibilerin nasıl iltifat gördükleri, yandaş buldukları, birbirlerini nasıl ağırladıkları sizi şaşırtıyor mu?

Hepimiz yaşarken yeryüzünü kirletiriz ama birilerinin onu yaşanmaz ve artık mahvolma noktasına getirirken ve bu durumun doğayla birlikte hepimizi etkilediğinin farkındayken çoğunluğun bunu hiç umursamamasını nasıl karşılıyorsunuz?

Gördüğünüz, tanık olduğunuz haksızlıkların siz de yarattığı öfke ve huzursuzluğu içinize atarak mı savuşturuyorsunuz?

İnsanın insanlığını neyle, nasıl ölçeriz? Böyle bir ölçüm cihazı tasarımını hayal ettiniz mi?

Ufkunuz geniş mi, ne görüyorsunuz?

İnsan iç görüsünü kaybetmiş midir?

İnsanın başkalarını etkileyen eylem ve davranışlarının belirli kurallara uymaları gerekmez mi? Davranışların etkilerini ve sonucunu kavramak nasıl bir insan olmayı gerektirir?

İnsanların dünyayı kendileri gibi zannettiğini biliyor musunuz? Kendi sınırlarının dünyanın sınırları olduğunu zannettiklerini de biliyor musunuz?

Siz başkalarını dinlerken başkalarının sizi dinlemediğine, umursamadığını kaç kez tanık oldunuz?

Kendinizi rol yapmakta zorlanan, kendi gibi olduğunda, rol yapanlar arasında mutsuzluğa ve bezginliğe düşmüş birisi olarak tanımlar mısınız?

Siz kendiniz misiniz?

İnsanın insanlığa yaptığı en büyük iyilik nedir? İnsanın insanlığa yaptığı en büyük kötülük nedir?

Hiç içinizdeki ‘ben’i aradınız mı? İçinizdeki ‘ben’i bulabileceğine inananlardan mısınız? İnsanların bir türlü arayıp da bulamadığı bu sonuçsuz arayışın bir gün kendinizde gerçekleşeceğini umut ediyor musunuz?

İnsanın kendini tanımlayabilmesi için kendisi olmaması gerekmez mi? Üstelik de her an değişebilirlik karşısında “kendi olmak” saf bir mistisizm değil midir?

İnsanın kendini bulması ne demektir? Kendi hakkında düşünmemesi midir? Kendisi hakkında düşünmemek huzuru sağlar mı?

İnsanın kendini bulması delilik midir?

Siz çevrenizdeki her bir kimseye göre farklı biri değil misiniz? Siz onların toplamı olduğunuzun farkında mısınız?

“Ben bu yazıyı sonuna kadar okudum da ne oldu?” diye içinizden geçirmediyseniz bu yazının amacına ulaşmış olduğunu fark edebildiniz mi?

Akil Alparslan

14 Eylül 2014

23 Mayıs 2023 Salı

CEHALET KÜLTÜRÜ

KULLAR TOPLULUĞUNDA LİDER FAKTÖRÜ VE CEHALET KÜLTÜRÜ

Dayatılan kısıtlı dünya, düşünce ve yaşam biçiminde, gerçeklerle ilgilenmeyen bir toplumda, rasyonel birey olmanın ağırlığını yaşayanlardan mısınız?

“Kul” kelimesi köle, hizmetkâr, emre itaat eden anlamına gelir.

Her çağda kullar kendi efendilerini yaratırlar. Efendileri onları korusun, umut versin ve arzu ettikleri cenneti sürekli hatırlatsın, kendilerine hayaller satsın diye.

Demokrasi, özgürlük, laikliğin yanında, işsizlik, eğitim, enflasyon, terör, yolsuzluk, insan hakları, ifade özgürlüğü, adalet, güvenlik, çevre, tarım, sosyal, ahlaki alanlarda yaşanılan büyük buhranlara rağmen halkın büyük bir kesimi neden hala sorunları yaratan, yanlışlarına devam eden, ayırımcılık yapan bir liderleri, insanları, söylemleri ve politik olarak da hükümeti desteklemeye devam eder? Toplumun her kesiminden ister fakir, ister sistemin yarattığı zengin çıkarcılara kadar otoriteden maddi beklentisi olanların bağlılığını ve desteğini bir kenara bırakırsak olmaması gereken bu dogmatik bağlılığı nasıl açıklarız? Gerçeklerle yüzleşmek, akıl yürütmek yerine neden mutlu cehaleti ve temelsiz önyargıları tercih ederler? “Kullar topluluğu” olarak adlandırdığım toplum kesimi sorunları neden göremiyor ve sorunları yaratanlar “ötekilerdir” fikrine niçin hala körü körüne bağlı ve neden anlkaşılmaz ısrarına devam ediyor? Ötekiler ki onlar adil, özgür, gelişmiş, laik, demokratik, eşit, huzurlu bir ülkede kardeşçe yaşamak isteyen, içinde bulunulan gerçekleri gören ve çözüm arayan bireyler olmalarına rağmen neden onları düşman gibi görülüyorlar? Bir kitlenin inandıklarının dışındaki gerçekleri söylemek, vurgulamak, önemsemek, ideal edinmek neden suç olarak görülüyor? Bu düşmanca tavır kuşaktan kuşağa niye değişimiyor?

