SUSAMAK 14:42
Cebimdeki son kuruşa
mal olsa da sonunda istediğim şeye sahip olmuştum. Saatçiden çıkarken koluma
saat değil de kanat takmış gibiydim. Havanın dayanılmaz sıcaklığı bile
kendisimi harika hissetmeme engel olamazdı. Otobüs durağında ceplerimi
yoklarken elime dolanan bir bilet ile işe yaramayacak birkaç bozukluğun sesi
bile bana eğlenceli gelmişti. Neyse ki uzun bir yolculuk olsa da eve tek
biletle gitme şansına sahiptim. Otobüse adımımı attığımda sanki biraz da
susamış gibiydim.
Belediye otobüslerine
kalabalık olmayan bu saatlerde binmek ne kadar keyifliydi; koltukların yarıya
yakını boştu. En arka sıraya geçerek oturdum. Dizlerimin üzerindeki kitapları
kaymaması için dirseklerimle bastırırken bir yandan da saatimin kitapçığını
inceliyordum; bilmediğim yeni fonksiyonlarını keşfetme fırsatını buldum. Bu
saate sahip olma isteğinin hayatımın son zamanlardaki en sıra dışı kararı
olduğunu düşünüyordum. Öğrenci harçlığıyla azar azar para biriktirerek ve
sonunda satın almayı başarabilmiştim.
Otobüse ara
duraklardan binenlerden biri yanıma oturmuştu. Cep telefonu ile konuşmasına hiç
ara vermeden koltuğa yerleşirken bile görgüsüz ve rahatsız edici bir tarzı
vardı. Ben ona aldırış etmeden kitapçık ile ilgilenmeye devam ettim.
Yutkunurken susama hissimin biraz daha belirginleştiğini hissettim, henüz
otobüse bineli yedi-sekiz dakika olmuştu ve daha eve varmama da çok vardı. "Keşke
saatçinin soğuk bir şeyler içme teklifini reddetmesiydim," diye
hayıflanmadan edemedim. Aslında susadığımı ta o zaman hissetmeye başlamıştım
ama saati almanın heyecanı ve cebimdeki son kuruşa değin pazarlık yapmanın
telaşıyla bu doğal ihtiyacımı ertelemiştim. Hayıflanıp dursam da suya olan
ihtiyacım henüz pişmanlık safhasında değildi. Çünkü şu anlar biraz sıkıntılı da
geçse bir saat sonrasında hatırlamayacaktım bile; iki bardak soğuk su içip bir
şeyler atıştıracak sonra biraz ders çalışacak ve çoğu sıradan durum gibi gün
içerisinde kaybolup gidecekti.
Saatime bir daha
baktım. Parlak camdan yansıyan güneş bir ok gibi gözüme çakıldı. O an
inanamasam da tek bir kelime ile aydınlandı. "Susadım!" Hâlbuki daha
birkaç saniye önce bunun katlanılabilirliği konusunda kendime telkinin işe
yaramaktan da öte hiç önemsenmeyecek bir süreç olacağını düşünmekteydim. Şimdi
ise yutkunmaya çalışırken boşuna endişeleneceğimden artık emin değildim.
Boğazıma bir şeyler takılıyor, kuruluğu nefesimi kesmeye başlıyordu.
Yoğun bir saat
olmadığı için ara duraklardan otobüse binen de, inen de azdı. Terleyen ellerimi
üflerken yolcular arasına iki genç kız da dâhil olmuştu. İçlerinden biri
bulunduğum sıkıntılı durumu unutmama sebep oldu. Ortadaki geniş koridor
boşluğunda durmakta ve ara sıra birbirleriyle konuşmaktaydılar. Her geçen
saniye sonunda kızın varlığından etkilendiğimi fark ettim.
Yine yutkundum ama bu
defa dilim damağıma yapışmış, sıkıntım azalmamış daha da artmıştı. Saatime bu
kez zamanı öğrenmek için baktım.
Siyah saçlı kız ilk
bakışta insanı etkilemeyen ama odaklandıkça bir şeyler keşfetmeye ve görmeye
başladığım bir çekiciliğe sahipti. Güzel değildi ama çirkin hiç değildi; gür
siyah saçlarını özenle toplamıştı; canlı bir teni, çok düzgün diri bir vücudu
vardı. Orta boylu ve iyi giyimliydi. Yanındaki sarışın kız ise göründüğü gibi tereddütsüz
çok güzel denilebilecek bir yüze sahipti, soluk bir teni vardı ve diğer kıza
göre daha kısa boyluydu. Güzelliğine rağmen görmeyi umduğum kibrin eseri yoktu
yüzünde.
Siyah saçlı kız
yüzünü pencereden gelen esintinin ferahlığına bırakmış, o yöne çevirmişti. O an
hissettiği ferahlık ve rahatlama duygusunu gizli tebessümünde görüyordum. Bu
arada yanımda oturmakta olan adam bana dönerek bulunduğumuz noktayı
telefondakine söylemek üzere sordu: "Mavipınar" dedim. "Pınar"
kelimesinin çağrışımları beni biraz ürküttü.
Tahsildar tipli bir
genç kızların yakınında bir yerde durmuştu. Yürümekten artık ezim ezim ezilmiş
ama parlak bir boya ile tüm kusurlarını gizlediğini zannettiği ayakkabıları ve
ince top sakalı, özensiz takım elbisesi ile tam bir tahsildar asaleti vardı.
Kızların arka tarafa doğru ilerlemelerine onun rahatsız eden bakışları sebep
olmuştu ve şimdi kızlar daha da yakınıma gelmişlerdi. Saatime bir daha baktım
ama bu bakışın o anların heyecanını geçiştirmekten öteye bir amacı yoktu.
Aniden böylesi hoş
anı hiçe sayan tanıdık bir irkilmeyi yeniden duydum. Vücudum sürekli uyarı
konumuna geçiyordu artık: Su… Su... Yetmezmiş gibi bir yandan da terlemeye
devam etmekteydim; tişörtümün yakası cımcılıktı, dizlerimdeki ter ise pantolondan
görünür olmuştu artık. Otoyola giriş yaptığımızda daha da endişelendim çünkü
inmek istesem de inemeyecektim; on dakika boyunca hiç durmaksızın otoyoldaydık.
"Dayanmalıyım"
diye kendi kendimle mücadeleme devam etmekteyken bir an siyah saçlı kız ile göz
göze geldim. O da, ben de gözlerimizi derhal kaçırdık.
Sessizce aynı ortamı
paylaşmak zorunda kalan ama birbirlerini tanımayan insanlar bazen kendilerini
çok güçlü özelliklere sahip ama gizleyen, bazen de tam aksine beceriksizliğinin
üzerinde oturan biri olarak düşünür. Şimdi ben hangisiydim?
Yine göz göze gelecek
miydik diye düşünürken bir kez daha göz göze geldik. İlgi mi, tesadüf müydü?
Bu hoş an bir
çelişkiyi de ortaya çıkardı. Yolculuğun bir yandan hemen bitmesini isterken
diğer yandan da hiç bitmemesinin ikilemini yaşamaya başladım. "Hayatta pek
ender değil midir böylesi âşık olunası insanlarla karşılaşmak," diye
düşünürken bunun bencil ve abartılı bir kuruntu olup olmadığını sorguladım.
İnsan başkaları hakkında ne kadar da rahat fikirler yürütüyor, kolayca
hayallerine dâhil ediyor, imgeleriyle nasıl eğleniyordu; bencilce, kurnazca ama
pek nadir olarak da naif ve içtenlikle.
Dakikalar… Hem
çarçabuk geçiyor hem de yolculuk bir türlü bitmiyordu.
Sarışın kız çantasına
bakındı ve buğusu üzerinde küçük bir şişe su çıkardı. Bu da şu ana uygun
olmayan ama başa gelebilecek durumlardan yalnızca biriydi. Narin parmaklarıyla
kavradığı şişeyi ağzına götürdü. Su onun dudaklarına çok yakın bana ise çok çok
uzakta idi. Hafifçe yana dönerek sanki karşısında çok susamış bir insan varmış da
heveslendirmek istemiyormuş gibi davrandığını zannettim önce ama kâkülünü
pencereden gelen rüzgârda düzeltmek için yaptığını sonradan farkına vardım.
Profilden bakınca daha alımlı hatta etkileyici göründüğünü söyleyebilirim.
Yandan görünüşünde daha önce farkemediğim gözkapaklarındaki gizli hüznü de yakalamış
oldum.
Onu izlerken kendim
içmiş gibi rahatlayacağımı düşündüm ama kahrolası yutkunma isteği yine geldi.
Susuzluğa henüz boyun eğmemiştim ama vücudumdaki her hücre bu direnişin
çaresizliğini belli ediyor gibi eza veriyordu.
Gitgide kendimi
apaçık suçluyor, saatim sevimsiz bir plastik parçasına dönüşüyor, her yutkunma
da değersizleşiyordu. Ne önemi vardı şimdi markasının, renginin,
kullanmayacağım bir sürü gereksiz fonksiyonunun. Oysa şu an siyah saçlı kızın
bir bakışından veya bir kar tanesinin dilimin ucunda bırakacağı serinlikten
daha önemli değildi hiçbir şey. Ama kendimi de ne kadar suçlayabilirdim ki, aylardır
istediğim bir şeyi de almıştım işte.
Sıkkınlıkla farkında
olmadan dizlerime doğru öyle eğilmişim ki aniden doğruldum. Dışarıdan bakan
biri şu an her şeyin yolunda, sorunsuz olduğunu düşünürdü. Kimsenin bir
diğerinin içten içe ne yaşadığını, ne durumda olduğunu anlamasının pek mümkün
olmadığını, her gün karşılaştığımız yüzlerce insanın kimilerinin gerçekten
dayanılmaz fiziksel, ruhsal sıkıntılar içinde olsalar da bunun karşıdaki insana
pek bir anlam ifade etmediğini gördüm. Herkes kendi hayatını yaşıyordu doğal
olarak.
Bu arada siyah saçlı
kız ile bakışmalarımızın tesadüf olmamasını dilemekle meşguldüm yine. Dileğim
onun bana bir daha bakması ve ilgiye dair başlangıç dakikalarının yaşandığını
hissetmemi sağlamasıydı. Oysa karşımızdakinin hikâyesini bilmeyiz; huylarını,
beğenilerini, isteklerini, amaçlarını, geçmişini, kişiliğini, o anda neler yaşadığını,
hissettiklerini bilmeyiz. Bencil ve gizil kuruntularla dolu dünyamıza imgesini
alır ondan da romantik karşılıklar bekleriz. Kendimizle durduk yerde
ilgilenilmesi hoşumuza gider çünkü narsist ve tek yönlü anlayışımızı tatmin
eder. Bu istek gün içerisinde tazelenip durur.
Ama ben ondan
hoşlanmıştım.
Dakikalar ve duraklar
geçiyordu. Sarışın kız tekrar su şişesini ağzına götürdü. O anda otobüsün
sarsıntısıyla şişeden sıçrayan bir su damlası kızın kirpiğine sıçrayınca birkaç
defa gözlerini kırpıştırmak zorunda kaldı.
Şimdi çevresini ve
köşede oturan ve biraz sıkıntılı görünen genç adamı daha rahat görebiliyordu.
Onunla daha öncede birkaç kez karşılaşmıştı. "Ellerimle daha çok
ilgilendi… Yoksa su şişesine mi bakıyor arada… Bu akşamı hayırlısıyla atlatabilseydim,"
diye söylendi içinden. Bu akşam birileri onu istemeye gelecekti ve bu
kaçıncıydı. Tanımadığı insanlarla, tuhaf bir misafirperverlik içerisinde
saatlerce oturacaklardı. Eve hiç gitmeyi istemiyordu. "Şu genç adam yine bana
baktı… Yutkunup duruyor, hasta mı acaba, yakışıklı da sayılır… Bugüne kadar hiç
gönlüme göre sevgilim olmadı, bu durumu bilseydi bir şeyleri değiştirebilir
miydi? İlgilendiğimi belli etsem mi?" Kendi sorunlarını ve akşamın sevimsiz
misafirlerini düşünmeye devam ederken istemeden de olsa yanındaki arkadaşının
tırnaklarına gözü kaydı yine. Siyah saçlı kızın avucunu yumarak gizlemeye
çalıştığını görünce, "Onunki de farklı bir dert," diye söylendi
içinden.
