2 Ocak 2023 Pazartesi

KÖSTEKLİ SAAT

Üç dar sokağın kesiştiği küçük meydana bakan eski bir apartmanın teras katında yaşlı bir adam yaşardı. Kimseye görünmeyen, kimse ile konuşmayan, pek nadir dışarıya çıkan, kendi halinde ama bu durumuyla da pek dikkati çeken zararsız, tuhaf sayılabilecek birisiydi. Komşularına göre ise kendisini 'ressam' diye tanıtan, ayyaş, kafayı sıyırmış, tarifi tam yapılamamış çatlak bir ihtiyardı. Anlatırlardı onu; ayaklarından tavana asılarak uyuyabilme yeteneğine sahipti, hamam böceklerini ipe dizer kolye niyetine boynuna takardı, dışarıya çıktığında kızıl saçlı, endamı güzel fahişeleri bulur, metruk otellerde onların bedenlerini tuval niyetine kullanır, şehvetle türlü renklerde boyardı. Böyle anlatırlardı…

Mahalle halkı, hayal güçlerini de zorlayarak yaşlı ressamın hikâyelerini bilhassa kıraathane toplantılarında daha heyecan verici sohbetlere dönüştürürler ve onun duyulmadık marifetlerini yeni ilavelerle abartarak diğerleriyle paylaşırlardı. Bilhassa da şu kızıl saçlı, endamı güzel fahişelerin çıplak bedenlerine fırçayı nasıl gezdirdiği meselesini ince ve dolaylı, iç gıcıklayıcı tariflerle anlatmadan hikâyelerini asla bitirmezlerdi. Bu lafları bitmek tükenmek bitmeyen gizli şehvetkâr duygularına tercüman olduğundan pek severlerdi. Sair zamanlarda ağızlarına alamayacakları bir sürü cinsel münasebet ve daha nice ahlâksız kelimeleri utanıp sıkılmadan sarf ederlerken koca koca adamların keyiflerine hiç diyecek olmazdı. Sonuçta ressam denen bu adam çok sapkın davranışları olan, fantezi dünyasında gezinen kaçık bir ihtiyardı, ne yapsa, ne anlatılsa, ne hayal edilse yeriydi.

Bu sıcak, zevkli sohbetleri seven kalabalıktakilerin çoğunun tutucu geçindiğini de biliyoruz. Bazı adamların bu hikâyelerden heyecana kapılıp hanımlarının saçlarını kızıla boyattıklarını, bir geceliğine sürülen ojeler, rujlar eşliğinde bol makyajlı ve parfüm kokulu uzun saatler süren fanteziler yaşadıklarını ise söylemeyelim.

Yaşlı ressamın uğraşısının kalitesini bilemiyoruz ama resim yapmayı biricik amaç olarak benimsemesini ve yaşantısını düzenleme ve anlamlandırma onurunu sanatta aradığını biliyoruz. Hayatın gizli acımasızlığının katlanılmaz derin sıkıntılarına ve sıradanlığına sıra dışı tutunma, anlam bulma, ve dayanma çabası idi sürekli resim yapmak. Öncesini de sonrasını da düşünmez olurdu resim yaparken.

Kendi dünyasında yaşıyordu ve kapı önündeki hayatla ilgilenmeyi çoktan bırakmıştı. Bu yaşam biçimi çoğuna göre delice ve sırlarla dolu, kimilerine göre ise kendi halinde ve hatta kıymeti bilinememiş olarak adlandırılıyordu. Aslında, ne yaşlı ressam başkalarına kendini tanıtma fırsatını vermiş, ne de mahalleli onun hakkında önyargısız düşünebilmişti.

Yaşlı adamın evinde:

Bu sabah her zamankinden de güçsüz hissediyordu kendisini. Bütün gece gözünü kırpmamıştı. Küçük terasa çıktı bir ara; sonbahar ılığı rüzgârlar yüzünü okşarken düşündüğü şeyi yapıp yapmama konusunda hâlâ kararsızdı. Koltuğa oturup saatlerce gökyüzünün parlak berraklığında uçsuz bucaksız, zevksiz şehir ufkunu seyretti. Çatı yığınların altında uzanan şehir yine sinsi ve sakin görünüyordu. Ağır ağır ayağa kalktı aşağıya baktı; küçük meydanın parke dokusu keskin gölgelerin içinden çıkan insanlarla hoş imgeler oluşturuyordu. Aklından geçeni yapıp yapmamayı bir daha düşündü. Aşağıya bir daha baktı; kararını vermişti, anlaşılmaz birkaç kelime mırıldandı ve sonra terastan içeriye girip hazırlanmaya başladı. Her zaman giydiği gibi yine koyu renk gömleklerinden birini sırtına geçirdi, üstüne başına biraz çeki düzen verdi, omuzlarına kadar uzamış zayıf, açık gri saçlarını geriye doğru eliyle taradı ve güçsüz adımlarla kapıya doğru yöneldi.