Bu kitle, ihtişamlı algı operasyonları ile eğitim ve refah seviyesine bakılmaksızın tüm açık ve acı gerçeklere rağmen yalanların değilmiş gibi sunulduğu ve algılarının kontrol edildiği halk kesimidir. Topluluk, sunulan algı ihtişamını inandıklarının kanıtı sayıyor, kendine sunulanı onaylamakla kalmıyor yüceltiyor, sorgusuzca her şeyin muhteşem ve her şeyin yolunda olduğunu düşünüyor. İşte bu durum temel ve büyük bir toplumsal sorunun varlığı anlamına geliyor. Üstelik yaşadıkları sıkıntıların kaynağının destekledikleri liderin ve fikirlerinin olduğunu sorgulamayacak kadar kapalı, dar, şüphe duymayan bir bakış açısına sahip olmaları ise çok acı verici. Onlara göre tüm sıkıntıların kaynağı “diğerleri” yani doğru yolda olmayanlardır. Kendi topluluğundan, kendi dininden ve inandıklarından, hatta kendi mezhebinden olmayan, kişiler, topluluklar, ülkeler yalnızca çıkarlar dışında yüz çevrilmesi ve mücadele edilmesi gereken unsurlar olarak görülüyor. Bunu da liderlerinin kendileri adına başarıyla, cesaretle yaptığına inanıyorlar.

Topluluğa sunulan coşkulu inandırma yöntemleri, kandırılmayı sağlayan duygusal değerleri canlı tutuyor. Onların dünyasında nesnel olgular ötelendiği için yalanlar gerçeğin yerine geçiyor. Analitik düşünme yeteneği çok gelişmemiş, okuma alışkanlığı olmayan kitlede “gerçeklik,” algı oyunları ile “istenen” ile değiştiriliyor ve zihinler kurmaca bir dünyayı gerçek zannetmeye başlıyor. Yalanlar gerçeğe dönüştükçe gerçek önemsizleşip değerini yitiriyor, toplum gerçeklere karşı körleşiyor ve duyarsızlaşıyor. Dünyayı ve nesnel gerçeklerini inandıkları zihniyete teslim edenler, yalanla başlayan ve yalanla kurguladıkları hayatlarını elbette yalanlarla sürdürüyorlar. Kitle, yalanın yalan olduğunu fark edemeyecek kadar tek boyutlu ve gerçeklere ilgisiz yapay bir dünya yarattığını anlayamazken aynı zamanda hem otoriteden beklentileri hem de kendi arzuları doğrultusunda olmasını istediklerine inanmaya devam ediyor.

Kullar topluluğu biat etmeyi doğru ve üstün meziyet sanan, liderlerini aşırı yücelten bir yaklaşıma sahiptir. Lider tarafından "şeytani dünyaya" karşı daima savunulduklarını ve kendilerini ezmeye çalışanlara karşı onun tarafından kahramanca korunduklarını düşünüyorlar ve onu bu uğurda mücadele eden adil bir figür olarak algılıyorlar. Bu süreçte onun yaptıklarının ve gelecekte yapacaklarının doğru ve vazgeçilmez olduğunu koşulsuz kabullenmenin katılığını dürüstlük ve sadakat olarak kabul ediyorlar ve ona, uygulamalarına, yaptıklarına, söylediklerine karşı hiç şüphe duymuyorlar. Hatta “mümkün mü” diye sorgulamak ve “kandırılıyoruz mu” diye kanıt aramak yerine, bu vaadi ancak onun mümkün kılacağına, mucizevî icraatı sadece onun gerçekleştireceğine inanılıyor. Söyleneni değil, söyleyeni önemseyen, duyulara ve duygulara önem veren, gerçeği dışlayan, sorgulamayan, doğru değerlendirmeler yapamayan, aklı öteleyen bir kitlenin “biat” kültürünün yansımasıdır.

Lider de iyi bir demagog olduğundan en saçma vaatlerde bulunsa bile, kullar topluluğu söylemin içeriğine, doğru olup olmadığına bakmadan, sırf o söyledi diye irrasyonel bir motivasyonla ve duygusal coşkuyla. Ülkede yukarıda bahsettiğim gibi  böylesi blok bir kitle varsa demokrasi her zaman en bilge ve erdemli siyasetçilerin değil en iyi demagogların başa geldiği veya domagogların kazanmaya daha yatkın olduğu bir yönetim sitemine dönüşüyor. Lider, sürekli “ötekilerin kusurlarını” işleyerek, cehaleti, inançları, duyguları manipüle ederek, hitap ettiği topluluğun tutkularını canlı tutarak, coşturarak kendi tarafında tutabiliyor. Egoist demagogların demokratik yollarla, seçimle başa gelmelerinden sonra otokratik bir yapıya ve diktatörlüğe evrildiğini görüyoruz.

Dinsel gücü kullanan siyasi otorite tarihsel süreçte menfaat gereği ve kasıtlı olarak cehaleti muhafaza edip yaygınlaştırmayı amaç edinmiştir. “Cahil” dendiğinde akla gelen eğitimsizlik ve bilgisizlik olgusu yalnız başına cehaleti yaratmaz.  Cehalet, eğitim seviyesine bakılmaksızın insanlık, yaşam, toplum, ülke, dünyayı anlama ve katkı konusunda “düşünce, idrak ve muhakeme sıçraması” yapamayan tüm kişi ve kesimleri kapsar. Düşünce, idrak ve muhakeme sıçraması kendinin ve olguların farkında olmayı, bilgiye ve öğrenmeye değer vermeyi, kavramayı, sorumluluğu, uzlaşı kültürünü, birlikte yaşama azmini, tahammülü, duygudaşlığı, gayret içinde ve gelişime açık olmayı, yetkin düşünebilmeyi, toplumsal ve bireysel huzuru önemsemeyi, yozlaşmaktan uzak durmayı, zihinsel ve kişisel değerler üretmeyi öngören, sadece duygularla hareket etmekten kaçınmayı, önyargısız düşünmeyi ve davranmayı içeren aktif bir kavramdır.

Toplumun karakteri daima kendine uygun dini zihniyet yaratır. Bilgisizlik ve itaat, toplumda yaygın ise din anlayışı da bilgisizlik ve itaat ile şekillenir. İrrasyonalite, düşünce tembelliği, ötekileştirme, ilkesizlik, bilginin önemsenmemesi, merak eksikliği, faydacılık, kolaycılık, gerçeklere yüz çevirme, samimiyetsizlik, tutuculuk, uyumsuzluk, şekilcilik, ön yargıların baskınlığı, analiz-sentez yeteneği yoksunluğu, olguları anlamlandıramama gibi özelliklere sahip toplum bu özelliklerine uygun bir dini zihniyet oluşturacaktır. Oysa ilerlemeyi arzulayan bir toplum eninde sonunda mücadele ile yıllar ve yüzyıllar sürse de dinin, aklı, bilimi, fikirleri, insan haklarını, özgürlüğü, insanca yaşamayı, demokrasiyi kısıtlamasına, yaratıcılığı engellemesine izin vermez ve dini kısıtlayıcı bir sistem olarak yaşam biçimine adapte etmez. Atılım yapamayan, yenilikçi olmayan, yaratıcı olmayan, geri kalmış, sorgulamayan bir toplum kendine benzeyen, kendine uygun dini bir zihniyeti tarihsel süreçte yaratır ve bu anlayış yaşam biçimi ve kural haline gelerek benimsenir, sahiplenilir ve nesillere aktarılarak sürdürülür.

Yani toplumsal zekâ, toplumun temel yapısı, kültür, gelenek, davranış, sosyal, psikolojik, düşünme alışkanlıkları ve dünya algısı yaşam biçimlerine adapte olacak dini zihniyeti oluşturur. Toplumun genel karakterine ve değerlerine göre şekillenen dini zihniyet, sonrasın da toplumun isteklerini karşılayacak seviyede meşrulaşıp temel özellikler, düşünme ve davranış biçimleri olarak yerleşir. Toplum kendini meşrulaştırmak için dini kullanır ve kendine göre yorumlayarak kendine benzer dini bir anlayışı yapısına adapte eder.

Örneğin düşünme eylemini sevmeyen kullar topluluğu bireyleri Kuran’ı okunacak bir kitap değil tapılacak ilahi bir nesne olarak tanımlamıştır. Kuran, Arapça bilmedikleri halde Arapça harflerin okunuşu ile avunan ve sevap kazanılacağını düşünen bir davranışı kendi varoluş amaçlarına aykırı bulurdu kesinlikle. Bir insan, anlamadığı ses dizisi ile nasıl bir anlamlı bir mesaj çıkartılabilir ve diğer insanlara ve kendi iç dünyasına seslenebilir? Anadili Türkçe olan birisi nasıl olur da kendi diliyle Allah ile iletişim kurmakta zorlanır? Evet, ne yazık ki Arapça dilini ve harflerini ikonlaştıran, aracı amaç yerine koyan, tılsımlı, gizemli olduğuna inanan bir zihniyet içeriğe ulaşmayı amaç edinmez. Bu yerleşik dinsel argüman, bilgilenmeyi ve araştırmayı ilke edinmemiş, soyutlama yeteneği eksik olan toplum tarafından, somutun algı kolaylığı nedeniyle benimsenmiş ayrıca toplumu etkilemek, yönetmek, yönlendirmek isteyen liderler, şeyhler, politikacılar, yöneticiler tarafından da kendi amaçları ve ideolojileri doğrultusunda kullanılmıştır. Din gibi karmaşık konuları olan bir olguda halkın kendilerine söylenen ve öğretilen kadar az şey bilmeleri ve sunulan ile yetinerek bilgi sahibi olmaktan kaçınması daima otoritenin işine gelmiştir. Karşılıklı yarar ilişkisinde otorite din dâhil her türlü bilgiyi kısıtlamak, sınırlandırmak, toplumun bir kesimi de kısıtlanmış bilginin memnuniyeti ile sınırlarını zorlamamayı, bilgiyi aramamayı, kendine ve önce ailesine ve sonra çevresine, kendi yöneticilerine ya da ileri gelenlere soru sormamayı tercih etmiştir.

Kullar topluluğu sosyal bir kimlik ve aidiyet sağlar. Bu gruba ait olmak için biat kültürünü kabullenmek, düşünceleri, gelenekleri, davranışları değiştirmemek, mevcut durumu sürdürecek seviyeyi yakalamak ve korumak, bu amaç doğrultusunda söylenen her şeye inanmak yeterlidir. Topluluğu; gelir, eğitim, yaş seviyesine bakılmaksızın bir arada olmayı, benzerliği, beraberliğe dönüştüren faktör “inançtır”. Dinsel aidiyet duygusunun baskınlığıdır.

