SELÇUK BEYİN ÖZLEMİ (ÖYKÜ)
Büyük masasın
etrafına dizilmiş yönetim kurulu üyeleri aşırı bir dikkat ve memnuniyetle
konuşmacıyı dinlemekteyken yönetim kurulu başkanı ve patronları Selçuk Beyin
ortamdan uzak, ilgisiz ruh halini konuşmacının, "kârımızı geçen seneye
göre iki kat artırdık," sözü bile değiştirmedi. Selçuk Bey orada bulunmak
ile bulunmamak arasında kalmış bezgin haliyle dev ekrandan renkli şemaların
geçişini dalgın dalgın öylece seyrediyordu.
"Sayın Başkanım!"
diye temkinle seslenen konuşmacıyı duymayan Selçuk Beyin böylesi halleriyle son
zamanlarda pek sık karşılaşır olmuşlardı. Haftalık toplantılarda sık sık dalıp
gidiyordu ama şirketin yılsonu toplantısında, hele de önemli kararların
alındığı, yeni yatırımların planlandığı, kârlılığın açıklandığı böylesi bir
toplantıya bile ilgisiz kalmasını da yadırgamadan edememişlerdi. "Başkanım!"
diye daha yüksekçe tekrarladı konuşmacı.
"Ha evet… Güzel,
güzel." diyebildi. "Toplantı bitti mi?" diyerek kendini
toparladı ve ayağa kalkarak pencereye doğru gitti. Masanın çevresindekiler
bakışarak bu durumu garipsediklerini bir kez daha sessizce birbirleriyle
paylaştılar. "Beyler, yakında size önemli bir kararımı bildireceğim,"
dedi.
Son günlerdeki
değişikliklerin nedenini ‘önemli’ dediği bu kararla mı açıklayacaktı yoksa?
Biri, "Nasıl bir karardan bahsediyorsunuz?" diye sordu.
"Önümüzdeki
toplantıda açıklayacağım."
"Merakta bırakıyorsunuz bizi," diye karşılık verdi adam. İş ve yatırımla ilgili bir karar ise çok sevinecekleri belliydi. Selçuk Beyin bu kısa açıklamalar sırasındaki canlılığını ve kararlılığını ise gözden kaçırmışlardı.
Akşam malikânesine
döndüğünde toplantının sonlarında yakaladığı enerjisini karısı ve oğlu da fark
etti. Yemek masasına oturduklarında, oğlu: "Yılsonu toplantınız iyi geçti
anlaşılan," dedi gülümseyerek.
"Evet, yeni
kararlar alacağız, onun heyecanı içerisindeyim," dedi ama kararların ne
olduğu konusunda hiçbir ayrıntıya girmedi, zira dev holdingde her gün onlarca
karar alınıyordu ve hiçbiri de ev halkını doğrudan ilgilendirmiyordu.
"Bu heyecanın çok hoş," diye araya giren karısının gözü ister istemez yemeğe oturduklarından beri kocasının buruşturup durmakta olduğu peçetedeydi. Çünkü kocası, peçetelerin asla buruşturulmadan, özenle kullanılması gerektiğini çok iyi bilmekteydi ve peçeteler evdeki titiz kuralların uygulanması sırasında mesele olmaktan epey zaman önce çıkmıştı. Uzun yıllardır çok hassas davranan kocasının bugün niçin böyle kuraldışı davrandığına anlam veremese de kafasındaki soru işaretleri nahoş bir rahatsızlığa çoktan neden olmuştu. Kadın yediği yemekten hiç tat alamadı ve hisleri sanki bir şeylerin yolunda gitmediğini söylüyor gibiydi.
Selçuk Bey yatakta
elleri başının arkasında uzanmışken nedense uzun zamandır böyle huzurlu
görünmemişti. Karısı onun bu rahatlığı karşısında kuşkuyla sordu, "Ne
oluyor Selçuk?"
Bir süre sessizce
beklendi, "nasıl ne oluyor?"
"Sendeki bu
değişimi soruyorum."
"İş heyecanı."
"İş heyecanı mı,
güldürme beni." Sorgulayıcı ifadesi gözden kaçmadı. "İşinin seni uzun
zamandır heyecanlandırmadığını biliyorum."
Selçuk Bey, karısının
takıntıları yüzünden sık sık kavga ettikleri dönemler artık çok gerilerde kalsa
da, sinsi bir anlaşmazlığın rahatsız edici atmosferi ile yıllar yılı birlikte yaşamak
zorunda kalmıştı. Kadının düzen ve simetri hastalığı yüzünden evin içerisi de,
dışarısı da akıl almaz kurallar ve düzenlemelerle doluydu. Selçuk Bey yıllardır
süregelen bu sağlıksız durumu yine de hassas huylar olarak kabul ediyor, ses
çıkarmıyor, kısıtlamalara ve sıkıcı kurallara kendisinin de nedenini tam
bilemediği çok büyük bir sabırla katlanıyordu.
Bu akşam yemek
yerlerken peçeteye ağzını silme biçiminden, ellerini yıkadıktan sonra
kuruladığı havluyu düzeltmemesinden, çıkardığı elbiseyi asmamasından karısı çok
anlamlar çıkarmıştı. Evet, kesinlikle yolunda gitmeyen şeyler vardı.
"Öyle tabii,
keyif aldığım söylenemez," dedi Selçuk Bey.
"Neden
konuşmuyorsun benimle," diye çıkıştı kadın.
"Deminden beri
ne yaptığımızı sanıyorsun."
"Elbiseni
asmamışsın."
"Biliyorum
biliyorum…" dedi kayıtsızca.
"O halde sorun
ne?"
"Sorun mu? Ne
demeye çalışıyorsun anlamadım?"
"Başka bir kadın
mı?"
"Saçmalama,"
dedi ve bir süre bekledi. "Zannettiğin gibi değil," diye kafasını iki
yana sallarken, "yalnızca içimden geldiği gibi davranıyorum," dedi.
"Yaşantımıza
artık alıştığını sanıyordum."
"Ben de öyle
sanıyordum, kurallarının dışına çıktığım için özür dilerim," dedi sakince.
"Ne yani
değişebileceğini, değiştiğini mi imâ ediyorsun?" diye telaşla sordu.
"Hayır, ima
etmiyorum. Bundan sonra kendi isteklerimi de önemseyeceğimi de söylüyorum"
"Nasıl yani?" diye sesini yükselterek, şaşkınlıkla sorduğunda Selçuk Bey sırtını dönmüştü bile.
Ertesi hafta
holdingin toplantı odasında Selçuk Bey orada bulunanların da dikkatini çekecek
kadar neşeli görünüyordu ve büyük bir keyif içerisinde konuşmasına başladı: "Hepinizi
merak içinde bıraktığımı biliyorum ama yılsonu gibi önemli bir toplantı da
açıklamayı uygun görmedim. Şimdi açıklıyorum: Beyler, ben işi bırakıyorum,
oğlum devam edecek."
Oturanlar, "Nereden
çıktı bu," diyerek afalladılar. "Selçuk Bey," dedi birisi, "Her
şey şirketlerimiz açısından mükemmel gidiyor, yıllardır birlikte uyum içinde
çalışıyoruz, üstelik de işi bırakmak için daha genç sayılırsınız… Bu kararı
almanıza sebep ne olabilir?"
"Size bir
açıklama borçluyum ama şu kadarını söyleyeceğim: Ömrüm boyunca yapmak istediğim
bir şeyle artık uğraşacağım artık."
"Nasıl yani, ne ile
yeni bir şirket, farklı bir iş mi?" diye karşılık verdi.
"Keyif aldığım,
alacağım bir şey. Evet, yeni bir iş."
Masadakiler pürdikkat Selçuk Beyin ağzından çıkacak ilave kelimeleri beklediler ama açıklamayı yeterli sayarak onlardan esirgedi. "Bu kadar, hepinize teşekkür ederim," dedi ve o salondan, o binadan bir daha geri dönmemek üzere ayrıldı.
Akşam geniş malikâne
bahçesinin giriş kapısında arabadan inerek yürümeye başladı. Karısı ikinci
kattaki balkondan kocasının çimlere umursamadan basarak bahçeyi baştan sona kat
ederek geldiğini hayretle ve öfkeyle gördü.
Avaz avaz bağırıyor,
eliyle de işaret ediyordu kadın: "Çimlere basma, yoldan yürü!"
Selçuk Bey hiç oralı
olmadan yürürken kadın bağırmaya devam ediyor, "duymuyorum," diye de
karısını kızdıracak, umursamaz hareketlerde bulunuyordu.
Kadın telaşla koşa
koşa büyük malikânenin beyaz merdivenlerinden aşağıya çarçabuk inmişti bile.
Yerinde zıplayarak kocasının ağır adımlarla yaklaşmasını bekledi. Öfkeyle adamı
tersleyerek: "Ne yaptığını sanıyorsun, beni çok geriyorsun!"
Ciddi bir ifadeyle, "Yürüyorum,"
cevabını verdi.
"Sen beni
çıldırtmak mı istiyorsun? Bahçedeki serçeler bile o çimlere basılmayacağını
öğrendi!"
Selçuk Bey daha fazla
cevap verme gereğini duymadı. Çalışma odasına kapanıp iki saat sonra yemeğe
indi. Döke saça yemeğini yedikten sonra ağzını bir güzel dantelli peçeteye
sildi ve "Bugün yönetim kurulu başkanlığından istifa ettim. Yeni başkan
oğlum olacaktır," dedi sakin ve kararlı bir tavırla.
"Nee!.."
diye bir ses çıkardı kadın.
Selçuk Bey o akşamı ve gecesini karısının birçok müdahale ve mücadele isteğine rağmen hiçbir şeye aldırış etmeden geçirdi.
Birkaç günün
ertesinde Selçuk Bey yeni düzenini oturtmaya ve durumu anlamaya, alışmaya
çalışarak geçirdi. Sabah erkenden evden çıkıyor, akşam geç saatlerde yorgun
argın ama mutlu ve huzurlu olarak eve dönüyordu. Zamanının büyük bir kısmı
şehrin sokaklarında dolaşarak geçiriyor, hoşlandığı, yıllardır özlem duyduğu
işi yapıyordu. Sonraki birkaç hafta da hemen hemen benzer şekilde geçmişti.
Eski Selçuk Bey
gitmiş yerine başkası gelmişti. Karısı gergin geçen haftaların ardından
dayanamayıp yine sordu: "Sen ne yapıyorsun, nerelere gidiyorsun?
Elbiselerin leş gibi kokuyor, hiç kullanmadığın kadar türlü parfümler sürünüp
duruyorsun. Ne halt ediyorsun, neler gizliyorsun?"
Sakince, "Tatlım ben memnunum," dedi
karısını kahreden bir sakinlikle.
"Sen normal
değilsin?" diye bağırıp kısa bir düşünce arası verdi; ne söylemesi, nasıl
davranması gerektiğini düşündü ve sonra, "Peki senden ayrılıyorum, sokaklarda
sürten pis pasaklı bir adamla bir dakika daha kalamam! Ha, bu malikâneyi
istiyorum, ayrıca yüklü bir tazminatta tabii ki!"
Sakince, "tabii..." dedi yalnızca.
O günden sonra Selçuk
Bey malikânesini terk ederek eski, kocaman bir hangarda yaşamaya başladı.
Hangarın bir köşesine geniş odalar, odacıklar, dolaplar, raflar yaptırdı. Onun
hayatta tek bir amacı vardı artık, çöpleri karıştırmak ve çöpten topladığı
eşyaları istiflemek.
Her sabah sokaklara
derin bir coşku ve dayanılmaz istek ve hevesle çıktı. İnsanın yaptığı,
uğraştığı işten, hayattan keyif almasının mümkün olduğunu görmek onu sonsuz
enerji ve yaşama isteği veriyordu artık.
Odalarını çöplerden
bulduğu ve beğendiği eşyalarla donattı. Şehrin neresinde ne tür çeşitte ve
zenginlikte çöp olduğunu kısa zamanda öğrenmişti bile. Öğleden önce kendisi
sokakları dolaşıyor, öğleden sonra da sonraları ise bir kamyon kuru çöp satın
alıyor bu sefer de onları kendi hangarında karıştırmaya başlıyordu.
Servetini bile bu
uğurda kullandı ve hiç sakınmadı. Yeni özel şoförlü kamyonlar, hangarlar aldı.
Hatta bununla da kalmadı özel bir jet uçağı ile dev bir kargo uçağı satın aldı;
başka şehirlerin hatta dünyanın herhangi yerindeki çöpleri hangarlarına bu
sayede kolayca taşıyabilecekti.
Yorumlar
Yorum Gönder