21 Ocak 2023 Cumartesi

         SELÇUK BEYİN ÖZLEMİ (ÖYKÜ)

Büyük masasın etrafına dizilmiş yönetim kurulu üyeleri aşırı bir dikkat ve memnuniyetle konuşmacıyı dinlemekteyken yönetim kurulu başkanı ve patronları Selçuk Beyin ortamdan uzak, ilgisiz ruh halini konuşmacının, "kârımızı geçen seneye göre iki kat artırdık," sözü bile değiştirmedi. Selçuk Bey orada bulunmak ile bulunmamak arasında kalmış bezgin haliyle dev ekrandan renkli şemaların geçişini dalgın dalgın öylece seyrediyordu.

"Sayın Başkanım!" diye temkinle seslenen konuşmacıyı duymayan Selçuk Beyin böylesi halleriyle son zamanlarda pek sık karşılaşır olmuşlardı. Haftalık toplantılarda sık sık dalıp gidiyordu ama şirketin yılsonu toplantısında, hele de önemli kararların alındığı, yeni yatırımların planlandığı, kârlılığın açıklandığı böylesi bir toplantıya bile ilgisiz kalmasını da yadırgamadan edememişlerdi. "Başkanım!" diye daha yüksekçe tekrarladı konuşmacı.

"Ha evet… Güzel, güzel." diyebildi. "Toplantı bitti mi?" diyerek kendini toparladı ve ayağa kalkarak pencereye doğru gitti. Masanın çevresindekiler bakışarak bu durumu garipsediklerini bir kez daha sessizce birbirleriyle paylaştılar. "Beyler, yakında size önemli bir kararımı bildireceğim," dedi.

Son günlerdeki değişikliklerin nedenini ‘önemli’ dediği bu kararla mı açıklayacaktı yoksa? Biri, "Nasıl bir karardan bahsediyorsunuz?" diye sordu.

"Önümüzdeki toplantıda açıklayacağım."

"Merakta bırakıyorsunuz bizi," diye karşılık verdi adam. İş ve yatırımla ilgili bir karar ise çok sevinecekleri belliydi. Selçuk Beyin bu kısa açıklamalar sırasındaki canlılığını ve kararlılığını ise gözden kaçırmışlardı.

Akşam malikânesine döndüğünde toplantının sonlarında yakaladığı enerjisini karısı ve oğlu da fark etti. Yemek masasına oturduklarında, oğlu: "Yılsonu toplantınız iyi geçti anlaşılan," dedi gülümseyerek.

"Evet, yeni kararlar alacağız, onun heyecanı içerisindeyim," dedi ama kararların ne olduğu konusunda hiçbir ayrıntıya girmedi, zira dev holdingde her gün onlarca karar alınıyordu ve hiçbiri de ev halkını doğrudan ilgilendirmiyordu.

"Bu heyecanın çok hoş," diye araya giren karısının gözü ister istemez yemeğe oturduklarından beri kocasının buruşturup durmakta olduğu peçetedeydi. Çünkü kocası, peçetelerin asla buruşturulmadan, özenle kullanılması gerektiğini çok iyi bilmekteydi ve peçeteler evdeki titiz kuralların uygulanması sırasında mesele olmaktan epey zaman önce çıkmıştı. Uzun yıllardır çok hassas davranan kocasının bugün niçin böyle kuraldışı davrandığına anlam veremese de kafasındaki soru işaretleri nahoş bir rahatsızlığa çoktan neden olmuştu. Kadın yediği yemekten hiç tat alamadı ve hisleri sanki bir şeylerin yolunda gitmediğini söylüyor gibiydi. 

Selçuk Bey yatakta elleri başının arkasında uzanmışken nedense uzun zamandır böyle huzurlu görünmemişti. Karısı onun bu rahatlığı karşısında kuşkuyla sordu, "Ne oluyor Selçuk?"

Bir süre sessizce beklendi, "nasıl ne oluyor?"

"Sendeki bu değişimi soruyorum."

"İş heyecanı."

"İş heyecanı mı, güldürme beni." Sorgulayıcı ifadesi gözden kaçmadı. "İşinin seni uzun zamandır heyecanlandırmadığını biliyorum."

Selçuk Bey, karısının takıntıları yüzünden sık sık kavga ettikleri dönemler artık çok gerilerde kalsa da, sinsi bir anlaşmazlığın rahatsız edici atmosferi ile yıllar yılı birlikte yaşamak zorunda kalmıştı. Kadının düzen ve simetri hastalığı yüzünden evin içerisi de, dışarısı da akıl almaz kurallar ve düzenlemelerle doluydu. Selçuk Bey yıllardır süregelen bu sağlıksız durumu yine de hassas huylar olarak kabul ediyor, ses çıkarmıyor, kısıtlamalara ve sıkıcı kurallara kendisinin de nedenini tam bilemediği çok büyük bir sabırla katlanıyordu.