Topluluk kendi düşüncelerine “hitap” edebilen başkalarına, kandırıldıklarına bile aldırmadan daha çok güvenirler. Onların düşünce ve davranışlarını kabullenerek oluşturdukları dünyayı gerçek olarak algılarlar. Bu onların zihin yapıları için kolay ve zahmetsiz, dünyayı anlama, açıklama, yaşama şeklidir ve bu anlayış ne şimdiden çok geçmişe giden bir meselesidir. Olayların izahında ve durumların anlamlandırılmasında etkilendikleri ve etkilenmek istedikleri kişilerin ve yöntemlerin doğruluğuna inanırlarken, kendi deneyimlerini göz ardı ederler.

İnanç dünyalarındaki soyut boşlukları, bilinen kişilikler ile dolduran toplumlara dünyanın farklı ülkelerinde de rastlanmaktadır. Üstün olarak nitelenen kişi ya da lider üstelik aynı çağda yaşayan somut bir figür ise duyusal olarak yüceltilmesi, bağlanılması ve ikonlaştırılması daha kolaydır.

Otorite, ideolojilerini uygulamak, sağlamlaştırmak ve en önemlisi topluluğun kendilerine bağımlılığını sürdürmesi adına kitlenin bilgisizliğini kaynak olarak kullanıyor. Bilgilenme konusunda alanları daraltarak, kasıtlı olarak zihin bulanıklığı yaratıp, cehaleti “toplumun yapısı ve kültürün kendisi” olarak tasarlamayı başlıca amaç ediniyor. Toplum, tarihsel ve sosyolojik olarak da gelişmemiş, tutucu, bilim ve aklı dışlayan yapıya sahipse bilgiye ulaşmayı engellemek daha da kolaylaşıyor. Aydınlanma istenmiyorsa, insanların bilgi havuzuna ulaşmaması için kitlenin tepkisiz kalacağı, kabulleneceği ve savunacağı inanç ve din ağırlıklı eğitim yöntemleri temel amaç ediniliyor. Eğitim onların belirlediği alanlarda yapıldığından çağdaş dünyanın eğitim seviyesinin çok gerisinde kalan kullar topluluğu sonuçta temel dünya, temel ülke sorunlarının farkına varamaz hale geliyor. Kitle, dış dünyayı, gelişen, değişen hayatın dinamiklerini anlamaya gayret etmek yerine reddetme çılgınlığını yaşıyor.

Böylesi bir toplumda düşünebilme kabiliyeti gelişmiyorsa/gelişmesine, aydınlanmaya izin verilmiyorsa yaşam, din, medeniyet ve ahlak algıları o kalıplar içinde şekillenecek ve yerleşik, sorgulanamaz düşünce, inanç ve değerleri biricik ve değişmez değerler olarak yerleşecektir.

Eğitim sistemimiz ile gerçek dünya arasında büyük bir uyumsuzluk var. Aileden başlayan bilgisizlik korundukça safsatalar, boş inançlar ve liderlerin her söylediği, her yaptığı maalesef eğitimsiz kitleye hoş ve alternatifsiz görünüyor. Otorite sürekli eğitimsizliğe yatırım yaparak pozitif bilimi değil, niteliksiz, ezberci, yanlı eğitimi yaygınlaştırıyor. Ahlakın mensup oldukları din tarafından zaten bahşedildiğini, öze bakmadan dindar olmanın ya da görünmenin ahlakın varlığına yettiğine inanıyorlar. Çağdaş eğitimi sığlaştırmak, geçiştirmek ve zihinsel uyku halinin devamı için yöntem ve politikaları geliştirmeye ve uygulamaya devam ediyorlar.

Otorite, irrasyonel, gayri ahlaki ve hukuk dışı uygulamalarının meşru olduğunu, kutsal saydıkları ideallerini gerçekleştirme yolunda yapılması gerektiğinin meşruiyetine inanmış ve kitleyi de inandırmıştır. Kendilerini affettirmek ve kendilerine karşı güveni sarsacak olayların gerçek nedenlerini gizlemek ya da değiştirmek, aynı şekilde başarılarını abartmak için “kader, fıtrat, helallik, teslimiyet, cennet, cehennem, şükür etmek, emir, kutsallık, din, iman, şahadet, milliyetçilik” gibi dini sembol söylemleri sık sık kullanıyorlar. Böylesi söylemler kitle tarafından onaylandıkça otoriteye hem mazeret hem de motivasyon sağlıyor.

Telkin mekanizmasının sürekli ve etkin kullanılmasıyla gerçeklerden kopuk, tüketici, bilgiç, kafa yormayan, şiddete eğilimli, kibirli, bilgiyi ve gelişmeyi hor gören bireylerden oluşan, körü körüne bağlanmış, tek sesli bir toplum oluşmuştur. Günümüzün yaygın medya araçları ile “gerçeklerin” göz ardı edilmesi yoğun kara propaganda ile daha kolaylaşıyor. Yanlış, yanlı, değiştirilmiş "gerçekleri", cehaleti ve aptallığı yayma çabaları, hiçbir zaman şimdi ki kadar kolay olmamıştır.

Düşünce fakiri ve cahil insanlar dünyayı/hayatı kendileri kadar, algıları kadar zannederler. Kendi düşünce ve algı sınırlarıyla dünyanın/hayatın sınırlarını da çizerler. Algıların kontrol edilerek yönlendirmesi, dayatılması, sınırlandırma ve inandırma eylemleri pasif ve duygularıyla hareket eden insanlarda çok kolaydır. Yani bireysel ve toplumsal “pasif" (zekâdan bahsetmiyorum) zihin yapısı manipüle edilmiş bilgi dünyasında yaşandığını, belirlenmiş sınırlara mahkûm edildiklerini farkına varamıyor. Bu durum bir toplumun başına gelebilecek en büyük kötülüklerden biridir, bunu da günümüzdeki siyasi güç bizlere ziyadesiyle yaşatmıştır.

Cehalet kültürü dini ve siyasi liderlerin, şirketlerin, yöneticilerin, algı operatörlerinin, söylevcilerin, reklamcıların, çıkarcıların çok ama çok işine geliyor.

İrrasyonellik ve cehaletin yaygınlığı ülkeyi çok sarsıcı şekilde etkiliyor; gelişmiyor, ekonomi ilerlemiyor, toplum ayrışıyor ve barış bir türlü gelmiyor.

Kitle, çoğunlukla liderin kutuplaştırmacı, ötekileştirici dili benimseyen bireylerden oluştuğundan, kendi yandaşlarının dışındakilere yani ötekilere gizli ya da açık bir mesafe koyuyor. Kutuplaştırılan toplumda muhalifler istenilmeyen, asla içlerine sindiremedikleri hatta varlıklarından nefret edilen, tahammül edilemeyen kimseler haline geliyor.

Otoritenin kötü, kaba, hatta acımasız davranışları taraftar topluluk tarafından kolayca göz ardı edebiliyor, umursanmıyor hatta yaşatılan zorbalıkları onaylanıyor. Çünkü onların bunu hak ettiklerini ve daima hak edecekleri önyargısıyla karşı tarafı suçlu ilan ediliyor. “Öteki” insanların lidere kendileri gibi biat etmemelerinden, yanlış tutum, inanç ve yaşam biçimlerinden hatta “günahkarlıklarından” dolayı oluşan kaos ortamının gereği olarak otoritenin baskılarının haklı nedenlere dayandığına inanıyorlar. Kendi düşünceleri, dini inançları, alışkanlıkları dışındaki hiçbir şey anlaşılabilir, uzlaşılabilir hatta saygı duyulabilir değildir onlara göre; bütünlüklerine göz dikmiş, tehditkâr, potansiyel zararlılardır ve hatta dinsel söylemle "münafıklardır". Amaç, gerçeklere ulaşmak, toplumsal birliği sağlamak ve doğruyu bulmak değil, liderlere sadakati göstererek karşı saftakilerin fikirlerini, yaşam biçimlerini kısıtlamak, olguları dışlamak ve hatta bertaraf etmektir.

Otorite, dinsel kimlik üzerinden tabanını dar ve statik düşünce dünyalarına sıkıştırarak söz dinleyen, bağımlı, edindiği kısıtlı ve bilimsel olmayan eğitim, kültür, düşünce yetisiyle, fikir yoksunu bu topluluğu gerçeklerden kopartarak kitlenin sadakatini sürmeyi amaçlıyor. Muhaliflerin “kötü, işe yaramaz” insanlar olduğunu propagandasıyla, kendilerinin ve destek verenlerin yüceltilmeye layık dindar, iyi ve değerli insanlar olduğunu fikrini aşılamaya gayret gösteriyor.

Toplumun benimsediği sosyal ve hatta dinsel anlayış, kendi gibi düşünmeyenin değersiz, uzak durulması gerekenler olduğudur. Bu anlayışın görünmeyen duvarlar arasında güçlü önyargıları vardır ve idealize edilen ahlakın ve dinin öngördüğü "hoşgörü", başkalarına karşı gösterilecek yerleşik bir davranış olmamıştır maalesef tarihsel süreçte. Böylesi insanlar birbirlerine karşı korumacı ve adilane davranırken diğer birey ve topluluklara açıkça düşmanca ve merhametsiz davranma eğilimindeler. Adalet algıları ve duyguları kesinlikle evrensel nitelikte değildir. Liderler de bu durumu körükleyerek rakip olarak gördüklerine karşı baskı ve hukuksuzluk ile sindirme fırsatı yaratırlar.

Kullar topluluğu liderlerinin fikirlerine, davranışlarına, politikalarına itiraz edilmesi ve eleştirilmesini bir hakaret, kabul edilemez bir gaflet olarak değerlendiriyorlar, çünkü lider onların nazarında tartışılması asla düşünülmeyen üstün ve erişilemez bir kişiliktir.

Nesillerin zihinsel, kültürel ve sosyal içeriklerini bir sonraki nesle aktarırken aklı ve bilimi, insanlığı, iyi bir ülke ve dünya vatandaşı olmayı ön planda tutmaması halinde nasıl bir toplum, nasıl bir ülke, nasıl bir hukuk, nasıl bir ekonomi oluşacağının resmini çizebilir misiniz, deseler son çeyrek yüzyıla bakın derim. Demokrasi bilinç gerektiren bir yönetim biçimiyse, halkın bu bilince sahip olmaması için açıkgöz ve totaliter liderlerin dini söylemleri kullanması, inançları siyasete dönüştürmesi maalesef tarih boyunca ve halihazırda çok kolay ve etkileyici bir yöntem olmuştur. Sonuçta otorite gerçekleri daima gizleyerek, değiştirerek, dinsel hassasiyetleri kullanarak, güdümleme ve yoğun propaganda ile ancak yaşamalarına yetecek kadar ekonomik koşullar yaratarak kullar topluluğunda ve etkilenmeye hazır insanlar üzerinde adeta bir hipnoz etkisi yaratmıştır.

Oysa cehalettir bu yalan ihtişamı yaratan. Öylesi bir topluluk iktidarın baskısını hissetmez çünkü akılcı duyarlılığını kapatmıştır/kaybetmiştir ve gerçeklikten kopmuştur. Gerçeklikten kopan topluluk/halk özgürleştirilecek, geliştirilecek, daha adil, daha eşit, bilime, felsefeye, ahlaka ve sanata önem veren başka bir dünyayı hayal edemez. Algılarının doğruluğuna olan inancın katılığını erdem olarak kabul ederler.

Cehalet sonuçta milyonlarca hoşgörülü, dünya vatandaşı beynin istemediği, onaylamadığı bir gerici bir medeniyetin gelişmesine olanak verirken, otoriter beyinler tasarlanan bir dünya düzeni kurmanın zeminini oluşturmaktadır. Böyle bir mühendislik toplumu çatıştırır, zayıflatır, yobazlaştırır ve asla ne ahlaki, ne siyasal ne de ekonomik olarak gelişmesine müsaade etmez. Rasyonel, halkını ve halkının geleceğini düşünen dürüst bir lider önce laik ve demokratik bir temelin değerini anlamalı ve sonra adil ve gerekli adımları cesaretle atacak kararlığı göstermelidir. Doğruyu ve gerçeği aramaya yönelik eylemlerde bulunmayan, gelişme ve gelişememe sorunlarını irdelemeyen, özgür düşünemeyen toplumlarda asla istikrar olmayacağını bilinmelidir.

1997 yılında BM Genel Sekreter Kofi Annan bir konferansta yaptığı konuşmada şöyle demiştir: İnsanları düşman yapan şeyin bilgi değil cehalet olduğuna inanıyoruz. Çocukları savaşçı yapan bilgi değil cehalettir. Bazılarını demokrasi yerine tiranlığı savunmaya iten bilgi değil, cehalettir.

Akil Alparslan / Mayıs 2023


M
T
G
Y
Konuşma fonksiyonu 200 karakter ile sınırlıdır

26 Ocak 2023 Perşembe

ARTIFICIAL INTELLIGENCE AND ART

AN ANALYTICAL PERSPECTIVE ON THE "ART" ADVENTURE OF HUMANS AND ARTIFICIAL INTELLIGENCE

The concept of "art" is the field of creativity, the only feature of being human. As the artistic prowess of Artificial intelligence emerges in a fast-moving world, it raises questions we've never encountered before about what it means to be "human". What kind of a period will "art", which is the result of human concepts such as existence, society, communication, subconscious, emotions, imagination, intuition, love, sensitivity, impulse, instinct, dream, originality and of course, creativity, enter into a period with Artificial intelligence (AI)? With its revolutionary technology that will change production, thinking, lifestyles and the future, will artificial intelligence, which is designed to replace people in other fields of activity, be more creative than humans in the field of art and reach the competence to challenge the artist?

According to Hegel, art carries the spirit of the artist, who is transferred to matter and likens matter to himself. Well, since the products created by machines without a soul today are not generated by an artist, can they carry spirit and meaning?

For years, computer technology has already made an impact and contribution to visual arts with image technologies such as vector, bitmap, 3D, CGI as a tool that creates, processes and changes the image. Today, many smart image generators such as Stable Diffusion, DALL-E, Craiyon, Midjourney, Nightcafe Ai, etc. are software systems that can statistically evaluate themselves over large datasets containing millions of images, train themselves, and produce new images that are not included in the original dataset. Not just images, AI is already being used in other branches of the arts to create music, poetry, sculpture, stories, articles and films.

There are many new questions and concepts such as whether the products created by a system that has human skills but is not human are real works of art, whether programmers and machines will be accepted as artists, whether AI products can be included in the broad and general definition of art. Although there are objections, acceptances, doubts, different opinions, it has been met with great interest by the majority.

First of all, it is necessary to talk about the concepts of “Art” and “Artist”. In its most general definition, art is a reflection of the human mind and cultural evolution, an expression of creativity, way of thinking and imagination. The artist, on the other hand, is the one who makes art with the awareness of "being human", humanizes and shapes life, and realizes the phenomenon of art with action. The artist combines facts with aesthetic elements from a different point of view and records them in social memory. Behind his creative works lie deep stories of man, his age and society. He uses his imagination, patience, enthusiasm and self-sacrificing efforts to embed his passions, memories, dreams, imaginary and abstract ideas, symbols, philosophy and his inner world, the dynamics of the era and society he lives in, with aesthetic expressions. The process of creating the artist's art is complex and difficult, while filtering everything he is affected by and incorporating it into his works. He feels both sadness and happiness most deeply, and experiences his anxiety and pleasure at the highest level.

Art originates from life and human beings and belongs to humans. “Art is an object made by man for man. “ (E.H.Gombrich, The Story of Art) This is a very accurate definition and “Art” is based on a human-made phenomenon that takes its source from the human artist and seeks meaning with its historical, social accumulation and imagination; existence occurs in the unity of human, artist, meaning, aesthetic object and aesthetic taste. In this respect, there is a deep bond of existence between man, art and work of art that complements each other.

