25 Mayıs 2025 Pazar

ALGI VE ANLAMAK

ALGI VE ANLAMAK

Anlamak ya da anlamamak, işte bütün mesele bu !

Anlam, anlatılmak istenen şeyin bağlamlarından çıkan kavramdır. Duyular vasıtasıyla beyine iletilen duyumlar algı verileri olarak bilinçte işlenir ve anlamlanır.

Gördüğünüz ışık, dokunduğunuz nesne, işittiğiniz ses, kokladığınız, tattığınız şey duyusal algılardır. Gündelik duyusal uyarıcıların bilgisi insanların duyu organları ile ulaştığı algılardır.

Zihinsel algı ise düşünme, hatırlama, mantık ilişkisi kurma, akıl yürütme, bilgiyi anlama ve anlamlandırma, öğrenme ve yeni bilgiler üretme sürecidir. Dolayısıyla teknik, bilimsel, felsefi bilgiye ulaşmak zihinsel algı ile mümkündür. Eğer zihinsel algı verileri, bilinçte bağlantılı veya sezgisel çağrışımları yapmaya yetmiyorsa zihin olguları kavrayamaz, analitik düşünemez, üst bilgiye düşünce üretme kabiliyetine dolayısı ile bilimsel, felsefi, yaratıcı, eleştirel bilgiye ve ulaşamaz. Zihin yeni etkiler ve izlenimler edinemez. Üst bilgiye ulaşmak için bilince taşınan algısal verilerin doğru işlenmesi ve anlamını bulması, kavramlaşması gerekir. Zihinsel ve sosyal algıların dış dünyadan içe yansırken nasıl, ne kadar, ne doğrulukta bilinç tarafından işlediği ve zihinde yaratttığı etkinin mahiyeti çok önemlidir. Zira insanın kendisini, çevresini tanımasını, mantığının örüntüsünü, bilgiyi kavrama ve olguları anlamlandırma düzeyini belirler. Algılar kavramlara ve kişinin düşüncelerini geliştirecek sıçramalara evrilmezse durağan, yavan bir zihin, bilgi ve düşünce dünyası ve sonrasında elbette benzer toplum yapısı ortaya çıkar.

Anlamak, zihnin algısal bağlantıları kavrayarak ve nesnel geçerliliği olan bilgi durumuna ulaşmasıdır. İnsan çevresinde olan biteni anlama yeteneğine sahip bir varlıktır ama anlama yeteneği bağlamlarla atılım yapamıyorsa fakir düzeyde kalır. Anlama biçimi ve anlama kabiliyeti anladığınız şeyin özüne, uygunluğuna ve gerçekliğine yaklaşım derecesini belirler.

Bilhassa sezgisel algısı eksik olan insanlar sanat eserleri, sanatçı esinleri, içsel, soyut yaratımları anlamakta güçlük çekerler. Örneğin, klasik müziği algılayamayan biri için Beethoven’ın senfonisi sadece bir gürültüdür, müziği sadece ses olarak duyar, esere sanatsal, müziksel, duygusal anlam ve değer yükleyemezler.

İnsanın kendindeki farkındalık, dış dünyaya karşı geliştireceği yaklaşımları, bilgi edinme, seçme ve yorumlama tavırlarını belirler. Kendine ve dış dünyaya sorduğu her soru farkındalığını artırır, yaklaşımlarını ve deneyimlerini olgunlaştırır. Bilinç nesnel gerçekliğin insandaki yansıtıcısıdır, farkında olmaktır. İnsan içinde yaşadığı dünya ile bağ kurarken algıları işleyerek tecrübe edinir. Tecrübeler bilinci ve bilinç düzeyi de insanın ve düşüncelerinin evrilerek önce kendini tanıması ve sonrada dünya ile ilişkilerini, katılımını ve katkılarını belirler. Bilinç ne düzeyde ve ne kadar başarılı ise dış dünya ile etkileşim de, anlama kabiliyeti de o düzeyde gerçekleşir. Algılar bilinçte duyarlı, genişleyen, artan, merak uyandırıcı tasarımlara dönüşmüyorsa çözümleme ve değerlendirme yeteneği de yeterince gelişemez.