Bu akşam yemek yerlerken peçeteye ağzını silme biçiminden, ellerini yıkadıktan sonra kuruladığı havluyu düzeltmemesinden, çıkardığı elbiseyi asmamasından karısı çok anlamlar çıkarmıştı. Evet, kesinlikle yolunda gitmeyen şeyler vardı.

"Öyle tabii, keyif aldığım söylenemez," dedi Selçuk Bey.

"Neden konuşmuyorsun benimle," diye çıkıştı kadın.

"Deminden beri ne yaptığımızı sanıyorsun."

"Elbiseni asmamışsın."

"Biliyorum biliyorum…" dedi kayıtsızca.

"O halde sorun ne?"

"Sorun mu? Ne demeye çalışıyorsun anlamadım?"

"Başka bir kadın mı?"

"Saçmalama," dedi ve bir süre bekledi. "Zannettiğin gibi değil," diye kafasını iki yana sallarken, "yalnızca içimden geldiği gibi davranıyorum," dedi.

"Yaşantımıza artık alıştığını sanıyordum."

"Ben de öyle sanıyordum, kurallarının dışına çıktığım için özür dilerim," dedi sakince.

"Ne yani değişebileceğini, değiştiğini mi imâ ediyorsun?" diye telaşla sordu.

"Hayır, ima etmiyorum. Bundan sonra kendi isteklerimi de önemseyeceğimi de söylüyorum"

"Nasıl yani?" diye sesini yükselterek, şaşkınlıkla sorduğunda Selçuk Bey sırtını dönmüştü bile. 

Ertesi hafta holdingin toplantı odasında Selçuk Bey orada bulunanların da dikkatini çekecek kadar neşeli görünüyordu ve büyük bir keyif içerisinde konuşmasına başladı: "Hepinizi merak içinde bıraktığımı biliyorum ama yılsonu gibi önemli bir toplantı da açıklamayı uygun görmedim. Şimdi açıklıyorum: Beyler, ben işi bırakıyorum, oğlum devam edecek."

Oturanlar, "Nereden çıktı bu," diyerek afalladılar. "Selçuk Bey," dedi birisi, "Her şey şirketlerimiz açısından mükemmel gidiyor, yıllardır birlikte uyum içinde çalışıyoruz, üstelik de işi bırakmak için daha genç sayılırsınız… Bu kararı almanıza sebep ne olabilir?"

"Size bir açıklama borçluyum ama şu kadarını söyleyeceğim: Ömrüm boyunca yapmak istediğim bir şeyle artık uğraşacağım artık."

"Nasıl yani, ne ile yeni bir şirket, farklı bir iş mi?" diye karşılık verdi.

"Keyif aldığım, alacağım bir şey. Evet, yeni bir iş."

Masadakiler pürdikkat Selçuk Beyin ağzından çıkacak ilave kelimeleri beklediler ama açıklamayı yeterli sayarak onlardan esirgedi. "Bu kadar, hepinize teşekkür ederim," dedi ve o salondan, o binadan bir daha geri dönmemek üzere ayrıldı. 

Akşam geniş malikâne bahçesinin giriş kapısında arabadan inerek yürümeye başladı. Karısı ikinci kattaki balkondan kocasının çimlere umursamadan basarak bahçeyi baştan sona kat ederek geldiğini hayretle ve öfkeyle gördü.

Avaz avaz bağırıyor, eliyle de işaret ediyordu kadın: "Çimlere basma, yoldan yürü!"

Selçuk Bey hiç oralı olmadan yürürken kadın bağırmaya devam ediyor, "duymuyorum," diye de karısını kızdıracak, umursamaz hareketlerde bulunuyordu.

Kadın telaşla koşa koşa büyük malikânenin beyaz merdivenlerinden aşağıya çarçabuk inmişti bile. Yerinde zıplayarak kocasının ağır adımlarla yaklaşmasını bekledi. Öfkeyle adamı tersleyerek: "Ne yaptığını sanıyorsun, beni çok geriyorsun!"

Ciddi bir ifadeyle, "Yürüyorum," cevabını verdi.

"Sen beni çıldırtmak mı istiyorsun? Bahçedeki serçeler bile o çimlere basılmayacağını öğrendi!"