The artist searches for the meanings behind artistic intentions and desires and vital phenomena. Since AI is not a living, emotional being, it lacks imagination, the reality of its external world, and the qualities of being human. Unfortunately, those who claim in advance that the products of AI are art, underestimate the artist who realizes the thousands-year-old deep source of art and the artistic production process, and find it unnecessary to question the artist's effort and necessity. Decisions made by those who do not know the depth of the creative process, without entering the enthusiastic world of an artist, are in favor of accepting and affirming AI products without questioning them. We see that the capitalist world, which wants to benefit from the stimulating effect of the trade created by AI products, has great expectations to use this situation in its favor and turn it into money.

The production process of AI is formed by the combination of computer, programmer, data, algorithm, output, aesthetic taste of the receptive subject. Since AI does not perform its actions by focusing on aesthetic values, aesthetic harmony and meaning, the output it produces is only a sensory, aesthetic value uncertain, non-essential, formal object. Because it lacks the subjective point of view and the values of the special creation process in the mind of an artist. The software, which does not take its source from the human mind, does not have emotions, and produces from ready-made data, has the potential to produce likeable outputs. It can even produce outputs, albeit rare, that, by chance, can give aesthetic pleasure and cause emotional and artistic excitement in people. Again, it is the receptive subject himself who adds artistic value to such an output with his artistic disposition, education and dreams. Because, while the output is devoid of a communication basis, an expression to be conveyed and has no artistic value, the perception style, psychological orientation and point of view of the receptive subject who establishes the communication raise the output to the value of an object that gives aesthetic pleasure. The receptive subject participates in the process with its level of perception of the object, aesthetic judgment and creativity, and needs the qualities of its own self and visual capacity. With a subjectivist attitude, he takes the artistic value not from the object but from his own psychology, customizes the object with his own emotions and attributes a meaning to the output. What makes the output of AI valuable is not the qualities of the aesthetic object formed by the activity of an artist, but the way of seeing of the receptive subject.

The work of art is a human creation, the creative subject is the artist. The artist produces by adding meaning to his work, and the visible form has a meaning integrity, a unity of form and content. In his work, the artist formally expresses a reality about life in his work. That is, the meaning is not added after making the work, and the meaning exists as a substance in the mind of the artist before the work takes shape. In the work, the expression to be conveyed without communicating with the receptive subject is already present and ready; all this is hidden in the work as a reality and waits to be seen by a competent receptive subject. This is the process of discovery of the work of a spirit that repeats the aesthetic creation formed in the artist's soul. The receptive subject, who judges the output of artificial intelligence, lacks the pleasure and effort of creating, perceiving and recreating the expression level of the artist, that is, the human being. Because understanding and making sense of a work of art requires an effort like the creativity of the artist.

E.H. “We cannot hope to understand a work of art if we do not have the ability to share that sense of liberation and triumph that the artist has over his finished work,” says Gombrich.

We see that while art is realized with the connection of the artist, the work (aesthetics) and the receptive subject (aesthetic interest), the process in the AI product takes place with the connection of data, algorithm, object (sensory) and receptive subject (aesthetic interest).

Human art is the aesthetic relationship between man and objective reality and includes artistic reality. Its source is life, human, society, created by the artist, it focuses on the whole process and is holistic. It is based on the reproduction of the aesthetic values that the artist brings to the object by the receptive subject, the connections and interaction with the aesthetic judgment. It is directly and tightly connected to human practice, society and social life. The work of art is personal, original, and the artist has a compositional knowledge and skill that will require much more than repetitions, different blending and attachment techniques in AI output. In a way that takes its origins from life and focuses on the soul and meaning, art considers beauty as a unity of values. Like artificial intelligence, it focuses not only on the result, but also on the whole process, and this is what we need to distinguish.

Although AI is capable of creativity, this does not mean that it is an artist. Likewise, neither a programmer nor an algorithm is an artist. Because their production is outside of the vital, emotional, spiritual and meaning integrity we have explained above, they produce automatically and with commands. The algorithm does not create the object by considering artistic values, qualities and concerns, that is, the algorithm is not aware that it is dealing with art, so it is not conscious of reality. It scans the database and generates predictive compositions with the ability to fuse, add, subtract, associate and learn.

Artificial intelligence products can only be at the limit of the general definition of art. The creation process is automatic and is not identical with human art with the layers of existence it has; the source, formation and result are realized by a completely different method. Therefore, it is a phenomenon of experimental production that, although it is ostentatious and surprising, is not competent, imitates art as a form, its essence is incomplete, although it gives the impression of art.

Based on the context of reality, the search for meaning, the layers of existence and the social source of life, it would be appropriate to call it "Human Art" because it represents human beings, and "Artificial Intelligence Art" because it is created by codes. Because we cannot see artificial intelligence, which enters art as a separate actor, as if it is making productions of the same value as human beings and art. What makes human art valuable is that it tells its own story and the struggle for existence with the accumulation of thousands of years of creation process.