Sınırlı zihinlerde anlama kabiliyeti, bilgi kalitesini etkiler ve nesnel olmayan eğilimlerle beslemeye başlar. Sınırları inançları, gelenekleri, algıları, yönlendiricileri, öğretileri sorgulayabilenler, nesnel gerçekleri görmek isteyenler aşabilir. Yerleşmiş olanı benimseme, devam ettirme, eskiyi sürdürme gibi eğilimleri kabul etmek insan için çok kolaydır, çünkü açıklama gerektirmez. Çaba gerektiren olguları görmezden gelenler ya da anlamlandıramayanlar, akıl yürütemezler, gerçekleri reddetme eğilimine girerler. Aynı zamanda durağan ahlaki, dini düşünce ve öğretilerini de tek ve mutlak kabul edilmesi gereken değerler olarak algılarlar. Bundan dolayı kendileri gibi düşünmeyenleri ve davranmayanları da anlayamazlar, anlamaya yanaşmazlar. Gerçeklerle ve olgularla bağ kuramayan yani anlamayan/anlayamayan insanlar dünyadan bihaber yaşarlar ve bencilleşirler.

Biz çevremizi kendimiz kadar kavrayabiliriz.

Anlamak değişime ve gelişmeye ayak uydurmayı da gerektirir. Bu aynı zamanda kendi zihniyle ve inandıklarıyla çelişmeyi göze almak anlamına da gelir. Çelişmeyi göz ardı etmek karşıtlıkların çatışmasıyla gelişen süreci dışlamak, toplumsal, tarihsel gerçeklere sırt çevirmek, zihinsel kapasiteyi, düşünceyi, yaratıcılığı, ilhamı sınırlandırmak anlamına gelir. Bu durum elbette dogmatik inanç alanını genişletir, yaygınlaştırır. İnsan düşünebiliyorsa ve farkındalığını artırmak istiyorsa çelişmeyi de göze almalıdır.

Doğru algılanan dünya, aşama yapabilen, çelişmeyi devindirici ve geliştirici bir süreç olarak hedefleyen akılcı insanların dünyasıdır. Yanlış algılanan, anlaşılamayan dünya ise kapalı toplumların, gelişmemiş tutum ve davranışların, bilgisizliğin, yobazlığın düzenini oluşturur.


M
T
G
Y
Konuşma fonksiyonu 200 karakter ile sınırlıdır

17 Mayıs 2025 Cumartesi

TEKNOLOJİ YAZISI - 2009

KUTSALLAŞAN TEKNOLOJİ

Yaşamın kalitesine artık bilgisayarların yönettiği makineler, yazılımlar ve oluşturdukları sistemler belirliyor ve karar veriyor. Henüz dünyayı ele geçirmediler ama varlıkları ile her yerdeler.

Teknoloji ve onun getirisi olan makine insanın bir üretimidir. Yaşamını sürdürebilmek, kendini koruyabilmek ile başlayan alet yapımı günümüzde daha karmaşıklaşarak yaşamın tüm evrelerine girmiş, ayrılmaz bir parçası olmuştur. En ilkel ve basit alet ile en karmaşık makine arasında öz bakımından bir ayrılık yoktur; insanın yaşamını sürdürmesine yardımcı olmak, iş ve üretim yapmak, fayda, kolaylık, güvenlik, çabukluk, düzen, verimlilik, rahatlık sağlamak vs… Teknoloji bugünün, yarının, bilimin, insanlığın somut ve kaçınılmaz bir gerçeğidir. İlkelden modern insana kadar dünya ile evren arasında kurduğu bağlantıların, yaşamını sürdürebilmesinin, aklının, merakının ve varoluşunun bir göstergesidir.

20 yıl öncesine kadar bilim-kurgu filmlerinde ancak hayalini kurduğumuz akıllı cep telefonu, günümüzde onsuz düşünülemeyecek, mecburi ve merkezi konumdadır. Aklınıza gelebilecek pekçok araç dijitalleşerek cep telefonunda yeni formlara ve olanaklara dönüştürülmüştür. Teknoloji eski değerleri yeniden şekillendirmiş, yeni değerler (olumlu ya da olumsuz) ve etkileşimler yaratmış, ihtiyaçlar ve olanaklar düzenlenerek uyarlanmış ve işlevselleştilmiştir.

Akıllı cep telefonu vazgeçilmez hatta kutsal* bir konuma yükselmiştir. İki yaşındaki çocuktan yüz yaşındaki bir insana kadar yaş sınırı olmaksızın odaklanılan, faydalanılan, kullanılabilen, hatta nefret edilen bir araçtır. Öyle ki akıllı cep telefonu, kişisel uygulamalardan, bilim, bürokrasi, medya, bilişim, bankacılık, ticaret, eğitim, iletişim, sağlık, alışveriş, eğlence vs. gibi unsurların yönlendiği mecburen sahip olunması gereken, yetki ve görev verilmiş önemli bir araç konumdadır. Tümleşik bir kumanda merkezi gibidir ve artık sistemin ve kişiselliğin tamamlayıcısıdır.

Şimdi, geçmiş ile karşılaştırıldığında bu büyük değişime hayretle bakılmakta, 20 yıl öncesinin cep telefonsuz yaşam şekli tuhaf karşılanabilmektedir. Oysa bu hiç şaşırılacak bir durum değildir. İnsan bulunduğu ortamın değerlerine, çağının gereklerine göre düşünür, alışkanlıklarına göre yaşar. Ürettiği maddi ve manevi veriler ile içinde yaşadığı medeniyetin bir parçası olarak hayatını sürdürür. Kendi çağının verileri, ihtiyaçları, eğilimleri ve gerçekleri ile var olur.

Gereksinme duymadığınız bir makine, eşya, araç, yazılımın yada şeyin hayatımızda şu anda bir yeri ve dolayısı ile de etkisi olmaz, olamaz. Hayatımıza henüz girmemiş, varlığı  ile görev üstlenmemiş, yaşamımızı yönlendirmeyen bir şeyin eksikliğini şayet fütürist değilseniz hissetmezsiniz. Oysa otuz yıl sonra yaşama dahil edilecek belki de vazgeçilemeyecek “şeyin”şu anda toplumsal, yaşamsal anlamda geçerliliği ve kıymeti elbette yoktur.

Akıllı cep telefonu teknolojik adaptasyonun ve bağımlılığın popüler bir göstergedir ve yaşadığımız çağın araçsal, bilgisel, iletişimsel, kültürel değeri olarak insanlığa mal olmuştur.

Evet, bazı değişimler hızlı ve daha önce hiç düşünmediğimiz ölçüde derinlik yaratarak hayatımıza ortak olmuştur.

İnsanoğlu on binlerce yıl önceki avcı-toplayıcı dönemindeki basit araçlardan başlayan, uzayı ve atom altını keşfedene değin geçen süreçte çağları değiştirecek icatlar yapmıştır. Şimdi ise yapay zekâya sahip makineler ve araçlar çağına giriyoruz. Makinelerin kutsallaştırılma çağı çoktan başlamıştır. Makinelerin kendilerini kutsallaştırma ve hakimiyet çağları ise yakındır.

*Kutsal terimini burada “tutkuyla ve aşırı bağlı” anlamında kullandım.

(Bu yazı 2009 yılında yazılmıştır)

6 Mayıs 2025 Salı

KANAL ISTANBUL

KANAL İSTANBUL

Siz hiç sıradan bir vatandaş olarak Finlandiya, Norveç, Japonya, İsveç gibi ülkelerin inşaat faaliyetlerine ve haberlerine ilgi duydunuz mu? Hayır !! Bu ülkelerde yapılan köprüler ve yollar hakkında bir fikriniz var mı ? Yok !! Kendi ülkelerini imar ederek vatandaşlarının daha rahat ve güvenli yaşamalarını sağlıyacak faaliyetler bunlar değil mi? Evet !! Onlar da yollar, köprüler, barajlar yapıyorlarsa kendileri için yapıyorlar. Peki, bu dört ülkenin hayata dair çeşitli istatistikler sıralamasında daima dünyanın en üst sıralarında bulunduğunu biliyorsunuz değil mi? Biliyorsunuz!! Yani bu ülkeler demokrasi, adalet, bilim, özgürlük, ekonomi, eğitim, sanat, refah, gelişmişlik, güven endekslerinde her zaman üst seviyelerdeler, değil mi? Evet !! Ülkemizin böylesi istatistiklerdeki iç karartan seviyesini de biliyorsunuz? Evet !!

İnşaat faaliyetlerini şımarık iç politika malzemesi yaparak dünyaya nam saldıklarını zannetmek/zannettirmek büyük gaflet ! Böyle bir politika süreci ekonomiyi ancak bir süre oyalayabilirdi öyle de oldu. Üstelik “ben bilirim” diyerek yanlışlara yanlışlar katıldı. İktidarın siyasi geleceğini garanti edecek modellerle kalkınma adı altında “aileden” sayılan iş adamlarına uzun süreli ödeme planlarıyla büyük gelir kapısı açılırken (hem de devlet güvencesiyle) halk fakirleşti, hukuk çöktü, demokrasi ötekileştirildi.

Şimdi yine “Kanal İstanbul” gibi ucube bir fikri çıkarcı tayfasına ve cahil itaatkarlara “muhteşem” diye inandırsanız da, aklı başında bir tane bilim insanını yanınızda bulamazsınız, aklı başında hiçbir siyasetçiyi yanınızda bulamazsınız ve aklı başında hiç bir vatandaşı yanınızda bulamazsınız. Çünkü niyetinizin nedenleri ile projenin sonuçlarını analiz edebilen sağduyulu, ahlaklı, adaletli insanlar var karşınızda. Dev bir kentin nüfus yoğunluğunu üstelik su havzası ve tarım alanlarını yok ederek, yeşile ve deprem gerçeğine ihanet ederek artırmak akla ziyan değil midir? Kanal projesinin hiçbir gereksinimi karşılamayacak ve geleceğe ve çok kötü bir miras olacağı besbelli iken nedir bunların niyetleri? Kanal boyundaki nadide arazileri araplara satıp, devasa inşaatlar ile çöken ekonomiyi bir süre daha oyalamak ve tökezleyen iktidar koltuğunun bir ayağından tutmaya devam etmek değil mi? Kanal sadece kanal değil bütünleşik siyasi bir projedir bir o kadar da gereksiz ve abartılıdır. İstanbul’u, ülkeyi hiç önemsemedikleri o kadar aşikar ki. Kibir hastalığı ile muzdaripler ve ne pahasına olursun insanlara, doğaya elbette çocuklara ve geleceğe kıymakta sakınca görmüyorlar. Gözleri kör olmuş ve eko sistemin çökeceğini göremiyorlar, görmemekte de ısrar ediyorlar.

Siz demokrasiyi, adaleti, eğitimi, bilimi, tarımı ve gerçekleri önemsemeden, akılcı davranmadan, ülkeyi içtenlikle sevmeden istediğiniz kadar inşaat yapın bu sizin iktidarınızın gerekliliğini sağlamaz.

Saraylarınızda, ünvanlarınızla, kendinizle ve despotluğunuz ile övünüp, adaletsizliği de baş koltuğa oturtup, itibarı ve iltifatı yerle yeksan ederken, yukarıda bahsi geçen ülkelerin itibarlı olmalarının sırrı ne ola ki diye sormayın?  

 

BLOG İÇERİĞİ / LIST OF CONTENTS

YAZILAR  -SAYGISIZLAR  (Makale 11.06.2025) -KAPALI TOPLUM (Makale 07.06.2025)  -KURNAZLAR VE ZAYIFLAR (Makale 02.06.2025) -ALGI VE ANLAMAK...