Selçuk Bey daha fazla cevap verme gereğini duymadı. Çalışma odasına kapanıp iki saat sonra yemeğe indi. Döke saça yemeğini yedikten sonra ağzını bir güzel dantelli peçeteye sildi ve "Bugün yönetim kurulu başkanlığından istifa ettim. Yeni başkan oğlum olacaktır," dedi sakin ve kararlı bir tavırla.

"Nee!.." diye bir ses çıkardı kadın.

Selçuk Bey o akşamı ve gecesini karısının birçok müdahale ve mücadele isteğine rağmen hiçbir şeye aldırış etmeden geçirdi.

Birkaç günün ertesinde Selçuk Bey yeni düzenini oturtmaya ve durumu anlamaya, alışmaya çalışarak geçirdi. Sabah erkenden evden çıkıyor, akşam geç saatlerde yorgun argın ama mutlu ve huzurlu olarak eve dönüyordu. Zamanının büyük bir kısmı şehrin sokaklarında dolaşarak geçiriyor, hoşlandığı, yıllardır özlem duyduğu işi yapıyordu. Sonraki birkaç hafta da hemen hemen benzer şekilde geçmişti.

Eski Selçuk Bey gitmiş yerine başkası gelmişti. Karısı gergin geçen haftaların ardından dayanamayıp yine sordu: "Sen ne yapıyorsun, nerelere gidiyorsun? Elbiselerin leş gibi kokuyor, hiç kullanmadığın kadar türlü parfümler sürünüp duruyorsun. Ne halt ediyorsun, neler gizliyorsun?"

 Sakince, "Tatlım ben memnunum," dedi karısını kahreden bir sakinlikle.

"Sen normal değilsin?" diye bağırıp kısa bir düşünce arası verdi; ne söylemesi, nasıl davranması gerektiğini düşündü ve sonra, "Peki senden ayrılıyorum, sokaklarda sürten pis pasaklı bir adamla bir dakika daha kalamam! Ha, bu malikâneyi istiyorum, ayrıca yüklü bir tazminatta tabii ki!"

Sakince, "tabii..." dedi yalnızca. 

O günden sonra Selçuk Bey malikânesini terk ederek eski, kocaman bir hangarda yaşamaya başladı. Hangarın bir köşesine geniş odalar, odacıklar, dolaplar, raflar yaptırdı. Onun hayatta tek bir amacı vardı artık, çöpleri karıştırmak ve çöpten topladığı eşyaları istiflemek. 

Her sabah sokaklara derin bir coşku ve dayanılmaz istek ve hevesle çıktı. İnsanın yaptığı, uğraştığı işten, hayattan keyif almasının mümkün olduğunu görmek onu sonsuz enerji ve yaşama isteği veriyordu artık.

Odalarını çöplerden bulduğu ve beğendiği eşyalarla donattı. Şehrin neresinde ne tür çeşitte ve zenginlikte çöp olduğunu kısa zamanda öğrenmişti bile. Öğleden önce kendisi sokakları dolaşıyor, öğleden sonra da sonraları ise bir kamyon kuru çöp satın alıyor bu sefer de onları kendi hangarında karıştırmaya başlıyordu.

Servetini bile bu uğurda kullandı ve hiç sakınmadı. Yeni özel şoförlü kamyonlar, hangarlar aldı. Hatta bununla da kalmadı özel bir jet uçağı ile dev bir kargo uçağı satın aldı; başka şehirlerin hatta dünyanın herhangi yerindeki çöpleri hangarlarına bu sayede kolayca taşıyabilecekti.

        Selçuk Bey artık içinden geldiği gibi davrandı ve yaşadı, yaptığı işten de çok keyif almaktaydı ve mutluydu. İlk defa bireysel çalışmanın ve emeği karşısında bir şeyler elde etmenin keyfini yaşıyordu. Ülkenin önemli iş adamlarından biri olmasına, onca servetine, sınırsız olanaklarına ve elit şirketlerine rağmen hep bu kişisel başarı, özgürlük ve özgünlük duygusunu yaşamayı arzulamıştı ta çocukluğundan beri. İşte şimdi hayatının bir anlamı olduğunu düşünüyor ve hayata farklı bir gözle bakıyordu. Dünyanın en büyük çöp evi kendisinindi ve her an her köşesini gururla seyrediyordu çünkü o çöpten eşyaları kendisi toplamıştı. Ömrünü, düzen hastası bir kadınla geçirdiği için de kendisine kızmadan edemiyordu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

  BLOG İÇERİĞİ / LIST OF CONTENTS YAZILAR / ARTICLES -UZAKTAN (Deneme) -YAPAY ZEKÂ, PHOTOSHOP, MS WORD… (Makale) -SORULAR (Makale)   - K...