Sarışın ile siyah
saçlı kız arkadaş olalı henüz çok olmamıştı ama birbirlerine kısa süre içinde
ısınmışlardı. Çoğunlukla birlikte okula gidip geliyorlardı. Üniversite ikinci
sınıf öğrencisiydiler; aynı bölümde okuyorlar ve birbirlerine de çok yakın
oturuyorlardı.
"Yine tırnaklarımı gizliyorum, bu
alışkanlığımdan ne zaman kurtulacağım," diye hayıflandı siyah saçlı kız. "Daha
önce hiç bu kadar güzel eli ve tırnakları olan bir kız görmemiştim."
İstemeden de olsa sarışın arkadaşının ojeli tırnaklarına kayıyordu gözü. Kendi
tırnaklarının doğuştan ‘kapalı tırnak" olması ne talihsizlikti. Hiçbir
zaman tırnakları uzamamış, onlara özenle bakım yapma şansına erişememişti.
Çirkin göründüğünü düşünüp ortaokul yıllarında kendine bu yüzden çok eza
etmişti. Şimdi eskisi gibi kafasına takmıyordu ama bazen farkında olmadan
avuçlarını yummasına ve tırnaklarını gizlemeye çalışmasına da engel olamıyordu.
"Hem şu karşıdaki genç arada kendisine mi bakmaktaydı? Hiç de tipi
değildi."
Yanımdaki adamın iki
koltuğu ortalayarak oturduğunu da yeni fark ettim. Yani hala bir kişilik yer
vardı. Tam o esnada adam telefonu kulağından çekmeden bana doğru yanaştı ve
kızlara doğru "buyurun" işareti yaptı. Siyah saçlı kız oraya oturursa
yan tarafta kalacağından onu göremeyecektim. Ben de yer vermeliydim ki iki
kişilik yer açılabilsin ikisinin de oturma imkânı olabilsin. Tam kalkmaya
yelteniyordum ki hareketim yarım kaldı. "Biraz sonra ineceğiz,"
dediklerini işittim. Gidiyorlardı, elbette bu yolcuğun ve maceranın bir sonu
vardı.
İki durak daha geçmiş
olmalıydık. Otobüs şehrin büyük sitelerle dolu bir bölgesine gelmiş ve durağa da
yanaşmıştı. Burada mı ineceklerdi? Sarışın kız arkadaşına, "görüşürüz,"
deyip kapının açılmasını beklerken benim bulunduğum tarafa, beni hedeflemeyerek
öylesine bir bakış attı. Bu arada telefonlu adamın hangi durakta indiğini fark
etmemişim bile. Otobüs hareket edince bir sonraki durakta inmek üzere esmer kız
da düğmeye bastı.
Birbirini tanımayan
insanların aynı mekânı paylaşma sessizliği ve sıkılganlığı ile karşısında bir
karaltı olarak duran kimseyi ister istemez hissedeceğini düşündüm. Benden
tarafa başını çevirirse ve bir daha göz göze gelirsek ona karşı duyduğum
heyecanı bir miktar gösterebilme cesaretim ile "merhaba," diyebilecek
miydim?
O, aksine bulunduğum
tarafa hiç bakmadığı gibi kız arkadaşı ile birlikteyken ki canlı yüz ifadesinin
yokluğunda ilgisiz duruşuyla ortamın ve orada bulunanların farkında bile olmadığını,
bir an önce inmek istediğini belli ediyordu.
Durak tabelasının
hemen önünde durdu otobüs. Kız iner inmez esmer, güleç yüzlü, renkli gözlü,
heyecanlı bir genç karşıladı onu. El ele tutuşup savuştular.
Yorumlar
Yorum Gönder