As AI enters more and more scientific, everyday and artistic and human fields, we have to make the rules, boundaries and definitions of human domain, arrangements, positioning and criticisms that include what human being is, to remain "human". The important thing is to create and place concepts that will preserve the depth, value, originality, creativity and freedom of the human domain. While doing this, we should determine the roles by defining the field that artificial intelligence, that is, the machine can have. For this reason, the categorical distinction was made as "Human Art" and "AI Art" because it was based on codes. To make both the same, to say that both achieve similar goals in different ways, is a disrespectful, unfair approach to art and the artist and should be objected to.

Of course, AI will enable artists to create new and original products through collaborative work as a resource to benefit from. With artificial intelligence in artistic creation, the artist can expand his creativity, get inspired, try new things, and also think of artificial intelligence as a collaboration tool. Even if the artist is involved in the creation process of the products created by this collaboration, even if he has the initiative, the use of AI based on the source codes will bring about discussions.

The approach to artificial intelligence products will also mean the sincerity exam of people. The artist and no one should not escape easily, and try to show stolen ideas or directly as his own work. It should not make an effort to reflect worthless products as if they are valuable.

Deciding whether the output has value and the quality of its connection with the art means reaching the big problem area in art. A wide variety of factors should be taken into account while making an aesthetic interpretation. Knowing who the work belongs to is also a factor that will affect our decision. Interpreting a work that is not clear by whom it was generated may cause exaggeration or vice versa, underestimation and incompleteness. Evaluating an object as artistic and beautiful is relative (apart from reconciliation with assumptions that make aesthetic judgment general and based on common feeling) and is difficult, but this is a mysterious and normal state of art. 

Artificial intelligence will be an encouraging and supportive force with its ease not only for artists, but for everyone. In addition, the copyright problem of the entries that make up the database should be solved, and the rights of the artist and everyone else who does not want to be in the database should be respected.

It should never be forgotten that; The importance of painters and painting did not decrease with the invention of photography, the transformation of smart phones into talented cameras did not turn everyone into a photographer, AI cannot turn anyone into miraculous and fantastic artists, nor transfer talents.

While the subject is being discussed, painting is generally focused on because of its popularity. But how do we react when AI produces an image with details and visual quality indistinguishable from a real photograph? Especially when we compare it with documentary photography, the situation will become more complicated. At this stage, the values shaped in our aesthetic, emotional and imaginary world, which we judge the paintings, will not be enough. We will need to ask whether the photograph is based on objective reality, and we will build our judgmental values after the definition of reality. Because, as a document, that photograph is real, it reflects the state of the world while connecting the lived past to the future, it has a place and a story, it is direct, it is a human and social memory and transfers it to other generations. The photograph created by AI has no story, it only depicts unreal scenes with automatic editing, and the composition is created only with the ability to imitate. Such a photograph will not go beyond an image that only arouses technical admiration before the viewer. For this reason, I think that unmanipulated and documentary photography will become more valuable in the future. Because it will never lose its value as a tool that reflects reality and directly reflects events.

Can you consider William Turner's painting "The Slave Ship" separately from the historical, social, reality of the outside world and the dynamics of the artist's inner world? This painting is not just a painting, it is a work that has meanings far beyond the painting. Now let's imagine that a similar picture is generated by artificial intelligence. Even if pictorial values, light and composition are used appropriately, what historical, artistic, cultural, emotional value can it have? In other words, in the background of art, there are stories of life and a context, while artificial art has nothing to tell, it is a storyless phenomenon that is disconnected from the context of reality, as a product of a system under the control of virtual codes, and has no history.

In today's society, communication habits have changed, the world of possibilities has grown, and even magicalized. AI "image generators" give everyone the opportunity to be creative, and thanks to their amazing ability, they make this experience available to millions of people. Even a child who has learned to read and write can accidentally create remarkable products in front of his computer. It does not make anyone who can write keywords to the computer and who does not have artistic personality and creativity an artist and does not include them in art. Millions of people are attracted to this attractive game without age limit and are entertained by its amazing and strange results, as if they have achieved a magical power. It is more accurate to call them "experimental participants". It is a fact that outliers, complex, uncertain, surreal, mystical, imagination-stimulating images attract a lot of attention. Friedrich Schiller and his theory that art is a game come to mind. But in his theory, Schiller meant real art. Besides, art is a much more complex phenomenon than play.

Although the outputs are strange, unencountered, interesting and attractive, as they multiply uncontrollably in the internet environment, they have a high potential to turn into habitual, valueless, artificial, ordinary objects.

It is human beings who will stand against the destructiveness of technology and protect humanity. Being human, despite your shortcomings, is unique. Do we have the human intelligence, virtue, honesty, will, courage and plan to use the future to be a better human being “together” and to create a world based on beauty and equality? While AI becomes human, we never want a role change where people become automatic, ineffective and robotic.

Man interprets and makes sense of life with his art, resists against time, and transfers his relationship with life to the art environment in freedom with his searches and discoveries. Art is formed in reality through "labor" by the artist. All innovations and technological changes should never be allowed to trivialize art and artists. Because Artificial Intelligence lacks the human touch, love, impulses and, in short, a life.

Einstein said, "The criterion of being intelligent is not knowledge but imagination," and reconciling human imagination with intelligence.

Akil Alparslan / 01 2023

BLOG İÇERİĞİ / LIST OF CONTENTS

YAZILAR  -FARKLILIKLLAR, DEĞERLER, İNANÇLAR   (Makale 06.10.2025) -İRRASYONEL ÖZGÜRLÜK ALANI  (Makale 21.08.2025) -SORGULAMAK YA DA SORGULAM...