Tam çıkacakken kapının yanındaki küçük aynada ister istemez yansımasını gördü; sağlıksız, soluk yüzünde bir daha hiç geri dönmeyecek, kaybolup gitmiş uzun yılları gördü. Başkalaşım geçirmiş de haberi olmamış gibi kendinden uzak, yorgun gözlerle birkaç saniye kendine baktı. Sonra eşikten kararlı adımını attı ve merdivenleri ağı ağır inmeye başladı.

Apartmanın dış kapısından çıktığında, terastan aşağıya bakarken aklında kalan imgeler arasında yürümeye başladı. Geniş sayılabilecek meydanı geçip kıraathaneye gitmekti niyeti. Berber, renkli havlularının yanındaki alçak taburede gazete okumaktayken, "Bu saatte nereye gidiyor böyle!" diye mırıldandı kapıda dinelen çırağına. "Üç aydır görünmüyordu hem de gündüz vakti çıkmış."

Çırak şaşkınlıkla, "Bu o mu?" diye sordu. Hakkında çok şey duyduğu kaçık adamı ilk kez görmekteydi. "Usta, bu adam ne yiyip ne içiyor?"

"On beş günde bir temizlikçi kadın gelir; yiyeceğini içeceğini de getirir. O da pek kimseyle konuşmayan onun gibi tuhaf bir şey işte."

Bu arada yaşlı ressam küçük adımlarla bir hayalet gibi süzülerek meydanı geçmiş kıraathanenin kapısına gelmişti bile. Hiç tereddüt etmeden içeri girdi.

Karanlık, boz bulanık göründü ilk anlarda gözüne her şey. Böylesi yerlere özgü özel bir koku sinmişti mekâna; nem, sigara, ter, çay kokusunun harmanı. Daha loş görünen arka taraflara doğru ilerleyip oldukça yüksekte küçücük bir pencereden giren ışığın sigara dumanıyla oluşturduğu gri-mavimsi sütunun tam içinde durdu. Tam o anda pek az duyulan radyonun sesi kulakları rahatsız eden bir hışırtıyla yükseldi sonra hepten sustu. Üç-dört masaya yayılmış bir düzine adam başlarını çevirip radyonun bu sıra dışı sesinin ardından gelen suskunlukta yaşlı adamın fantastik siluetine dikkat kesildiler ve şaşkınca bakakaldılar.

Yaşlı ressamın sırtı dönüktü, olduğu yerde ağır hareketlerle onlara döndü. Tepeden gelen sert ışık yıpranmış yüz hatlarını ürkünçleştirdi. Işık demetinin ortasındaki bu haleli silüeti oturanlardan bazılarını kaygılandırırken bazılarının da pişkin gülümsemelerine neden oldu. Kısa bir bekleyişin ardından radyodan belli belirsiz piyano sesleri gelmeye başladı. Ressam, radyonun bulunduğu tarafa doğru kafasını çevirmişti ki piyano sesi yükseldi ve aynı iç gıcıklayan tuhaf hışırtısıyla aniden yine sessizliğe gömüldü. Mekân, hangi açıdan bakılırsa bakılsın kontrast siyah-beyaz resmin içinde adeta donmuştu.

Fakat sessizliği yıldırım hızıyla içeriye giren berberin çırağı bozdu: "Usta, iki çay duble olsun!"

Çoğunluk, bu sesin berberin çırağına ait olduğunu bilmesine rağmen yine de kafalarını çevirip bakmadan edemediler. "Hadi ya damağım kurudu," diye sabırsızca bir daha söylendi. Kısa boylu, esmer tenli, iri kulaklı, on dört-on beş yaşlarındaki oğlan bir yandan da elindeki poğaçayı tıkınıyordu kimseye aldırmadan.

"Tamam, patlama getiriyorum," diye karşılık verdi çaycı.

Bu arada yaşlı adam bazı hareketler yapmaya başladı; elini ışık sütununun içine daldırıp çıkarıyor sanki hayali bir şeyleri yakalamaya çalışıyordu. Tekrarlayıp durdu aynı hareketi. Avucunu açtığında ise ışıl ışıl parlayan bir şey tutuyordu elinde. Seyredenler ışık sütunun içinden bir şey yakaladığını zannederek uğuldaştılar. Ahaliden biri de: her zaman derdim ben size bu adam tekin değil diye, 'endamı güzel, kızıl saçlı fahişelere yaptıklarını bilmeyen mi var!" 

Çırak, "Elindeki bir saat, köstekli saat," diye tez canlılıkla atıldı.

"Saat mi?" diye birbirlerine sordu oturanlar.

Yaşlı ressam, "Gel," dercesine bir hareket yaptı çırağın bulunduğu tarafa doğru.

"Beni mi çağırıyorsun amca?" diye kendini işaret etti çırak.

Yaşlı ressam kafasını sallayarak onayladı. Çırak tereddüt etmeden yanına giderek, "Buyur," dedi kayıtsızca.

Bir an sessizlik oldu. Yaşlı ressam çırağın gözlerinin içine bakıyor, onun yüzünü görmeye çalışıyordu.

"Evlat resim yapmayı sever misin?"

Çırak dudağını büktü lokmasını yutarken. "Hiç anlamam valla!"

"Peki, bunu sevdin mi?" diye sordu elindeki saati işaret ederek.

"Sevdim, ne güzel bir şey bu," dedi duraksamadan.

"Bu senin," diyerek saati ona uzattı ve başka hiçbir şey söylemeden ağır ağır oradan uzaklaştı.

Çırak, "Sağol be amca," diye minnetten uzak bir edayla seslendi arkasından. Yüzünde gülümsemeyle karışık şaşkınlığı devam ediyordu. Kısa günün kârının böylesine ilginç ve satınca bol para getirebilecek bir hediye olduğunu düşününce keyfi daha da arttı.

Çırak, göz alıcı, ışıldayan saatin arkasını önünü çevirerek iyice inceledi, kapağını açıp kulağına götürdü; saat tıkır tıkır çalışıyordu. Oturanlar da kalkarak çırağın çevresinde toplaştılar. Sırayla elden ele dolaştırıp saate ilişkin meraklarını tam gideremeden ve olanların manasını çözemeden tekrar çırağa vermek zorunda kaldılar.         

Aradan henüz birkaç gün geçmişti ki yaşlı ressam temizliğe gelen kadın tarafından evinde maalesef ölü bulundu. Başucunda ise üzerinde bir avukatın ismi yazan zarf bulunmaktaydı.

Ertesi günlerde ve haftalarda evin pek çok sivil ve resmi ziyaretçileri oldu. Görevliler özenle paketlenmiş yüzlerce tablo çıkartırlarken mahalleli de olan biteni merakla ve aklı karışmış halde seyrediyordu. Ressama ve tablolarına gösterilen özen seyredenlerin hiç anlam veremedikleri bir durumdu, gazetelerde hatta televizyonda bile ölüm haberi verilmişti.

Çırak bu durumdan kendince anlamlı bir fikir çıkardı: "O halde yaşlı ressamın kendisine verdiği köstekli saat çok daha değerli olabilirdi."

Şehir merkezindeki bütün antikacıları, kuyumcuları dolaştı. Birkaç fırsatçı haricinde hemen hepsi de saatin bir antika olduğunu söylemekten çekinmediler. Bunun üzerine en yüksek fiyatı verene tereddüt etmeden sattı. Eski, hatta kapağının içi çakıyla kazılarak bir isim yazılmaya çalışılmış köstekli saate bu kadar parayı veren dükkân sahibine ise hiç akıl erdiremedi.

Bir ay boyunca kendine dışarıdan köfte ve pizza ısmarladı, parasını bitince de şükranlık duymadan yaşlı ressamı çabucak unuttu.

Aradan iki ay geçmişti. Berber ile çırak müşterinin yokluğunda gevezelik ederlerken içeriye koyu renk takım elbiseli, orta yaşı geçmiş, böylesi bir berber dükkânına yanlışlıkla yolu düşecek, iri yarı, kırmızı yanaklı, şişmanca bir adam girdi.

Berber hemen büyük bir nezaketle gelen adamı karşılayıp, koltuğa buyur ederek hazırlandı ve ince ince tıraşına başladı. Tam suskunluğu bozma anı geldiğini düşünerek bir laf açacaktı ki adamın geçenlerde ölen yaşlı ressamı tanıyıp tanımadığını sorması üzerine hazır lafa konmuş oldu. Soruyla birlikte adama olan ilgisi ve merakı daha arttı elbette.

"Evet, hayır aslında, yalnız yaşayan bir ihtiyardı. Bizim dükkâna hiç uğramazdı, onu tanır mıydınız beyefendi?" diye kibarca sordu.

"Gazetede okumuştum," derken aslında bir avukat olduğunu gizledi.

"Tuhaf adamdı tuhaf!" diye tekrarladı berber bir yandan makasını maharetle şıklatırken. "Çok tablo çıktı evden, nereye götürdüler acaba onları?"

"Şehir müzesine, orada sergilenecekmiş… öyle yazıyordu," dedi.

Çırak atıldı: "Siz antikacı mısınız?"

"Hayır, hayır."

"O tablolar çok mu değerliydi acaba?" diye sordu berber.

"Evet, öyle olmalı," dedi. "Resim uzmanları da çok şaşırmış. Daha önceden yani seneler evvel adını duyanlar varmış ama o zamanlar pek değeri anlaşılamamış. Resimleri, şu günlerde geçerli olan bir akımının öncüsü olarak görülüyormuş, öldüğünden dolayı da tabloları kıymetlenmiş elbet."

"Vay be!" dedi çırak havluyu tutarken. "Bana bir köstekli saat hediye etmişti rahmetli," diye araya girdi fütursuzca, saati satıp gönlünce harcadığını da sırıtarak ekledi.

"Öyle mi?" diye karşıladı avukat. "Hakikaten ilginç bir adammış."

Berber, "Ne resmi yapmış böyle?" diye sırf merakını gidermek için sordu.

"Portreler, çoğunlukla kadın resimleriymiş."

"Yaa!" diye şaşkınlığını gizleyemeyen berber birkaç saniye öylece hareketsiz kaldı.

"Niye şaşırdınız?"

Kaçamak cevap verdi berber, "Şey, mahallelide öyle söylerdi, demek doğruymuş." İşte bu noktada kıraathanede anlatacağı en büyük keşfi gerçekleşmişti. "Vay be, kadın resimleri ha!" diye yine içinden söylendi tıraşa devam ederken. Resimlerin şehir müzesinde sergilenebilecek kıymette olmasından ziyade bir söylence haline gelen ‘kadınlar’ ifadesi heyecanlandırmıştı onu. İşini bitirdikten hemen sonra kıraathaneye koşarak duyduklarını anlatmak şart olmuştu artık.

Avukat, aynadan çırağı gözlüyordu ara sıra. Yaşlı ressamın başucunda bulunan bir zarftan çıkan vasiyetnamedeki o küçük ama önemli notun peşinden gelmişti ta buralara. Şöyle yazmıştı ressam: "30 Haziran 1962 Cumartesi günü 'Deniz Kıraathanesine' gittim ve 'Şen Berber'in çırağına, 'resmi sever misin?'" diye sorduğumda, 'evet' deseydi bütün tablolarımı ona bırakacaktım lâkin o saati tercih etti." En alta da şu notu ilave etmişti: Çırağın sol kulak memesinin altında büyük, koyu renkte bir beni var."

Bu arada çırak ise, "saati daha yüksek fiyata alabilecek bir enayi bulabilir miydim?" diye hayıflanarak iç geçirirken sol kulak memesinin altındaki çirkin benini kaşıyordu.

Avukat, berberin nazik sözleri arasında liste fiyatının üç katı, çırağa da bir tıraş parası kadar bahşiş bıraktı. Çıkarken müzayededen aldığı ve ressamın kendi eliyle ismini kazıdığı kıymetli köstekli saate baktı; yaşlı ressamın yapıtlarından oluşan ve merakla beklenen serginin açılışına az bir zamanın kaldığını gördü. Hemen bir taksi çevirip ulusal müzenin yolunu tuttu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

  BLOG İÇERİĞİ / LIST OF CONTENTS YAZILAR / ARTICLES -UZAKTAN (Deneme) -YAPAY ZEKÂ, PHOTOSHOP, MS WORD… (Makale) -SORULAR (Makale)   - K...