ALGI VE ANLAMAK
Anlamak ya da anlamamak, işte bütün mesele bu !
Anlam, anlatılmak istenen şeyin bağlamlarından
çıkan kavramdır. Duyular vasıtasıyla beyine iletilen duyumlar algı verileri
olarak bilinçte işlenir ve anlamlanır.
Gördüğünüz ışık, dokunduğunuz nesne, işittiğiniz
ses, kokladığınız, tattığınız şey duyusal algılardır. Gündelik duyusal uyarıcıların
bilgisi insanların duyu organları ile ulaştığı algılardır.
Zihinsel algı ise düşünme, hatırlama,
mantık ilişkisi kurma, akıl yürütme, bilgiyi anlama ve anlamlandırma, öğrenme
ve yeni bilgiler üretme sürecidir. Dolayısıyla teknik, bilimsel, felsefi
bilgiye ulaşmak zihinsel algı ile mümkündür. Eğer zihinsel algı verileri,
bilinçte bağlantılı veya sezgisel çağrışımları yapmaya yetmiyorsa zihin
olguları kavrayamaz, analitik düşünemez, üst bilgiye düşünce üretme kabiliyetine
dolayısı ile bilimsel, felsefi, yaratıcı, eleştirel bilgiye ve ulaşamaz. Zihin yeni
etkiler ve izlenimler edinemez. Üst bilgiye ulaşmak için bilince taşınan
algısal verilerin doğru işlenmesi ve anlamını bulması, kavramlaşması gerekir. Zihinsel
ve sosyal algıların dış dünyadan içe yansırken nasıl, ne kadar, ne doğrulukta
bilinç tarafından işlediği ve zihinde yaratttığı etkinin mahiyeti çok önemlidir. Zira insanın kendisini,
çevresini tanımasını, mantığının örüntüsünü, bilgiyi kavrama ve olguları anlamlandırma
düzeyini belirler. Algılar kavramlara ve kişinin düşüncelerini geliştirecek sıçramalara
evrilmezse durağan, yavan bir zihin, bilgi ve düşünce dünyası ve sonrasında elbette
benzer toplum yapısı ortaya çıkar.
Anlamak, zihnin algısal bağlantıları
kavrayarak ve nesnel geçerliliği olan bilgi durumuna ulaşmasıdır. İnsan
çevresinde olan biteni anlama yeteneğine sahip bir varlıktır ama anlama
yeteneği bağlamlarla atılım yapamıyorsa fakir düzeyde kalır. Anlama biçimi ve
anlama kabiliyeti anladığınız şeyin özüne, uygunluğuna ve gerçekliğine yaklaşım
derecesini belirler.
Bilhassa sezgisel algısı eksik olan
insanlar sanat eserleri, sanatçı esinleri, içsel, soyut yaratımları anlamakta
güçlük çekerler. Örneğin, klasik müziği algılayamayan biri için Beethoven’ın
senfonisi sadece bir gürültüdür, müziği sadece ses olarak duyar, esere sanatsal,
müziksel, duygusal anlam ve değer yükleyemezler.
İnsanın kendindeki farkındalık, dış
dünyaya karşı geliştireceği yaklaşımları, bilgi edinme, seçme ve yorumlama tavırlarını
belirler. Kendine ve dış dünyaya sorduğu her soru farkındalığını artırır,
yaklaşımlarını ve deneyimlerini olgunlaştırır. Bilinç nesnel gerçekliğin
insandaki yansıtıcısıdır, farkında olmaktır. İnsan içinde yaşadığı dünya ile bağ
kurarken algıları işleyerek tecrübe edinir. Tecrübeler bilinci ve bilinç düzeyi
de insanın ve düşüncelerinin evrilerek önce kendini tanıması ve sonrada dünya
ile ilişkilerini, katılımını ve katkılarını belirler. Bilinç ne düzeyde ve ne kadar
başarılı ise dış dünya ile etkileşim de, anlama kabiliyeti de o düzeyde gerçekleşir.
Algılar bilinçte duyarlı, genişleyen, artan, merak uyandırıcı tasarımlara
dönüşmüyorsa çözümleme ve değerlendirme yeteneği de yeterince gelişemez.
Sınırlı zihinlerde anlama kabiliyeti, bilgi
kalitesini etkiler ve nesnel olmayan eğilimlerle beslemeye başlar. Sınırları inançları,
gelenekleri, algıları, yönlendiricileri, öğretileri sorgulayabilenler, nesnel gerçekleri
görmek isteyenler aşabilir. Yerleşmiş olanı benimseme, devam ettirme, eskiyi
sürdürme gibi eğilimleri kabul etmek insan için çok kolaydır, çünkü açıklama
gerektirmez. Çaba gerektiren olguları görmezden gelenler ya da anlamlandıramayanlar,
akıl yürütemezler, gerçekleri reddetme eğilimine girerler. Aynı zamanda durağan
ahlaki, dini düşünce ve öğretilerini de tek ve mutlak kabul edilmesi gereken
değerler olarak algılarlar. Bundan dolayı kendileri gibi düşünmeyenleri ve davranmayanları
da anlayamazlar, anlamaya yanaşmazlar. Gerçeklerle ve olgularla bağ kuramayan
yani anlamayan/anlayamayan insanlar dünyadan bihaber yaşarlar ve
bencilleşirler.
Biz çevremizi kendimiz kadar
kavrayabiliriz.
Anlamak değişime ve gelişmeye ayak
uydurmayı da gerektirir. Bu aynı zamanda kendi zihniyle ve inandıklarıyla çelişmeyi
göze almak anlamına da gelir. Çelişmeyi göz ardı etmek karşıtlıkların
çatışmasıyla gelişen süreci dışlamak, toplumsal, tarihsel gerçeklere sırt
çevirmek, zihinsel kapasiteyi, düşünceyi, yaratıcılığı, ilhamı sınırlandırmak anlamına
gelir. Bu durum elbette dogmatik inanç alanını genişletir, yaygınlaştırır. İnsan
düşünebiliyorsa ve farkındalığını artırmak istiyorsa çelişmeyi de göze
almalıdır.
Doğru algılanan dünya, aşama yapabilen, çelişmeyi devindirici ve geliştirici bir süreç olarak hedefleyen akılcı insanların dünyasıdır. Yanlış algılanan, anlaşılamayan dünya ise kapalı toplumların, gelişmemiş tutum ve davranışların, bilgisizliğin, yobazlığın düzenini oluşturur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder