21 Ocak 2023 Cumartesi

         SUSAMAK 14:42

Cebimdeki son kuruşa mal olsa da sonunda istediğim şeye sahip olmuştum. Saatçiden çıkarken koluma saat değil de kanat takmış gibiydim. Havanın dayanılmaz sıcaklığı bile kendisimi harika hissetmeme engel olamazdı. Otobüs durağında ceplerimi yoklarken elime dolanan bir bilet ile işe yaramayacak birkaç bozukluğun sesi bile bana eğlenceli gelmişti. Neyse ki uzun bir yolculuk olsa da eve tek biletle gitme şansına sahiptim. Otobüse adımımı attığımda sanki biraz da susamış gibiydim.

Belediye otobüslerine kalabalık olmayan bu saatlerde binmek ne kadar keyifliydi; koltukların yarıya yakını boştu. En arka sıraya geçerek oturdum. Dizlerimin üzerindeki kitapları kaymaması için dirseklerimle bastırırken bir yandan da saatimin kitapçığını inceliyordum; bilmediğim yeni fonksiyonlarını keşfetme fırsatını buldum. Bu saate sahip olma isteğinin hayatımın son zamanlardaki en sıra dışı kararı olduğunu düşünüyordum. Öğrenci harçlığıyla azar azar para biriktirerek ve sonunda satın almayı başarabilmiştim.

Otobüse ara duraklardan binenlerden biri yanıma oturmuştu. Cep telefonu ile konuşmasına hiç ara vermeden koltuğa yerleşirken bile görgüsüz ve rahatsız edici bir tarzı vardı. Ben ona aldırış etmeden kitapçık ile ilgilenmeye devam ettim. Yutkunurken susama hissimin biraz daha belirginleştiğini hissettim, henüz otobüse bineli yedi-sekiz dakika olmuştu ve daha eve varmama da çok vardı. "Keşke saatçinin soğuk bir şeyler içme teklifini reddetmesiydim," diye hayıflanmadan edemedim. Aslında susadığımı ta o zaman hissetmeye başlamıştım ama saati almanın heyecanı ve cebimdeki son kuruşa değin pazarlık yapmanın telaşıyla bu doğal ihtiyacımı ertelemiştim. Hayıflanıp dursam da suya olan ihtiyacım henüz pişmanlık safhasında değildi. Çünkü şu anlar biraz sıkıntılı da geçse bir saat sonrasında hatırlamayacaktım bile; iki bardak soğuk su içip bir şeyler atıştıracak sonra biraz ders çalışacak ve çoğu sıradan durum gibi gün içerisinde kaybolup gidecekti.

Saatime bir daha baktım. Parlak camdan yansıyan güneş bir ok gibi gözüme çakıldı. O an inanamasam da tek bir kelime ile aydınlandı. "Susadım!" Hâlbuki daha birkaç saniye önce bunun katlanılabilirliği konusunda kendime telkinin işe yaramaktan da öte hiç önemsenmeyecek bir süreç olacağını düşünmekteydim. Şimdi ise yutkunmaya çalışırken boşuna endişeleneceğimden artık emin değildim. Boğazıma bir şeyler takılıyor, kuruluğu nefesimi kesmeye başlıyordu.

Yoğun bir saat olmadığı için ara duraklardan otobüse binen de, inen de azdı. Terleyen ellerimi üflerken yolcular arasına iki genç kız da dâhil olmuştu. İçlerinden biri bulunduğum sıkıntılı durumu unutmama sebep oldu. Ortadaki geniş koridor boşluğunda durmakta ve ara sıra birbirleriyle konuşmaktaydılar. Her geçen saniye sonunda kızın varlığından etkilendiğimi fark ettim.

Yine yutkundum ama bu defa dilim damağıma yapışmış, sıkıntım azalmamış daha da artmıştı. Saatime bu kez zamanı öğrenmek için baktım.

Siyah saçlı kız ilk bakışta insanı etkilemeyen ama odaklandıkça bir şeyler keşfetmeye ve görmeye başladığım bir çekiciliğe sahipti. Güzel değildi ama çirkin hiç değildi; gür siyah saçlarını özenle toplamıştı; canlı bir teni, çok düzgün diri bir vücudu vardı. Orta boylu ve iyi giyimliydi. Yanındaki sarışın kız ise göründüğü gibi tereddütsüz çok güzel denilebilecek bir yüze sahipti, soluk bir teni vardı ve diğer kıza göre daha kısa boyluydu. Güzelliğine rağmen görmeyi umduğum kibrin eseri yoktu yüzünde.

Siyah saçlı kız yüzünü pencereden gelen esintinin ferahlığına bırakmış, o yöne çevirmişti. O an hissettiği ferahlık ve rahatlama duygusunu gizli tebessümünde görüyordum. Bu arada yanımda oturmakta olan adam bana dönerek bulunduğumuz noktayı telefondakine söylemek üzere sordu: "Mavipınar" dedim. "Pınar" kelimesinin çağrışımları beni biraz ürküttü.

Tahsildar tipli bir genç kızların yakınında bir yerde durmuştu. Yürümekten artık ezim ezim ezilmiş ama parlak bir boya ile tüm kusurlarını gizlediğini zannettiği ayakkabıları ve ince top sakalı, özensiz takım elbisesi ile tam bir tahsildar asaleti vardı. Kızların arka tarafa doğru ilerlemelerine onun rahatsız eden bakışları sebep olmuştu ve şimdi kızlar daha da yakınıma gelmişlerdi. Saatime bir daha baktım ama bu bakışın o anların heyecanını geçiştirmekten öteye bir amacı yoktu.

Aniden böylesi hoş anı hiçe sayan tanıdık bir irkilmeyi yeniden duydum. Vücudum sürekli uyarı konumuna geçiyordu artık: Su… Su... Yetmezmiş gibi bir yandan da terlemeye devam etmekteydim; tişörtümün yakası cımcılıktı, dizlerimdeki ter ise pantolondan görünür olmuştu artık. Otoyola giriş yaptığımızda daha da endişelendim çünkü inmek istesem de inemeyecektim; on dakika boyunca hiç durmaksızın otoyoldaydık.

"Dayanmalıyım" diye kendi kendimle mücadeleme devam etmekteyken bir an siyah saçlı kız ile göz göze geldim. O da, ben de gözlerimizi derhal kaçırdık.

Sessizce aynı ortamı paylaşmak zorunda kalan ama birbirlerini tanımayan insanlar bazen kendilerini çok güçlü özelliklere sahip ama gizleyen, bazen de tam aksine beceriksizliğinin üzerinde oturan biri olarak düşünür. Şimdi ben hangisiydim?

Yine göz göze gelecek miydik diye düşünürken bir kez daha göz göze geldik. İlgi mi, tesadüf müydü?

Bu hoş an bir çelişkiyi de ortaya çıkardı. Yolculuğun bir yandan hemen bitmesini isterken diğer yandan da hiç bitmemesinin ikilemini yaşamaya başladım. "Hayatta pek ender değil midir böylesi âşık olunası insanlarla karşılaşmak," diye düşünürken bunun bencil ve abartılı bir kuruntu olup olmadığını sorguladım. İnsan başkaları hakkında ne kadar da rahat fikirler yürütüyor, kolayca hayallerine dâhil ediyor, imgeleriyle nasıl eğleniyordu; bencilce, kurnazca ama pek nadir olarak da naif ve içtenlikle.

Dakikalar… Hem çarçabuk geçiyor hem de yolculuk bir türlü bitmiyordu.

Sarışın kız çantasına bakındı ve buğusu üzerinde küçük bir şişe su çıkardı. Bu da şu ana uygun olmayan ama başa gelebilecek durumlardan yalnızca biriydi. Narin parmaklarıyla kavradığı şişeyi ağzına götürdü. Su onun dudaklarına çok yakın bana ise çok çok uzakta idi. Hafifçe yana dönerek sanki karşısında çok susamış bir insan varmış da heveslendirmek istemiyormuş gibi davrandığını zannettim önce ama kâkülünü pencereden gelen rüzgârda düzeltmek için yaptığını sonradan farkına vardım. Profilden bakınca daha alımlı hatta etkileyici göründüğünü söyleyebilirim. Yandan görünüşünde daha önce farkemediğim gözkapaklarındaki gizli hüznü de yakalamış oldum.

Onu izlerken kendim içmiş gibi rahatlayacağımı düşündüm ama kahrolası yutkunma isteği yine geldi. Susuzluğa henüz boyun eğmemiştim ama vücudumdaki her hücre bu direnişin çaresizliğini belli ediyor gibi eza veriyordu.

Gitgide kendimi apaçık suçluyor, saatim sevimsiz bir plastik parçasına dönüşüyor, her yutkunma da değersizleşiyordu. Ne önemi vardı şimdi markasının, renginin, kullanmayacağım bir sürü gereksiz fonksiyonunun. Oysa şu an siyah saçlı kızın bir bakışından veya bir kar tanesinin dilimin ucunda bırakacağı serinlikten daha önemli değildi hiçbir şey. Ama kendimi de ne kadar suçlayabilirdim ki, aylardır istediğim bir şeyi de almıştım işte.

Sıkkınlıkla farkında olmadan dizlerime doğru öyle eğilmişim ki aniden doğruldum. Dışarıdan bakan biri şu an her şeyin yolunda, sorunsuz olduğunu düşünürdü. Kimsenin bir diğerinin içten içe ne yaşadığını, ne durumda olduğunu anlamasının pek mümkün olmadığını, her gün karşılaştığımız yüzlerce insanın kimilerinin gerçekten dayanılmaz fiziksel, ruhsal sıkıntılar içinde olsalar da bunun karşıdaki insana pek bir anlam ifade etmediğini gördüm. Herkes kendi hayatını yaşıyordu doğal olarak.

Bu arada siyah saçlı kız ile bakışmalarımızın tesadüf olmamasını dilemekle meşguldüm yine. Dileğim onun bana bir daha bakması ve ilgiye dair başlangıç dakikalarının yaşandığını hissetmemi sağlamasıydı. Oysa karşımızdakinin hikâyesini bilmeyiz; huylarını, beğenilerini, isteklerini, amaçlarını, geçmişini, kişiliğini, o anda neler yaşadığını, hissettiklerini bilmeyiz. Bencil ve gizil kuruntularla dolu dünyamıza imgesini alır ondan da romantik karşılıklar bekleriz. Kendimizle durduk yerde ilgilenilmesi hoşumuza gider çünkü narsist ve tek yönlü anlayışımızı tatmin eder. Bu istek gün içerisinde tazelenip durur.  

Ama ben ondan hoşlanmıştım.

Dakikalar ve duraklar geçiyordu. Sarışın kız tekrar su şişesini ağzına götürdü. O anda otobüsün sarsıntısıyla şişeden sıçrayan bir su damlası kızın kirpiğine sıçrayınca birkaç defa gözlerini kırpıştırmak zorunda kaldı.

Şimdi çevresini ve köşede oturan ve biraz sıkıntılı görünen genç adamı daha rahat görebiliyordu. Onunla daha öncede birkaç kez karşılaşmıştı. "Ellerimle daha çok ilgilendi… Yoksa su şişesine mi bakıyor arada… Bu akşamı hayırlısıyla atlatabilseydim," diye söylendi içinden. Bu akşam birileri onu istemeye gelecekti ve bu kaçıncıydı. Tanımadığı insanlarla, tuhaf bir misafirperverlik içerisinde saatlerce oturacaklardı. Eve hiç gitmeyi istemiyordu. "Şu genç adam yine bana baktı… Yutkunup duruyor, hasta mı acaba, yakışıklı da sayılır… Bugüne kadar hiç gönlüme göre sevgilim olmadı, bu durumu bilseydi bir şeyleri değiştirebilir miydi? İlgilendiğimi belli etsem mi?" Kendi sorunlarını ve akşamın sevimsiz misafirlerini düşünmeye devam ederken istemeden de olsa yanındaki arkadaşının tırnaklarına gözü kaydı yine. Siyah saçlı kızın avucunu yumarak gizlemeye çalıştığını görünce, "Onunki de farklı bir dert," diye söylendi içinden.

Sarışın ile siyah saçlı kız arkadaş olalı henüz çok olmamıştı ama birbirlerine kısa süre içinde ısınmışlardı. Çoğunlukla birlikte okula gidip geliyorlardı. Üniversite ikinci sınıf öğrencisiydiler; aynı bölümde okuyorlar ve birbirlerine de çok yakın oturuyorlardı.

 "Yine tırnaklarımı gizliyorum, bu alışkanlığımdan ne zaman kurtulacağım," diye hayıflandı siyah saçlı kız. "Daha önce hiç bu kadar güzel eli ve tırnakları olan bir kız görmemiştim." İstemeden de olsa sarışın arkadaşının ojeli tırnaklarına kayıyordu gözü. Kendi tırnaklarının doğuştan ‘kapalı tırnak" olması ne talihsizlikti. Hiçbir zaman tırnakları uzamamış, onlara özenle bakım yapma şansına erişememişti. Çirkin göründüğünü düşünüp ortaokul yıllarında kendine bu yüzden çok eza etmişti. Şimdi eskisi gibi kafasına takmıyordu ama bazen farkında olmadan avuçlarını yummasına ve tırnaklarını gizlemeye çalışmasına da engel olamıyordu. "Hem şu karşıdaki genç arada kendisine mi bakmaktaydı? Hiç de tipi değildi."

Yanımdaki adamın iki koltuğu ortalayarak oturduğunu da yeni fark ettim. Yani hala bir kişilik yer vardı. Tam o esnada adam telefonu kulağından çekmeden bana doğru yanaştı ve kızlara doğru "buyurun" işareti yaptı. Siyah saçlı kız oraya oturursa yan tarafta kalacağından onu göremeyecektim. Ben de yer vermeliydim ki iki kişilik yer açılabilsin ikisinin de oturma imkânı olabilsin. Tam kalkmaya yelteniyordum ki hareketim yarım kaldı. "Biraz sonra ineceğiz," dediklerini işittim. Gidiyorlardı, elbette bu yolcuğun ve maceranın bir sonu vardı. 

İki durak daha geçmiş olmalıydık. Otobüs şehrin büyük sitelerle dolu bir bölgesine gelmiş ve durağa da yanaşmıştı. Burada mı ineceklerdi? Sarışın kız arkadaşına, "görüşürüz," deyip kapının açılmasını beklerken benim bulunduğum tarafa, beni hedeflemeyerek öylesine bir bakış attı. Bu arada telefonlu adamın hangi durakta indiğini fark etmemişim bile. Otobüs hareket edince bir sonraki durakta inmek üzere esmer kız da düğmeye bastı.

Birbirini tanımayan insanların aynı mekânı paylaşma sessizliği ve sıkılganlığı ile karşısında bir karaltı olarak duran kimseyi ister istemez hissedeceğini düşündüm. Benden tarafa başını çevirirse ve bir daha göz göze gelirsek ona karşı duyduğum heyecanı bir miktar gösterebilme cesaretim ile "merhaba," diyebilecek miydim?

O, aksine bulunduğum tarafa hiç bakmadığı gibi kız arkadaşı ile birlikteyken ki canlı yüz ifadesinin yokluğunda ilgisiz duruşuyla ortamın ve orada bulunanların farkında bile olmadığını, bir an önce inmek istediğini belli ediyordu.

Durak tabelasının hemen önünde durdu otobüs. Kız iner inmez esmer, güleç yüzlü, renkli gözlü, heyecanlı bir genç karşıladı onu. El ele tutuşup savuştular.

         Ben de öbür durakta inip gerisin geriye yürümeye başladım; saymadım ama inmem gereken durağı altı-yedi durak geçmiş olmalıydım. Sıcaktan yer yer yumuşayan asfaltın genzimi yakan kokusu eşliğinde yaklaşık kırk dakika sonra evde olurdum. Etraf sessiz, kuru otların arasındaki ağustos böcekleri olabildiğince gayretliydi. Yeni ve çok fonksiyonlu saatim 14.42’yi ve 42 derece sıcaklığı gösteriyordu. Çok ama çok susamıştım ve neredeyse can derdine düşmüştüm. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

  BLOG İÇERİĞİ / LIST OF CONTENTS YAZILAR / ARTICLES -UZAKTAN (Deneme) -YAPAY ZEKÂ, PHOTOSHOP, MS WORD… (Makale) -SORULAR (Makale)   - K...